29 Aralık 2024 Pazar

KOPÇA

 Bugün havanın pusu tam kalkmamış olsa da,  kapalı ortamda  uzun süre kalmanın sıkkınlığını üzerimden atma dürtüsüyle evden sokağa attım kendimi. Yürümek istedim bir vakit. İlçenin çarşı içi yollarını kullanarak aslında tam olarak ne yapmak istediğimi bilmediğim yürüyüş  ve tempoda ilerliyordum. Bazen yokuşlara vurmak kendinizi ölçme açısından iyidir. Aaa!  Hastane yokusunun birinci dönemecini geçmiş ikinci kesgin dönemece oldukça yaklaşmıştım. Nefes alışverişlerim sıklaşsa da ben diyeyim kuş, siz deyin tavşan.  İnsanın kendini iyi hissetmesi kadar güzel ne olabilir? İkinci dönemeci döndüğünüzde  sağ  yönünüze en yakın ufuk Şahmelek rampaları. Gözünüz ilçenin çatılarını yalayıp ufka varıyor. Seyrek de olsa bacasından duman tüten evleri de fark ediyorsunuz. Göz hizanızdaki dumanları suda kulaç atarcasına dağıtmanın düşüncesine dalıyorsunuz.

Yokuş boyu belediyenin ilgili birimlerinin  belli aralık gözeterek yolun seyrine uygun diktiği akasya ağaçları yol boyu nöbetcisi gibi ya da yolboyu radarı.. Akasyaya görüp gözlediklerine  dair “dökül” desem”,  hangi birini, neyi nasıl anlatacak kimbilir? Bu arada duraksamış omzumun sol yanını ağaca yaslamışım bile. Nefes alışverişlerim yavaşlamış, düşten düşüncelere dalmışım. Gözlerim gezintide.. İçimde peydahlanan duygunun hüzün mü, sevinç mi, tam olarak bilemediğim bir ruh hali. Sus pus olmuş, ufacık sesi gözden kaçırmamaya özen gösteren ürkek tavşan duruşu.   Bu duruş ne kadar sürdü, ordan hangi ara ayrıldım belirsiz. Hastane acilinden giriş yaptığımda  tanıdıkların selam verişleriyle silkinip kendime geldim.

İğrenç iki yüzlülükler, insani çürümüşlükler, imkanlar, imkansızlıklar, yalanlar, yalancıklar.. Of of!  Kötü ve kötülük adına ne varsa, şeytan dağarcığından çıkıp, önümde yürüyüş kolundalar.  Bana en yakın olan asansörün kapısını açık görünce daldım içeri. Dalış, kaçışın kendisiydi aslında.

Yatan hastaların en üst katına çıkmışım bile. Burası ölümün bir önceki durağı  kardeş.  Canın, gelip gelip boğazda düğümlendiği yer. Hasta bakıcılar, hasta yakınları. “ Yetişin!, Doktor, hemşire, Hemşire!” diye imdat çağrısında bulunan insanlar.  İçimde bir daraltı, bir sıkkınlık.. etrafı filelenmiş merdivenlerden hızlıca bir alt kata nasıl indiğimi bilemedim.  Aman yarabbi!  Can çekişircesine nefes almakta zorlananlar, derin derin inleyenler, ağrının acısından feryadı basanlar.. belden aşağısına felç inip kıpırtısız yatanlar,  yüzü gözü yamulanlar..  Kaç, kaç! dedim içimden  yine merdiven yolunu kullanarak bir alt kata ulaştım.  Beterin beteri var denir ya.. insana dair farklı manzaralar; bak bak bakabilirsen. Gör; görebilirsen. Kolu bacağı alçıda olanlar, kendinden geçip ölü gibi kıpırtısız yatanlar. Hele gözle ilgili proplem yaşayanlar… of of! Gövdesi öne eğilmiş kendi imkanıyla doğrulamayanlar, beyni el ve kollarına komut veremeyenler, bez bebek gibi yamulup dik duramayanlar, ölene kadar bir tek parmağını oynatamayak durumda olanlar, aklını yitirmeşcesine psikolojisi bozulanlar, tüm bedeni acılar içinde kıvranırken ölmeyi tercih edenler. Tüm acı ve zorluklara rağmen  “bir umut deyip” umuda bağlananlar. Yaşamın güzelliğine vurulup, “yaşlanmaya karşı ne yapmalıyım” diye soru soranlar…

Kapalı ortamdan kendimi  sokak boşluğuna attığımı sanırken gördünüz mü olanı. Düşünceye, kaygıya dair ne varsa bulur beni. Allah beterinden saklasın kaygısız günüm olmaz.  Kaygılı  anlarımda  “anamın sözleri” imdadıma yetişir. “Ne oldum dememeli, ne olacağım” demeli  derdi Rahmetli. Evler, arabalar, arsalar, tarlalar alacaktık daha. Hatta hisse senetlerine hisse senedi ekleyecektik oysa. Tarlaya kavunlar, domatesler ekecektik. Pazarda “ demirliden bunlar!” diye bağıracaktık. Kimbilir daha neler neler isteyecektik. Kopça koptu, teni yel aldı. Sağlıcakla.. 

Hiç yorum yok: