29 Aralık 2013 Pazar

KAYNANAM SEVERMİŞ!


Zor iş be.. Köylüyüm ben. Rahmetli babam da köylüydü, dedem de. Bizim çocuklarımız köylü olmayı reddediyor, kendilerini kentli olarak tarif ediyorlar artık.  İtirazım olabilir mi? İtiraz etmekle neyi, nasıl değiştirebilirim? O halde suskunluğum sevimsiz olmaktan daha mı yararlıdır sizce..
Yeni neslin iletişimi, hal hatır sorma biçimi bile çoook değişti. Dillerinden anlamak zor sanki. Tokalaşmaları el ense çekerek, selamlaşmaları benim aklımın yetmediği dilden. Bunu öğrenmem, bu konuda birikim oluşturmamın zamana sığması imkânsız artık. Of ki of!..
İşaret dilleri de değişti yeni nesilin. Hazır surat ve yüz şekilleri ellerinin altında. Resme tıkla, göster geç. Vay, vay, vaay!
Biz farklı dilde farklı üslup içinde yetiştik.
. Bizim oğlan nasılsın?
. Aha be hısım, iş güveysinden hallice..
. Bizim kız sen nasılsın?
. Yuvarlanıp gidiyoruz..
Soru biçiminden, soranın ses tonundan samimiyeti kavrarsınız şıp diye. Karşınızdaki de aynı kolaylığı yaşar. Samimiyet üzerine şüpheler duymaya gerek kalmaz. Ardından sohbetin, hal hatır sormanın bir adım ötesine geçilir.
. İş güveysinden hallice dedin de bir sorun mu vaa len!...
. Durum böle böle…
. Bakarız çaresine hısım, dert etme…
Hal hatır sorulur, çareler umulur, çözümler sunulurdu. İçiniz yanarken gülen surat gösterme ihtiyacı hissetmezsiniz. Sevinciniz de, acınız da ortada olur, katkı için herkes üstüne düşeni yapardı. Neyse..
Şans mıdır nedir, mutlaka hazır çaya sofraya rast gelirim. Bu konuda nasipliyimdir belki de.. Her rastlayışta;
. Ooooo, kaynanan seviyormuş buyur, buyur. Geç Allah’ını seversen filan.. 
Gönül rahatlığıyla otururum çaylara, sofralara. Otururken çoğalır sorular içimde. Kaynana hakikaten sever mi, sevmez mi sorusu içten içe dürtükler.  Hay Allah.!  Kaynana mevzusu derin oldukça da çetrefilli de bir konu. Girip girmemenin karasızlığı sarıyor insanı.
Tesadüf sofralara rastlarken, gönül sıcaklığında buyur edişlerin gerisinde içinizdeki çoğalışlara bak. Kaynanamın nesinden, nasıl bahsetsem bilmem ki. Ya da hiç bahsetmesem daha mı iyi. En iyisi açık vermeden oturduğun sofrada efe efe kaykılmaya devam etmek. Toplum baskısını üzerimde nasıl hissettiğimi az buçuk tahmin ediyorsunuzdur. Bizim toplumumuzun ilginç bakış açıları vardır. Bu köylüce bir bakıştır belki de. Belki de benim damarıma basan bir bakış. Kızlar hala ikinci plandadır nedense. Bunu çokça konuşulan Antalya yöresinden bir örnekle anlatayım en iyisi. Uzak yöreden dem vurunca daha kolay sıyrılırım işin içinden. Hay Allah!

Sanırım Serik yöresi. Baba erkek çocuklarına en verimli arazilerini verirken, kızlarına sel basan çorak arazileri uygun görür. Yıllar geçer turizm geliştikçe sel basan çorak araziler değer kazanır. Bu da Allah’ın takdiri işte.  Değer kazanması bir başka mesele. Aslolan babanın kızlarına bakış açısıdır burada. Gördünüz mü “kaynanan seviyormuş” lafının beni nerelere getirdiğini. Seviyor desem bir türlü, sevmiyor desem bir başka. Gel de anlat sen bunu şimdi. Anlat da, halka halka çoğalıp akşam haberlerinde dinle sonrasını. Hak, adalet, hukuk kavramını içimizde içselleştiremiyoruz en başta. Çocuklarımız arasında bile hakkaniyeti bozuveriyoruz. Hakkın hukukun bozulduğu yerde toplumsal muhabbetin dengesi kayıyor. Gel de çık işin içinden. Kendi çocukları arasında bile haksızlığa çanak tutan bir duruş varken, başkaları için hakkaniyetli davranmasını kimden nasıl bekleriz? Bilmem haksız mıyım? Sağlıcakla.

20 Aralık 2013 Cuma

YOLCU TRENLERİ


Lokomotiflerin böğürtülü düdükleri duyulur bizim mahallede. Geceyi yırtan sesi uykulardan bile uyarır kimi zaman. Gökteki yıldızları titrettiğini sanırım yerinden. Evlerin duvarına çarptıkça bir başka tarafa meyleder böğürtüsü. Balkona koşar, ışıklı kompartımanlara uzaktan göz atarken, yarı uykulu insanları fark ederim. Boşluğuna düşer, boşluğunda yanarım uzayıp giden trenlerin.Kimi gurbete düşmenin hüznünü yaşarken,kavuşmanın heyecanını yaşadığını sanırım kısılan gözlerimde.Dün ya bu…. Kimi ağlar kimi güler. Kiminin içinde sevinçler çoğalırken, kiminde acılar peyda olur. Kimi, lokomotif hızı artırdıkça aralanmış camdan türküsünü salar rüzgarlara. Ayrılmaktır sonuç yine de.. Yazıdır, yazgıdır..Yazgının aksıdır. Her kavuşmanın ayrılıkları varsa, her kalabalığın yalnızlıkları olacaktır. Düşünmek hüzne boğulmak olsa da, yollar güç katar inancınıza.
Kimi garlarda çiçekli bahçelere rastlayabilecekken, kiminde ayazlı gecelerin olabileceğini bellersiniz.  Tesadüf sandıklarınıza kader diyerek el sallarsınız yolculuklarda.
Ayrılığın yaşları dolsa da gözlerinize, zengin inançlar ferahlatır içinizi. Kavuşma sevinci mutluluktan uçururken ayrılığın bilinci yüreğinize sarmaldır.
Trenin her böğürtüsü benim için düş, düşünce anıdır bu yüzden. Uykularımı paramparça etse de, kızamam homurtusuna. Tekerin ray ekine her vuruşunu yüreğime benzetirim. Taku tuku, taku tuk!...
Kıvılcımlar fırlatır bazen dönen tekerleğinden yanan ve yakan. Demirin alev aldığı andır o an. Demir yanıyorsa yüreğin yanması nedir ki gece yarılarında…
Misafir olmanın rahatlığını düşlerim tren gözlerimden ırarken.hangi yolcunun hangi garda ineceğine merak salarım gecenin o anında. Kaçıncı kompartımanın kaçıncı mevkisinden, kaçıncı basamakta kimlerin yolculuğu son bulacak kaygısına dalarım. Üzülürken sevinir, sevinirken üzülürüm..

Bu yüzden kızamam trenlere. İrkilsem de düdüğüyle, yolcusu olmanın ağırlığını hatırlarım gecelerde. Saatini tutarım bu yüzden. Ben saatini gözlerken trenlerin dağ eriğindeki kuşlar sokulacak delik arar nedense.. Aldırış etmeden Kara tren gelmezmola/ Düdüğünü çalmazmola/ Gurbet ele yar yolladım/mektubunu yazmazmola türküsünü ıslıklara vurur dururum. Sağlıcakla..

10 Aralık 2013 Salı

ZENGİNLİĞE BÜRÜNMEK

Kışlar başladı ya, her günün, her gecenin yarattığı yalnızlığın zenginliğine bürünüyorum. Zenginlik kelimesini bilerek kullanıyorum bu cümlede. Tek başına olumsuz görünen anlama, yarattığı tınıyla olumlu bir hava katıyor sanki. Okuyan zenginliği iyiye mi yormalı, kötüye mi karar veremiyor en azından. Bu karmaşa içinde yazıyı sürükleyip gitmeye niyetleniyorum hece hece.
Kuşlar zenginliğimi fark ettikçe üşüşüyor camın denizliğine. Bakışları “çık da, gör” der gibi. Hava soğuk, ayaz koyak… Hakikaten çık da gör!
Camdan yola baktıkça parladığını görürsün yerin. Parlayan zeminde kayıyor insanlar. Parlayan yollarda, nice ölüm haberi ekranın camında. Of ki of! Gel de yaşa zenginliğin keyfini. Zenginlik lafını onca cümlenin arasına sıkıştırmaya çalışırken üç gün üç gecelik Hint düğünlerinin milyar dolarlık harcama yoksulluğunda kal durduk yerde... Oldu mu ya…
Kışlar resimlerde çok daha güzel nedense. Hatta çok daha zengin. Bugün ressam dostların suluboya çalışmalarında gördüm kışı. Görünce atasım geldi kendimi dışarı. Resimde bacası tüten evin sıcaklığı sardı içimi. En azından yakacak vardı tek katlı evlerde. Dumanı çıkmasaydı anımsayacak, anımsatacaktım en yoksulluğu. Ressam dostun fırça darbesiyle göğe uzatıp unutmadığı duman ayrıntısı ferahlattı içimi kış hükmünü sürerken. Yoksulluğu unutturdu en azından. İnsan kar beyazını seyre dalmışken bacanın dumanı fark edilmeyebilirdi oysa. Görünce hissettim ev sıcaklığını. Komşuluğun ayrıntılarına dalıp çıktım kendi içimde. Kış manzaralı resimdeki evlerin içinde kaç kişi yaşadığına dair meraklı sorular sordum kendi kendime. Kış hükmünü sürdürdükçe hangi sıkıntıların kıskacında kalabileceklerinin izini sürdüm durduk yerde. Kış olmasaydı bunları düşünüyor bile olmayacaktım. Kış olmasaydı kuşlar bile konmayacaktı cam önüne. Gördünüz mü zenginliği? Kar bulutları döktükçe, döküldükçe azalacak yoksulluğum. Nelerin farkına varmayacağım ki ben. Nice kış manzaralı resimde arayacağım beni. Beni ararken bulacağım belki de benliğimi. Kaç urbasız çocuk seyredeceğim. Kaç delik ayakkabı göreceğim. Bunların ayrıntısında yazılar düzüp yazları bekleyeceğim ben.  Yeni yazlar da kendimden geçeceğim kim bilir… Kendimden geçtiğim en yazlarda vuruyor olacağım yoksulluğun dibine.
Zorluklarda çaresizliği bilirim ben. Yokluklarda imkânsızlığın yıkıcılığını tanırım. Çaresizliğin çehresini sınarım. Of ki of!
Kışlar başladı ya yalnızlığın zenginliğine bürünüyorum. Kek kokuları burnumda, patlamış mısırın yağ bulaşığı parmak uçlarımda. Buğusu üstünde kahveler gözlerimde, kar beyazlığının hoşluğunda kalıyorum. Hoşlukları yaşarken düşüyorum en boşluklara oysa.  Oysalar bile doldurur mu düştüğüm boşlukları. Her boşluk bir fırtına, her boşluk bir yeni kış mı bilmem ki? Bilmediklerim bildiklerimin önüne geçiyor en kışlarda. Her geçiş zenginliğimi törpülüyor durduk yerde. Törpülendikçe göynülüyorum. Göynüldükçe yüreği yoklamanın gücünü buluyorum bedenimde. Buldukça bulmanın sevincini yaşıyorum.
Kışlar başladı ya… yalnızlığın zenginliğine bürünüyorum. Elde birikmiş duygu yoksunu onca yazımı yamama lüksüne düşüyorum. Düşerken düşünebilseydim keşke. Keşkelerim olmayabilseydi tüm yazılarımda. Gecelerin karanlığına çakılıp kalmayabilseydim çok vakit. Zenginlik saydıklarımı kurban vermeseydim zengin bildiklerime. Her kurbanla ben de kurban olmayabilseydim yeniden.

Kışlar başladı ya.. yalnızlığın zenginliğine bürünüyorum. Kışları suluboya resimlerde sevimli buluyorum. Ayrıntının gözden kaçmadığını gördükçe bir daha bir daha seviniyorum.  Sevinirken “geceler yârim oldu/ağlamak kârım oldu” türküsüyle uykulardan uyanıyorum. Sağlıcakla.