16 Mart 2021 Salı

BİZİM KÖYÜN MEŞHURU


 

Bizim çocukluğumuz dede ve ninelerimizin anlattığı hikâye ve masallarla doludur. Bu doluluğa Hacivat – Karagöz, Keloğlan masalları ve Nasrettin hoca fıkraları eklendi. Her masal ve fıkraya yöresel eklemelerde yapılmıştır. Bu hikaye, masal ve fıkralar kurnazlıkla aptallığı, değerlerimiz içinde değersiz olanı net biçimde akıllara sokmuştur.  Folklorik bir dizilişle aslında çok şey de öğretmiştir bizlere. Pek çok fıkra, masal ve hikaye duygu aralığında bıraksa da insanı, topyekun düşünmeyi fark ettirmiştir de bizlere.

Topyekûn düşünmek, bütünselliği içinde barındırmaz mı? Aslında toplumsal değerleri içinde barındıran folklorik bir yükleme oldu bizlere. Şikayetçi miyim bundan? Asla değilim. Anamın ağıtları, babamın kavalı, dedemin masalı hepsi öğüttü öğüt!

Eğrim büğrüm Demirli’nin yolları türküsü kulaklarımda çın çın çınlarken, Demirli’nin koyunları akışır türküsünde zenginliğin keyfini yaşarım. Saltanatını yitirse de ağaçtan mamul sepetler, küfeler, toprak küpler, su kabağından testiler, atların ve öküzlerin koşum takımları hala gözlerimin önünde. Şiir yazsam yazılacak, masal desem anlatılacak türden. Ağlasan ağlanırdı, gülsen gülünür kardeşim.

Yokluğun ve yoksulluğun acıları olsa da duygusal birliğin zenginliğini yaşadık biz. Uzak gibi görünen çok şeyin sevdasına tutulduk çoğu kez. Bu tutulmayla bugünlere eriştik. Şükür ki şükür.. Fakat!.....

Uzak gibi görünen şeylerin sevdasına düşünce ıskaladığımız çok şeyler oldu aslında. Anamın türküleri, dedemin halk oyunları, ninemin atalık tohumları hatta masalları. Karmaşa içinde öze dair ne varsa aktaramadık çocuklara. Ezgi ve şiirlerde sevdaya dair ne varsa unuttuk veya yok oluşunu fark edemedik. Gerçek acı bu işte. Kırsalda doğan şairler bile kentlerde ölüyor ne haber? Kendi hakikatinden uzak sözcüklere bulanıyorlar. Onun içindir ki  yazdığım köy şiirlerinin hiç önemi yok. Bağdan bahçeden uzaklaşan folklorik yaşamı unutuveriyor. Horluyor, küçümsüyor, çağdaşlık adı altında giyimden kuşama, yemeden içmeye, ekmeden biçmeye, müzikten hikayeye hepsini terk ediyor. Ne hikmetse, bunu kim nasıl beceriyorsa yürekleri bile sızlatmıyor. Özümüz olan şeyler şiirlere sığmayacak kadar geniş oysa. Sevme şekillerinin, kokuların, seslerin hayalinde hatıraların avuntusunda göynümü eğlendirip duruyorum ben de.

Şairlerin yurdu vardı, şiirlerin duygusu, zeybeğin havası. Dere tepe şiirdi, burçak tarlası türküydü. O tepeden bu tepeyi kuşatan ağıtlardı.. Koşa koşa gidilen diyarlarda duygular melezleşti kardeşim. Melezleşen bakışla sokak pozları verip keyif çatıyoruz yalan mı?

Feyste cafcaflı pozisyonlar biriktiyoruz…Fikir adına, gerçek adına bir şey kalmayınca böyle oluyor işte.

Folklorik araştırmalar yapan kaç yerel tarihçimiz var söyleyin. Ressam Abbdullah Taktak amca ölünce cimcik aşını anlatacak kimse kalmadı. Anlatımlarıyla cimcik aşını gündemde tutuyordu en azından. Yemiş kadar oluyorduk da…

Özünü unutan, hor gören, burun kıvıran, folklorik araştırmalarla geçmişini yaşatmayan yavan ekmek gibi kalır cancağızım.

Ben ve benim gibilere de sessiz türküler söylemek düşer. Bizim Köyün neyi meşhur, Ya da şehrin? Sağlıcakla..

11 Mart 2021 Perşembe

BEN AŞIĞIM ARKADAŞ!


 

Zengin kız fakir oğlan profiliyle çok film izlemişliğimiz olmuştur her birimizin. Bir aşk meşalesi yanar yanar da engeller, düğümler izleyenleri  duygudan duyguya sürükler. Bu aşkı istemeyen bir taraf mutlaka olur. İşi sıkıntıya sokan taraf olmaktır her daim. Gerçi şöyle de bir tabir vardır halk dilinde “Taraf olmayan bertaraf olur”. Hay Allah! İnsanın kafası nasıl da karışıyor. Taraf olmak mı tarafsızlık mı? Gel de çık işin içinden… Benim derdim taraf ya da tarafsızlık değil aslında. Tek kelimeyle işin aşk tarafındayım kısaca.

Geçenlerde tanıdığım bir doktor yaptığı işi “aşk” olarak adlandırmış. Vay bee! İnsanın yaptığı işi aşkla tarif etmenin ötesi ne olur? Bir çırpıda “Helal” demek geliyor içimden.

Ben kimin tarafındayım?.... Aşkın kardeşim.   Aşık olanı, aşkı olanı zorluklar yıldırabilir mi?  … Asla!….

Bu memleket aşık olunmayacak, aşkla bakılmayacak bir yurt mu? Bir yılda dört mevsim. Güneş , deniz, doğa, tarih, kültür, toprak, sıcak ve soğuk sular, bitki çeşitliliği. Say da say kardeşim. Bandır bandır ye kısaca. 

Fert fert sorsan ifade ettiği duygular buna yakın olur.  Ama aşk lafla olmuyor işte. Kuru laf karın doyurmuyor kardeşim. Aşığım diyorsan göster kendini. Gereğini yap. 

Kime diyorum ben?.. En başta kendime de, sana diyorum sana!. Aylak aylak oturmakla olmaz bu işler. Armut piş ağzıma düş demekle de olmaz be ya!.. Kıpırda biraz kıpırda. Aşıklığını sorgulamakla koyul işe. Gün içinde aşkın için ne yapıp yapmadığını düşünsene.  Kar mı zarar mı eylemin? Dizi aşıklarını seyretmekle aşık olduğunu sanmak yanılgıdır.

21. Yüzyıl aşıklığı bilenlerin yüzyılı olacak, “mış” gibi yapanların değil.  Fer fert, hane hane, köy köy şehir şehir aşk üzerine kafa yormamız gerek. Aşkımız için ruh birliğini sağlamamız gerek.

Uzak diyarlardan gelip kıyımızda köşemizde tepişip duranlar, neler yapmak istiyor farkında mısınız? Kendi nüfuslarını doyurup besleyecek alan yaratmak istiyorlar bir taraftan. Sadece askerin, polisin devlet kurumlarının çırpınması yetmeyebilir. Vatandaş olarak biz de bu topraklarda kendi suyumuzla üretimin bir ucundan tutmalıyız. Bu bir demet maydanoz bile olsa.

Salgınla mücadelede teması önlemek adına görevli sayısı artırıldı? Bu kadar yakın temasa gerek var mı? Yok.  Sitelerde birbirini tanımayanlar sokakta omuz omuza hayret. Toprakla omuz omuza, diz dize olsak temas kaygımız bile olmayacak. Sofra kaygısı, aş kaygısı olmayacak aş.

Ben aşığım arkadaş!

Aşık olan sevdasıyla yol eyler bu toprakları. Aşık olanın sevdası olmalı önce. İnsanın karnının doyması sevdası gücündedir kardeşim, mutluluğu da…

Rahmetli babam attık toprağa tohumu, yolunda bulunduk derdi. Dönün şu toprağa, aşkınızı haykırın. Atın tohumu… gerisini bırakın Allaha.. Kuş cıvıltıları içinde kendi huzurunuzu kendiniz fark edeceksiniz.

Ben aşığım arkadaş. Ya siz? Sağlıcakla

7 Mart 2021 Pazar

edebya: Bir Sera Kur Bin Can Doyur / Halil Oral

edebya: Bir Sera Kur Bin Can Doyur / Halil Oral: Bir Sera Kur Bin Can Doyur isimli bir porjesi var Halil Oral'ın... Bu projeyi konuştuk kendisiyle. İşsizliğe çok kısa vadede çözüm ola...

YAĞ SATARIM BAL SATARIM

 

Geçmişe dönüp dönüp düşünüyorum, düşünürken düşlüyorum nedense. Soruyorum sorguluyorum çok şeyi. Yağ satarım bal satarım oyunları kuruyorum halka halka. Şimdiki çocukların kuramadığı oyunları kuruyor koklayamadığı nice kır çiçeklerinin kokusunu duyumsuyorum düşlerken.

Yapay kokulara bulaştırılmış çocuklar kaç gerçek kokudan habersizdir bilmem ki. Hatta doğanın kaç renginden mahrumdur? Gerçek olandan uzak çocukların içinden renkleri tanıyan kaç ressam çıkar.  Doğadaki türlü sesleri duymamış kaç çocuktan müzisyen. Değirmen Yolu’nun yokuşunu yememiş, inişine tahtadan arabalar sürmemiş kaç çocuktan mühendis olur? Suyun öyküsünü bilmeyen gücünü gözleyerek görmeyen kaç çocuktan ilim adamı olur? Karpuz kabuğundan gemileri yüzdürmeyen çocuklardan kaç senarist çıkar? Dereli kaplıcasında su kabağıyla yüzmemiş olan kaç çocuktan gemilere kaptan olur? Olmasına olur da eh işte biraz da yapay olur, yavan olur, zorlamaca olur kardeşim. Olsa da istisnalar hariç derdi sadece adamlık olur? Kendi gerçeğinden uzak olur?

Yağ satacaktım, bal satacaktım oysa. En tatlı yerinden başlamıştım yazıya. Tatlı yiyip tatlı konuşacaktım. Durduk yerde klavye alıp götürdü sözcükleri kendince. Tüm planım alt üst oldu açıkça..  Uf uf!....

Klavye parmaklarımdaki beceriyi bile alıp götürdü. Yazının görsel biçiminden yazanı tanırdık biz. Bu filancanın el yazısı derdik kolayca.. Harflerin, sözcüklerin dizilişine gösterilen özenden yüzünü görmesek de karşı tarafın duygusunu çözerdik kolayca. Teknoloji esir aldı sosyal hayatımızı. Bizim çocukluğumuzu kabzedemeyen teknoloji, bir virüsle insanlığı hapsetti topyekûn.  Sadistçe, vahşice, insafsızca…

Hotanlı deresi, Duzalık yokuşu nice gelin alaylarına tanıklık etti. Nice deyişleri tutuşturdu dillerde. Nice hayallere, nice duygulara yoldaş oldu o yokuşlar. Mahramasını taşa serdi, İnce göynem(gömlek) yelpaze dedi duygu duygu. O duygular ki yüreklerin en koyak yerlerinde yer buldu. Tik tok’lar unutturdu en güzel gelin alaylarını. Repçi salgınlar unutturdu Al kirezim, mor kirezim/ Elinde altın terezim diyerek ses veren özden türkülerimi. Hassas teraziler tuttuğumu sanırken boynum bükülmüş ne haber?  Örfüm örselenmiş teknolojiyle. Misket oynarken kuşlar gibi uçan ben, ekşi erik yemiş gibi yüzümü buruşturuyorum istemsiz. İstemsiz diyorum, gönül dağlarımdaki zenginlik; gündüz kuşağındaki entrikaları, evden kaçan kızları, ütmece oynayan karı kocaları gördükçe kabullenemiyor da ondan.

Yakıcı ve de yıkıcı teknolojiler nerden çıktı kardeşim, kim peydahladı bunları? Yazın yakıcılığına rağmen içimizde bitmek tükenmek bilmeyen enerjimizle kendimizi serinletecek bir meşgalemiz olurdu bizim. Havası bile olmayan bezden toplar tepişdirsek de kaygısızdık. Sakindik, mülayimdik, hilesiz hurdasızdık. Dosttuk, dosdoluyduk ve dahi musmutluyduk.

Bu mutluluk içinde yaşımız bile aynı kaldı bizim. Oynarken öğrendik çok şeyi. Şimdi teknoloji oynuyor çocuklarla ne haber!

Bir dileğimiz, bir müşgülümüz olunca yaradana sığınmayı da öğrendik biz. Bu öğrenişle teknolojiyi insanın mutsuzluğu üzerine kuranları sana havale ediyorum Yarabbi!

Yağ satarım, Bal satarım…..

Al kirezim, mor kirezim/ Elimde altın terezim türküsüyle yolların yokuşundayım. Sağlıcakla.