29 Aralık 2022 Perşembe

YALNIZLIĞIN DEFİ İÇİN


Geçmişte bizim oraları yaylak olarak kullanan Yörükler gelirdi. İlkbaharda gelirler, sonbahara doğru göçer giderlerdi. Göçleri kalabalık olurdu. Merkep sırtlarında tavuğuna horozuna kadar bulunurdu. Daha sonraki yıllarda yükleri motorize haline geldi.  Arazideki hangi taş, hangi ağaç, hangi kovuk var çok iyi bilirlerdi. İş bölümü de yaparlardı mutlaka.. Onların yaşam ve iletişimleri ile ilgili çok hikâyeler dinlemişizdir büyüklerimizden. Kendilerine has inançları(!) olur, kesin ve kesgin konuşmazlardı. Yuvarlayıp geçerlerdi sözü… Kendi içlerindeki sırrı çözmek oldukça zor olurdu.

Yörük kadını karşı yamaçtaki oğluna seslenir;  Akçamın dalında heybe var, heybenin içinde torba, torbanın içinde çıkın. Çıkının içinde azık var al da ye emi!.. 

Eh! Eh!...  Şeklinde diyalog ve iletişim sürer gider.

Bazı insanlar vardır ki boş bohçadır. Bazıları bohçanın içindeki azık. Bazıları ise ışık. Bazıları top yekun hepsi.

Bohça azığı dış etkenlerden koruyup kollayan koruyucu.  Maddi açlığın süreğenliğinde önemli iki unsur kısaca. Öyle azıklarda vardır ki manevi açlığı giderir kardeş.  Işık tutanlar ise işaret eden, yol gösteren tecrübe sahibi bilgelerdir. Tüm bu vasıfları el birlik taşıyan insanları başak yüklü ekinlere benzetirim. Harman yerinde tanelerinden ayrılan başakların bereketi tartışılmaz. 

İnsanın hayatta bir duruşu ve tavrı olmalıdır. Bencil duruş ve tavırların kendisinden başka kime ne faydası olur ki. Bohça değilsin, azık değilsin, ışık değilsin. Hadi söyle, nesin sen? 

Her köyün, her beldenin hatta her ülkenin sıradağları mutlaka vardır. Hatta insanlığın. Sıradağlar malum peş peşe uzarlar. Kimileri bu sıradağların başlangıcıysa kimileri de sonuncusudur bu dağların. Öyle görürler kendilerini nedense. Taş yapılı dağlar olduğu gibi, kar başlıklı dağlarda vardır.  Aslında dağlar coğrafi duruşları yüzünden hep bir engeldir. Aşılması zordur kısaca. 

Yunus Emre şiirin bir kapısını açansa, bizim şair dostların kimi, sonuncusu gibi görürler kendilerini. Arada gelip geçenler sıradağların bir parçası. Gerisi ıvır zıvır işte.  Bu dağlar geçit vermediği için borularını öttürüp dururlar vesselam. 

Kendini küçümseyen insanların, kendi kendine duyduğu saygı büyüktür. Sıradağlar kendini büyük gördükleri için, kör bir arzu, kendilerine has tutku ve korkuyla yaşar giderler.

Doğayı gözleyen ve içinde yaşayan biri olarak benzetme ve yakıştırmalarda bulunmanın negatif yönleri var mı, yok mu tartışılır. Kiminin sıradağlarında güle de bülbüle de yer yok cancağızım. Madde ve manaya açık olan gönül esasen gül bahçesine benzer ki,  arı bir kalple marifeti, bilgiyi, irfanı donanan insan huzur bulan, huzur veren yöne yönelir. Kendini sıradağlara konumlandıran insan dağların bahçıvanını unuttuğu an kendi zindanındadır. Allah korusun, Allah Korusun!

Yörük göçlerinden yola çıktığımız bu yazı anlaşılmaz bir hal aldığı düşünülebilir. Yazarlar her yazdıklarının anlaşılır olmasını istemezler. Bazen anlaşılmamayı tercih etmek de bir yoldur.

Hissettiklerimi harf harf, kelime kelime, cümle cümle yazıya dökme yürekliliği gösterdim. Mesele bu. Sizden isteğim yazdıklarımda yalnızlığımı defedin yeter. 

Sağlıcakla..

27 Aralık 2022 Salı

DÜŞÜNCE

 

Hanemizde altı baş idik. Biri kız üç erkek kardeş. Zenginlikti hanenin içi. İş paylaşımı, aş paylaşımıyla huzurluyduk gerçekten. Topraktan çıkardığımız rızkı paylaşırdık el birlik. Önce birer birer evden ayrıldık, sonra köyden. Dört kardeşin arasına uzak mesafeler girdi. Her birimiz yeni haneler diktik şehir yerlerinde. Diktikçe yeni ihtiyaçlar çıktı karşımıza. Her yeni ihtiyaca yetişmek için didindik durduk.  Her didiniş selamı sabahı azalttı. Düğün, bayram, cenazelerdeki buluşmalar azaldı gün gün.  Sonra akranımızın, komşumuzun çocuklarını tanıyamaz hale geldik.

Akranlarımızla oynarken birlikte kanardı dizlerimiz. Mahalle arkadaşlığı kavramını yitirdik vakit vakit.

Tüm çocuklar sokak oyunlarının oyuncusu aynı zamanda kahramanıydı. Oyunların bile üreticisiydik. Ürettik ve tükettik. Kendi ürettiklerimizi bile zamanın değeri içinde değersizleştirdik. Mahalle arkadaşlığı yerine sosyal medya arkadaşlığı peydahlandı bilmeden tanımadan. Sosyal problemleri beraberinde getirdi bilinmeyen arkadaşlıklar. Uf uf!..

Oyuncağa boğsak da çocuklarımızı, biraz oyunla fırlatıp attılar. Attıkça biz yenilerini aldık durmadan. Kendi oyuncağını üreten çocuklar kadar mutlu edemedik yine de. Tüketimin kahramanı olma yolunda eskitmeye eğilimli hale getirdik. Tablet ve telefondaki çizgi filmler eşliğinde beslemelerini gerçekleştirdik.  Evi dağıtıp kudurmasın, saatlerce sessiz sedasız kalsın diye televizyondaki çizgi filmlerin karşısına oturttuk.  Çizgiler baş kahramanları oldu. Oturttuğumuz çocuklar toplumun sosyal faaliyetlerinden bile uzak duruyor. Sosyal medya dünyası haline geldi çünkü.

Yetişmenin zorlaştığı ihtiyaçlar çoğaldıkça anneler de çalışmalı dedik.  Çalışsın!.. çalışırken bıraktık çocukları kendi yalnızlığına. Ebeveynsiz halleriyle ne yaşadıklarını bilmeden, düşünmeden.  Kendi çocuklarımızla ilgilenecek vakti tükettik. Şefkate muhtaç çocukları vermemiz gereken şefkatten mahrum bıraktık.

Herkes kendine dönüp baksın. Yetişkin çocuklarımızın her biri başka şehirlerde uzak kentlerde. İmkânı olanlar torun bakmak için uzak şehirlerin yolunu tutuyor. Yolu tutabilmek önemli. Ya tutamayanlar. Sevgiden, ilgiden, alakadan, birlikten uzak yeni bir nesil başımıza inşallah yeni sorunlar çıkarmaz.

Kötü olan her şey zayıf kalıştan çıkar. İlginin alakanın zayıflığı korkutur beni her daim.

Her düzgün alışkanlık insanı zarif kıldığı gibi huzurun zarafetini de beraberinde getirir kardeş!

Bazen küçük ayrıntıları düşündükçe, eksikliği fark ettikçe iç huzurum bozuluyor. Tek başına düşünmem yeter mi? Ne mümkün!

Yüzeysel bilgiye sahip olmak çok zevkliymiş. Benim gibi yüzeysel bilgi sahiplerinin özgüveni de yüksek oluyor nedense. Yabancı dili az bilenin, iyi konuşandan daha keyifli durduğu gibi.

Düşünen insanların gözümdeki büyüklüğü(!) farklıdır. Düşündükçe gelişir insan. Geliştikçe toplumsal faydası çoğalır. Çoğalan faydayla artar huzur.

Bu yazı yüzeysel ve de yetersiz bir bakışla düşündüklerimin kelimelere dökülmüş halidir. Belki de yaşamsal bir yolculuk kendimce. Duyguların derinliğine inip çitileyip kurutarak öne sermek apayrı bir uzmanlık. İçine koyacak bir şeyleriniz varsa vaktin cebi çok.

Haydi hayırlısı. Sağlıcakla

26 Aralık 2022 Pazartesi

ÖLÜM VE MESAFE

 

Dünya hayatının geçiciliği muhakkak ve gerçek. Geçici bir heves ve sınırlı nefes sahibiyken, aynı zaman da oyalanmadan ibaret olan bir nimet. Canımızın bile gerçek sahibi kendimiz değilken, hırsımıza, doyumsuzluğumuza, bencilliğimize, cimriliğimize bakar mısınız?

Frigyada köle olarak doğduğu bilinen filozof Epiktetos “ölüm daima gözünün önünde olsun. O zaman asla adi endişelere düşmezsin ve maddi hiçbir şeyi hırsla arzu etmezsin demiştir. Bu anlam da Yunus’un daha anlaşılır sözleri vardır mesela. Mal da yalan mülkte yalan. Al biraz da sen oyalan misali…

 Malı, mülkü, makamı mevkiyi, şanı şöhreti velhasıl maddi zenginlikleri hava atma aracı, büyüklenmek için gerekli görmenin esaretini birazcık(!) bilmek gerek.

Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde;

“Neylersin ölüm herkesin başında

Uyudun uyanamadın  olacak.

Kim bilir nerde, nasıl kaç yaşında.

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında..” diyerek hatırlatma yapmıştır.  

Of of! dünyaya sığamıyoruz dünyaya.. evlerin içinde basıyor daraltı, yeryüzü kibrit kutusu geliyor çok vakit.

Krallar, imparatorlar, hanedanlar, hükmedilen topraklar….nelere hükmetmiyor insanoğlu. Ölüm karşısında bitiyor tüm ihtişam. Ölümün hakimi kim, ya taşıdığımız canın?... Ölüm karşısında malını mülkünü, sahip olduğu zenginliğin ihtiyaç sahiplerine verilmesine razı olmayacak kaç kişi çıkar acaba…

Küçücük kılcal tıkanma, nefes almadaki zorluk için neleri feda etmez ki insan.  Feda etsen de hükmü nedir ki insanın… Benimdir dediğimiz can ve hayat kendimizin değilken malın mülkün sahibi biz nasıl oluruz?

Gazneli Mahmut;

Yoklansın kafası mezarda her ölenin

Farkı var mı bakalım, hükümdarla kölenin? diyen sözleri bize hangi erdemli hal içinde olmamız gerektiğini açıklamaya yetmiyor mu?

Yunus’un,

“Ana rahminden geldik pazara

Bir kefen aldık döndük mezara” mısraları neyin anlatımı acaba? Fizyolojik ve biyolojik kapasitemiz oldukça sınırlıyken neyin hesabındayız ki biz? Kaplayacağımız alan bedenimiz ölçüsündeyken sokaklardan, meydanlara taşmanın hesabı neyin de nesi. Ah ki ah!

Allah yapıp ettiklerimizden hatta niyetimizden bile haberdar olduğuna göre, süresi gelen her canın geriye kalmadığını bildiğimiz halde, ölüm bizim mayamızken nelerin meylindeyiz biz. Of! of!

Malımızdan, mülkümüzden, paramız pulumuzdan, bilgimiz ve yeteneğimizden, düzgün duruşumuzdan, gönül güzelliğimizden velhasıl varlığımızdan olumlu katkı yapmanın hesabında değilsek mezara nasıl sığacağız ki?

Oysa doğduğumuz gün ölmeye başlamıştık biz. Ya işte böyle!

Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden;

Soruversem; Haberin var mı öleceğinden..(Necip Fazıl Kısakürek). 

Sağlıcakla..