29 Şubat 2016 Pazartesi

OYUN- BOZAN-LIK


Şu çocukluk oyunlarım unutuldu, unutulacak. Çelik-çomak, sıra kayası, dokuz kiremit, sek sek, körebe, mendil saklama, dokuztaş, beş taş, üçtaş. Şimdi anlat deseler pek çoğunun ayrıntısını ortaya koyamam belki de. Oyunbozanları say deseler bir çırpıda sayarım herhalde. Sınıfta ekip çalışmasında bile grup bozanlar olurdu. Oyunbozanlar, kişilerin belleğinde olduğu kadar toplumların belleğinde de iz bırakıyor. Oyunda bile dürüstlüğe ihtiyaç var aslında. Körebe dediğimiz en basit oyunda dahi hileye başvuranlar olurdu. Hileye başvurmak genle mi, kanla mı yoksa eğitimle ilgili bir sorun mu yıllardır anlam veremem.
“Oyun bozmak” deyiminin hem olumlu hem olumsuz yanları var. Birinci durum, kurnazlık yaparak geneli yanıltmaya yönelik oyunun bozulması. İkinci durum normal mecrasında giden, genelin onay verdiği olumlu bir durumu sekteye uğratmak. Bu benim izahım. Farklı şekillerde tarif etmek mümkündür herhalde. Ya da çok daha geniş sahada olayı irdelemek.
Sek sek de bile çizgiye basar, basmadım der. Oyunu sabote etmek için bire birdir kimileri. Çocuksu bilinçle böylelerini bilir o tiplerle oyun kurmak, oynamak istemezsiniz. Kimileri de vardır, her oyunda bir bahane yaratıp anneye koşar şikâyete. Bazen anne kavgaları çıkar bu yüzden. Hatta hukuk savaşlarına uzanan süreç. Hay Allah!..
Aklımız erdiğince elli altı yıllık ömrümüzde o kadar çok oyun, bir o kadar oyunbozan gördük ki… Sorma gitsin!
Centilmenliğin öne çıkması gerektiğini düşündüğümüz sporda bile o kadar çok oyun ve bozanı ajanslara  baş malzemeyse… Gerisini siz düşünün. Geçtiğimiz günlerde üst liglerdeki futbol karşılaşmalarındaki oyunbozanlıktan dert yandı kulüp ve taraftarlar. Yerel takımlarımızdan Linyit maçını yöneten hakemin oyunbozanlığına ver yansın etti seyirci.
Dünya çapında kurulan oyunlar, bölgesel oyunlar, siyasi oyunlar. Of of!  Oyun üstüne oyun. Hele bunlar ne sek seke ne de kör ebeye benziyor kardeşim. Bazen şikâyet edecek anne bile bulunamıyor.
Hal bu ki her oyunun kuralı var. Kural dışı davranmanın da bir bedeli. Sporcu hakemin görmezinden vuruyor tekmeyi. Hakem görmezlikten gelebiliyor. Hukuki olarak kurulan oyunlarda bile ne çok insanın canı yandı. Oyun bozulmasaydı ne canlar yanacaktı daha.. Aman Yarabbi!
Güney sınırlarımızda kurulan oyunlar cidden can yakıcı mesela. Yüz binler öldü, milyonlar sakat. Kimi evsiz yurtsuz zır zımbıldak ortada. Kim nasıl bozacak bu oyunu, kim kime şikâyet edecek. Vallahi insanın aklı duruyor. Ben çocukluğumun oyunu sek sekten bahsederken oyun içinde oyun üretiyor dünya. Öylesine dikilip kalıyor, “ben senle oynamam” bile diyememe noktasında kalıveriyorsunuz. Oyunu bozacak bir babayiğit çıkmıyor. Nasıl çıksın? İnsan oyun oynayacak(!) kimse bulamıyor sonrasında ortalıkta. Oyunlar oynandıkça güven bitiyor. Güvenin, hakkın hukukun, kuralın olmadığı dünya mutlu olabilir mi? Bir kere güvensizlik hortladıkça olumlu sonuca varmak zorlaşıyor. Oyun kurucular oyunun adı sek sek olsa bile dürüst olmalı. Oyun ütmek adına kurulunca dürüstlük peşin peşin rafa kalkıyor.
Bel bağladıklarımız, birlikte oyun oynadıklarımız bir bakıyorsun başkalarıyla başka oyunlar kuruyor. Nerde kaldı güven?
Allah korkusunun varlığı hakta, hukukta, birlikte iş yapmada hatta çocukça oyunlar oynamakta bile güveni tesis edecek unsur. Yoksa yazık olur sek seklerime.
Güvenirliğin sadece kişilere değil dünya milletlerinin mutluluğuna bile katkı sağlayacaktır.
Bir türkümüzün sözleri şöyle; Güvenemem servetine malına/Umudum yok bugün ile yarına/Toprak beni de basacak bağrına/ Adaletin bu mu dünya?...

Adaletsizliği hortlatan insansa, yazık olmuyor mu insanlığa. Velhasıl oyunbozanlık bazen iyi bazen kötü. Sağlıcakla.

27 Şubat 2016 Cumartesi

ÇOCUKSU HALİM

Hiç uçağa binmedim ama yüksekten seyrin hayalini yaşamışımdır hep. Belki de bu yüzdendir gökyüzüne baktıkça merakım artar. Köyün gökyüzü hele gecelerde bambaşkadır. Bir de arazideyseniz sorma gitsin. Ayın doğuşunu seyretmek keyiftir mesela. Ufuktan usul usul yükselişini, yükseldikçe kazandığı parlaklığı keşfe koyulursunuz. İnsanda yükseldikçe aydınlanır mı bilmem ki? Gece ilerledikçe uçakların seyir yollarını bellersiniz. Gözünüzle eşlik edersiniz bir vakit. Bu seyir çocukça gelebilir. Gecelerde eğlencedir insana. Sahi, yalnızlığınızı unutturur bir de. Samanyolu yıldız kümesine ilişirsiniz bir vakit. Ona dair duyduğunuz hikâyelere yeni hikâyeler eklersiniz. Taaa ilkokulda adını duymuş olduğunuz büyük ayı, küçük ayı yıldızlarını bulmaya çalışırsınız. Buldukça yönlerin tarifine soyunursunuz durduk yerde. Uzayın derinliklerine daldıkça Jüpiter’i, mars’ı tanımaya meyledersiniz. Belki de bu meyille ilkokul öğretmeniniz karşınıza dikilip “ne olmak istersin” diye soracak olsa pilot ya da astronot cevabını verirsiniz.
Daha yazının başında hiç uçağa binmediğimi söylüyorum ki, kurduğum hayalin çocuksuluğunu keşfedin, geri kalmışlığımı anlayın diye. Anlayın ki siz kaç adım ileride olduğunuzu fark edin, bu farkın büyüklüğüne soyunun diye. Hatta sizin hava atmanıza fırsat tanımak içindir bu kardeşimm!
Ben böyleyim işte. Hamama gitsem, denize girsem belime su kabağı bağlayasım geliyor hala. O kadar ceset toplandı ki son yıllar denizlerden!. Bir de yüksekten düşenleri gördükçe ben fena oluyorum önce. Gerçi bazı yüksekten düşenlerin her parçası maddi olarak bir değer taşıyor. Bunu nerden biliyorum?…Geçen yıllar göktaşı düşmüştü de ufacık parçaları bile döviz cinsinden alıcı bulmuştu. Gerçi bu da ayrı mevzu, kim bilir.
Çocukça düşlerin saflığına inanırım ben. Hatta çocukça keşiflerin geliştiren bir yanının olduğuna. Bu inançla düşler kurar durarım. Belki de düşler kurduğumu sanırım. Sandıkça çoğalır hikâyeler. Hikâyeler çoğaldıkça yaşama tutunur gideriz işte.
Çocukluğumda çok da çobanlık yaptım mesela. Çobanlık dediğim iki öküz bir inek. Çobanlığım sürdükçe tanımışımdır onca bitkiyi. O yüzden sayarım bir çırpıda kuş pidesini dede sakalını. Bu yüzden bilirim çoban aldatanı, arı kuşunu. Şimdiki nesle teogda aşağıdakilerden” hangisi kuştur” desen fili işaretleyenler olur. Denemesi bedava.
Doğa insana çok şey öğretir çok. Çobanlık bile. Hayvanın sırtında onca sinek,  börtü böcek dolaşırken bile çocuksu bakışla neleri fark etmezsiniz ki. Yaşamak için yaşatmayı bellersiniz ilk başta. Doğada her ne varsa hangi görev tanımlaması ve koduyla yaratıldığını kavrarsınız. Kın kanatlılardan bok böceğinin bile.
Oysa biz insanoğlu öylesine evrim geçiriyoruz ki sorma gitsin. Gözledikçe kavgaya meyilli insan evladı olup çıkıyoruz. Gözledikçe hır çıkarmaya meyilleniyoruz. Karşımızdakini alt edelim de varoluş sebepleri n’olursa olsun. Oldu mu ya….
Gözlerimizle görmeye, gönlümüzle hissetmeye çalışmak ne insani bir şey. Görüp de düşünmemek ne büyük kolaylık ya da gaflet. Of of!. Bazen biz bize engeliz, hatta kendimize. Engelli davranışları gördükçe çocuksu düşlerimi çoğaltmaya çalışıyorum. Kimi vakit uzayı, kimi vakit yeryüzünü yeniden keşfe koyuluyorum. Koyulurken göynülüyorum. Göynüldükçe daha net tartılıyorum. Tartıldıkça hafifliyorum.
Kavgaya meyilli hangi insan sağlıklı düşünebilir. Hangi mutluğun tam olarak farkına varabilir ki. Kavgaya meyillilik hastalık değilse nedir? Soruları çoğalt da çoğalt. Nereden nereye…

Benim çocuksu halime ancak türkü söylenir. Dağlar dağladı beni/Gören ağladı beni. Sağlıcakla

24 Şubat 2016 Çarşamba

HAS EKMEK



Cemreler bir bir düşüyor. Çiğdemler sarıya patlarken bahar şubattan el sallıyor. Ühhüü!, aldanmayın kış güneşine dese de anam, ona inat sırtları ısıtıyor. Menekşeler ilçemin bulvarlarında allı morlu boy gösteriyor. Gösteriyor göstermesine lakin bizim hanımın kulağı camdaki ajanstayken kaşları yukarı yukarı kalkıp kalkıp iniyor. Hay Allah! Bilirim bu durum hayra alamet değildir. N’oldu demeye fırsat kalmadan mırıltılarından anlıyorum ahlarını. Bedduanın biri ötekine ulanıyor. Biliyorum ülkemin huzuruna göz dikenlere, hır çıkaranlara ilençler savurduğunu. Duaya dur diyecek olsam da, hiddet artmış, sinir kabarmış, nafile. Bıraksam sınırda nöbete çıkacak kadın. Hiddetten gözler şelale olup çağlıyor. Of Allah’ım!
Baharlı bir yazıya yelken açarken gördünüz mü olanı. Analarımız daha doğrusu kadınlarımız iyidir. Hanyayı Konyayı bilmese de; Cesurdur, merhametlidir, sabırlıdır. Bunu yarım yamalak da olsa okuduğum tarihten bilirim. Çanakkale’den, İstiklal harbinden, Sarıkamıştan bilirim. Ölene dek Çanakkale’ye giden erini bekleyen anaların hikâyelerinden tanırım. Yaktığı türkülerden bellerim düşmanı. İnançları inancımızdır kadınlarımızın. Bu yüzden baharı dolarım dilime. Anaların ahının iblislere yeteceğini bilirim. Bu rahatlıkla dokunurum klavyeye. Neyse..
Bahar iş- güç demektir bir diğer yandan. Toprağın telâşesidir. Bilmek bellemek gerek. Toprağa atılan her tohumun çoğalması demektir bahar. “Allah’ın ambarına attık” derdi Anam. Allah’ın ambarına atmanın sevincine dururdu her daim. Bu sevinçle tüketirdik kepekli ekmekleri. Koçanlı köy mısırını bulgur kazanlarına atardık temmuz sıcağında. “Bu bulgur, bıldır ki bulgur” tekerlemesinde yarışırdık yarenlerle. Francalıyla yıllar sonra tanıştık. Tanışmaz olaydık keşke. Her hanede ekmek teknesi olurdu. Evin yazlık bölümüne yaygılarını serer, ahşap yapılı tekneye su değirmeninde öğüttüğü buğday ununu döktü mü değmeyin keyfine Anamın. Hamurun özünden dem vurup keyifle ekşi maya katardı içine. Üf üf!
Günah olmasın ekmek değil bunlar diyor şimdi Anam.  Hakikaten hastı ekmeğimiz has. Ayrıştırma yoktu. Buğday kabuğunda ve kabuğun altında bulunan proteini, nişastası, karbonhidratı, minerali hepsi tam tekmildi.  Bu yüzden bağırsak problemi olmazdı insanlarda. Şimdi her ne kadar ayrıştırılan beyaz una kepek atılıp esmer hale getirilse de gerçek oranı tutturmak zor mu zor.Unun hikâyesini bile bilmiyor çocuklar şimdi. Bağları koptu toprakla kardeşim…
Bir de Zika çıktı son zamanlarda. İblis denk durmuyor. Benim aklımda biyolojik savaşlara takılıp kalıyor. Kuş gribi, Kırım Kongo, domuz gribi, Çin gribi, kenesi derken birde sivrisinek çıktı başımıza. Böceklere dokunmaktan korkar olduk. Koruyucu elbiseler giyeceğiz doğaya çıkarken. Bu korkuyla nasıl yaşanır. İlaçsız bitki yetiştirmek mümkün gözükmüyor son yıllar. Of, Of! Nesiller için kaygıya kapılıyor insan. Kapıldıkça ilence duracağım ben de. Zurnanın zırt dediği yerin farkındayız hepimiz. Çağdaşlık derken, uygarlıktan dem vururken yutturuyorlar insanlığa hapı. Terörden öte bir şey bu kardeşim. İnsanlığın eksenini kaydıracaklar bu gidişle. Silahlı haydut salmıyorlar üstümüze sadece. Gel de kaygılanma. Gel de rahat uykular uyu. Gel de hanıma katılma..

Baharlı yazılar düzecekken “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı” türküsünün melodisi dilime dolanıyor. Bu dolanışla düşler düşünceye karışıp gidiyor. Şimdi dua zamanı. Sağlıcakla.

21 Şubat 2016 Pazar

SEVİNİR MİSİN?


Geriye bak da seyret üç kıtanın rengini
Şimdi öksüz ovalar dersem sevinir misin?
Osmanlıyla bulmuştu onca toprak dengini
 Yolların defterini sersem sevinir misin?

Fışkırdı bir obadan Hakk’a akan pınarlar
Hayme Ana büyüttü koca koca çınarlar
Huzurla kucaklaştı en müstesna kenarlar
Makberin ölçüsünü versem sevinir misin?

Bir cihan ki görmesek bilmesek inanmazdık
Adalet duygusuna güvenip sığınmazdık
Osmanlının adını hiç anıyor olmazdık
Yükselişin sırrını sorsam sevinir misin?

Üç kıtada duyulur inançlı aşkın sesi
Adaletle vermişler aldıkları nefesi
Sırtında taşıyorken bir yumurta küfesi
İhanet çemberine vursam sevinir misin?

Hak olunca yürekte bedende heybete bak
Asya’dan Avrupa’ya sular gibi kıvrıl ak
Ne şanlı tarihtir ki alnı açık yüzü pak
Geçmişin hayalini kursam sevinir misin?

Demet demet çiçekler gönül huzur dingini
Üç kıtada yetişti onca gönül zengini
Sular bile koşturur bulunca hep engini
Geçmişimle övünüp sarsam sevinir misin?

Serap değil bir gerçek altı asırlık mazi
Peygamber ümmetiyiz askerimiz bir gazi
Hakka kumaş biçilmiş ellerinde terazi
Batıla batıl deyip kırsam sevinir misin?

Yükseldi minareler at koşturdu onca er
Semadan indirildi inandığı tek rehber
Tarihin defterine sıvanmıştır temiz ter
Geçmişimle avunup dursam sevinir misin?

Arda Meriç şahittir gerçekleşen define
Çöldeki kumlar bile kaybedilen hazine
Kimileri inanıp düşmanların tezine
Sineme ok sapladı dersem sevinir misin?

Çoban Çeşme sarılır tarihte şanlı ipe
Anlatılan menkıbe kulaklarına küpe
Hak olan yollardayım var mıdır ki bir şüphe
Düşmanın oyununu yersem sevinir misin?


14 Şubat 2016 Pazar

YÂRİM


Sende bellemişim aşkı sevdayı
Yürek başkasında bulmuyor yârim.
Dünyanın varlığı güneşi ayı
Gönül gözlerimde solmuyor yârim.

Saçının teline biçemem paha
Senden başkasını sevemem daha
Aşk ile gönlümde açtığın saha
Sevdayı dışarı salmıyor yârim.

Gözlerim gördükçe çoğalır yazlar
Önüme dikilir yeşerir bozlar
Sarıp kokladıkça duyduğum hazlar
Bugünden yarına kalmıyor yârim.

Zindana dönüşür bu ömür sensiz
Yorgunum argınım sanma nedensiz
Görenler şaşırır sanırlar cansız
Sensiz hanelerim dolmuyor yârim.

Nazlarım sanadır kederim sana
Tenin ilacımdır inan sen buna
Vallahi can verdin gönül kuşuna
Gerçeği demeden olmuyor yârim.

Yuvamın direği içimde sevdam
Yokluğunda hiçtir üstümde abam
Seninle çoğaldı sülalem obam
Sevdayı sayfalar almıyor yârim.

Duaya kitlenir dudağım dilim
Dal dal çiçek olsa başkadır gülüm
Bağımda toprağım yağmurum selim
Mevsimler kokunu silmiyor yarim

Çoban Çeşmesi’nin suları çağlar
Çiçekler içinde yaylalar dağlar
Yürekte çoğalır onca sevdalar
Bunu kimsecikler bilmiyor yârim.