Cemreler bir bir düşüyor. Çiğdemler
sarıya patlarken bahar şubattan el sallıyor. Ühhüü!, aldanmayın kış güneşine
dese de anam, ona inat sırtları ısıtıyor. Menekşeler ilçemin bulvarlarında allı
morlu boy gösteriyor. Gösteriyor göstermesine lakin bizim hanımın kulağı camdaki
ajanstayken kaşları yukarı yukarı kalkıp kalkıp iniyor. Hay Allah! Bilirim bu
durum hayra alamet değildir. N’oldu demeye fırsat kalmadan mırıltılarından
anlıyorum ahlarını. Bedduanın biri ötekine ulanıyor. Biliyorum ülkemin huzuruna
göz dikenlere, hır çıkaranlara ilençler savurduğunu. Duaya dur diyecek olsam
da, hiddet artmış, sinir kabarmış, nafile. Bıraksam sınırda nöbete çıkacak
kadın. Hiddetten gözler şelale olup çağlıyor. Of Allah’ım!
Baharlı bir yazıya yelken açarken
gördünüz mü olanı. Analarımız daha doğrusu kadınlarımız iyidir. Hanyayı Konyayı
bilmese de; Cesurdur, merhametlidir, sabırlıdır. Bunu yarım yamalak da olsa
okuduğum tarihten bilirim. Çanakkale’den, İstiklal harbinden, Sarıkamıştan
bilirim. Ölene dek Çanakkale’ye giden erini bekleyen anaların hikâyelerinden
tanırım. Yaktığı türkülerden bellerim düşmanı. İnançları inancımızdır
kadınlarımızın. Bu yüzden baharı dolarım dilime. Anaların ahının iblislere
yeteceğini bilirim. Bu rahatlıkla dokunurum klavyeye. Neyse..
Bahar iş- güç demektir bir diğer
yandan. Toprağın telâşesidir. Bilmek bellemek gerek. Toprağa atılan her tohumun
çoğalması demektir bahar. “Allah’ın ambarına attık” derdi Anam. Allah’ın
ambarına atmanın sevincine dururdu her daim. Bu sevinçle tüketirdik kepekli
ekmekleri. Koçanlı köy mısırını bulgur kazanlarına atardık temmuz sıcağında.
“Bu bulgur, bıldır ki bulgur” tekerlemesinde yarışırdık yarenlerle. Francalıyla
yıllar sonra tanıştık. Tanışmaz olaydık keşke. Her hanede ekmek teknesi olurdu.
Evin yazlık bölümüne yaygılarını serer, ahşap yapılı tekneye su değirmeninde
öğüttüğü buğday ununu döktü mü değmeyin keyfine Anamın. Hamurun özünden dem
vurup keyifle ekşi maya katardı içine. Üf üf!
Günah olmasın ekmek değil bunlar
diyor şimdi Anam. Hakikaten hastı
ekmeğimiz has. Ayrıştırma yoktu. Buğday kabuğunda ve kabuğun altında bulunan
proteini, nişastası, karbonhidratı, minerali hepsi tam tekmildi. Bu yüzden bağırsak problemi olmazdı
insanlarda. Şimdi her ne kadar ayrıştırılan beyaz una kepek atılıp esmer hale
getirilse de gerçek oranı tutturmak zor mu zor.Unun hikâyesini bile bilmiyor
çocuklar şimdi. Bağları koptu toprakla kardeşim…
Bir de Zika çıktı son zamanlarda. İblis
denk durmuyor. Benim aklımda biyolojik savaşlara takılıp kalıyor. Kuş gribi,
Kırım Kongo, domuz gribi, Çin gribi, kenesi derken birde sivrisinek çıktı
başımıza. Böceklere dokunmaktan korkar olduk. Koruyucu elbiseler giyeceğiz
doğaya çıkarken. Bu korkuyla nasıl yaşanır. İlaçsız bitki yetiştirmek mümkün
gözükmüyor son yıllar. Of, Of! Nesiller için kaygıya kapılıyor insan.
Kapıldıkça ilence duracağım ben de. Zurnanın zırt dediği yerin farkındayız
hepimiz. Çağdaşlık derken, uygarlıktan dem vururken yutturuyorlar insanlığa
hapı. Terörden öte bir şey bu kardeşim. İnsanlığın eksenini kaydıracaklar bu
gidişle. Silahlı haydut salmıyorlar üstümüze sadece. Gel de kaygılanma. Gel de
rahat uykular uyu. Gel de hanıma katılma..
Baharlı yazılar düzecekken “Bir
fırtına tuttu bizi, deryaya kardı” türküsünün melodisi dilime dolanıyor. Bu dolanışla
düşler düşünceye karışıp gidiyor. Şimdi dua zamanı. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder