24 Şubat 2016 Çarşamba

HAS EKMEK



Cemreler bir bir düşüyor. Çiğdemler sarıya patlarken bahar şubattan el sallıyor. Ühhüü!, aldanmayın kış güneşine dese de anam, ona inat sırtları ısıtıyor. Menekşeler ilçemin bulvarlarında allı morlu boy gösteriyor. Gösteriyor göstermesine lakin bizim hanımın kulağı camdaki ajanstayken kaşları yukarı yukarı kalkıp kalkıp iniyor. Hay Allah! Bilirim bu durum hayra alamet değildir. N’oldu demeye fırsat kalmadan mırıltılarından anlıyorum ahlarını. Bedduanın biri ötekine ulanıyor. Biliyorum ülkemin huzuruna göz dikenlere, hır çıkaranlara ilençler savurduğunu. Duaya dur diyecek olsam da, hiddet artmış, sinir kabarmış, nafile. Bıraksam sınırda nöbete çıkacak kadın. Hiddetten gözler şelale olup çağlıyor. Of Allah’ım!
Baharlı bir yazıya yelken açarken gördünüz mü olanı. Analarımız daha doğrusu kadınlarımız iyidir. Hanyayı Konyayı bilmese de; Cesurdur, merhametlidir, sabırlıdır. Bunu yarım yamalak da olsa okuduğum tarihten bilirim. Çanakkale’den, İstiklal harbinden, Sarıkamıştan bilirim. Ölene dek Çanakkale’ye giden erini bekleyen anaların hikâyelerinden tanırım. Yaktığı türkülerden bellerim düşmanı. İnançları inancımızdır kadınlarımızın. Bu yüzden baharı dolarım dilime. Anaların ahının iblislere yeteceğini bilirim. Bu rahatlıkla dokunurum klavyeye. Neyse..
Bahar iş- güç demektir bir diğer yandan. Toprağın telâşesidir. Bilmek bellemek gerek. Toprağa atılan her tohumun çoğalması demektir bahar. “Allah’ın ambarına attık” derdi Anam. Allah’ın ambarına atmanın sevincine dururdu her daim. Bu sevinçle tüketirdik kepekli ekmekleri. Koçanlı köy mısırını bulgur kazanlarına atardık temmuz sıcağında. “Bu bulgur, bıldır ki bulgur” tekerlemesinde yarışırdık yarenlerle. Francalıyla yıllar sonra tanıştık. Tanışmaz olaydık keşke. Her hanede ekmek teknesi olurdu. Evin yazlık bölümüne yaygılarını serer, ahşap yapılı tekneye su değirmeninde öğüttüğü buğday ununu döktü mü değmeyin keyfine Anamın. Hamurun özünden dem vurup keyifle ekşi maya katardı içine. Üf üf!
Günah olmasın ekmek değil bunlar diyor şimdi Anam.  Hakikaten hastı ekmeğimiz has. Ayrıştırma yoktu. Buğday kabuğunda ve kabuğun altında bulunan proteini, nişastası, karbonhidratı, minerali hepsi tam tekmildi.  Bu yüzden bağırsak problemi olmazdı insanlarda. Şimdi her ne kadar ayrıştırılan beyaz una kepek atılıp esmer hale getirilse de gerçek oranı tutturmak zor mu zor.Unun hikâyesini bile bilmiyor çocuklar şimdi. Bağları koptu toprakla kardeşim…
Bir de Zika çıktı son zamanlarda. İblis denk durmuyor. Benim aklımda biyolojik savaşlara takılıp kalıyor. Kuş gribi, Kırım Kongo, domuz gribi, Çin gribi, kenesi derken birde sivrisinek çıktı başımıza. Böceklere dokunmaktan korkar olduk. Koruyucu elbiseler giyeceğiz doğaya çıkarken. Bu korkuyla nasıl yaşanır. İlaçsız bitki yetiştirmek mümkün gözükmüyor son yıllar. Of, Of! Nesiller için kaygıya kapılıyor insan. Kapıldıkça ilence duracağım ben de. Zurnanın zırt dediği yerin farkındayız hepimiz. Çağdaşlık derken, uygarlıktan dem vururken yutturuyorlar insanlığa hapı. Terörden öte bir şey bu kardeşim. İnsanlığın eksenini kaydıracaklar bu gidişle. Silahlı haydut salmıyorlar üstümüze sadece. Gel de kaygılanma. Gel de rahat uykular uyu. Gel de hanıma katılma..

Baharlı yazılar düzecekken “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı” türküsünün melodisi dilime dolanıyor. Bu dolanışla düşler düşünceye karışıp gidiyor. Şimdi dua zamanı. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: