Hiç uçağa binmedim ama yüksekten
seyrin hayalini yaşamışımdır hep. Belki de bu yüzdendir gökyüzüne baktıkça
merakım artar. Köyün gökyüzü hele gecelerde bambaşkadır. Bir de arazideyseniz
sorma gitsin. Ayın doğuşunu seyretmek keyiftir mesela. Ufuktan usul usul
yükselişini, yükseldikçe kazandığı parlaklığı keşfe koyulursunuz. İnsanda
yükseldikçe aydınlanır mı bilmem ki? Gece ilerledikçe uçakların seyir yollarını
bellersiniz. Gözünüzle eşlik edersiniz bir vakit. Bu seyir çocukça gelebilir.
Gecelerde eğlencedir insana. Sahi, yalnızlığınızı unutturur bir de. Samanyolu
yıldız kümesine ilişirsiniz bir vakit. Ona dair duyduğunuz hikâyelere yeni hikâyeler
eklersiniz. Taaa ilkokulda adını duymuş olduğunuz büyük ayı, küçük ayı yıldızlarını
bulmaya çalışırsınız. Buldukça yönlerin tarifine soyunursunuz durduk yerde.
Uzayın derinliklerine daldıkça Jüpiter’i, mars’ı tanımaya meyledersiniz. Belki
de bu meyille ilkokul öğretmeniniz karşınıza dikilip “ne olmak istersin” diye
soracak olsa pilot ya da astronot cevabını verirsiniz.
Daha yazının başında hiç uçağa
binmediğimi söylüyorum ki, kurduğum hayalin çocuksuluğunu keşfedin, geri
kalmışlığımı anlayın diye. Anlayın ki siz kaç adım ileride olduğunuzu fark
edin, bu farkın büyüklüğüne soyunun diye. Hatta sizin hava atmanıza fırsat
tanımak içindir bu kardeşimm!
Ben böyleyim işte. Hamama gitsem,
denize girsem belime su kabağı bağlayasım geliyor hala. O kadar ceset toplandı
ki son yıllar denizlerden!. Bir de yüksekten düşenleri gördükçe ben fena
oluyorum önce. Gerçi bazı yüksekten düşenlerin her parçası maddi olarak bir
değer taşıyor. Bunu nerden biliyorum?…Geçen yıllar göktaşı düşmüştü de ufacık
parçaları bile döviz cinsinden alıcı bulmuştu. Gerçi bu da ayrı mevzu, kim
bilir.
Çocukça düşlerin saflığına inanırım
ben. Hatta çocukça keşiflerin geliştiren bir yanının olduğuna. Bu inançla
düşler kurar durarım. Belki de düşler kurduğumu sanırım. Sandıkça çoğalır
hikâyeler. Hikâyeler çoğaldıkça yaşama tutunur gideriz işte.
Çocukluğumda çok da çobanlık yaptım
mesela. Çobanlık dediğim iki öküz bir inek. Çobanlığım sürdükçe tanımışımdır
onca bitkiyi. O yüzden sayarım bir çırpıda kuş pidesini dede sakalını. Bu
yüzden bilirim çoban aldatanı, arı kuşunu. Şimdiki nesle teogda aşağıdakilerden”
hangisi kuştur” desen fili işaretleyenler olur. Denemesi bedava.
Doğa insana çok şey öğretir çok.
Çobanlık bile. Hayvanın sırtında onca sinek,
börtü böcek dolaşırken bile çocuksu bakışla neleri fark etmezsiniz ki.
Yaşamak için yaşatmayı bellersiniz ilk başta. Doğada her ne varsa hangi görev
tanımlaması ve koduyla yaratıldığını kavrarsınız. Kın kanatlılardan bok
böceğinin bile.
Oysa biz insanoğlu öylesine evrim
geçiriyoruz ki sorma gitsin. Gözledikçe kavgaya meyilli insan evladı olup
çıkıyoruz. Gözledikçe hır çıkarmaya meyilleniyoruz. Karşımızdakini alt edelim
de varoluş sebepleri n’olursa olsun. Oldu mu ya….
Gözlerimizle görmeye, gönlümüzle
hissetmeye çalışmak ne insani bir şey. Görüp de düşünmemek ne büyük kolaylık ya
da gaflet. Of of!. Bazen biz bize engeliz, hatta kendimize. Engelli
davranışları gördükçe çocuksu düşlerimi çoğaltmaya çalışıyorum. Kimi vakit
uzayı, kimi vakit yeryüzünü yeniden keşfe koyuluyorum. Koyulurken göynülüyorum.
Göynüldükçe daha net tartılıyorum. Tartıldıkça hafifliyorum.
Kavgaya meyilli hangi insan
sağlıklı düşünebilir. Hangi mutluğun tam olarak farkına varabilir ki. Kavgaya
meyillilik hastalık değilse nedir? Soruları çoğalt da çoğalt. Nereden nereye…
Benim çocuksu halime ancak türkü
söylenir. Dağlar dağladı beni/Gören ağladı beni. Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder