Geçmişe dönüp dönüp düşünüyorum, düşünürken düşlüyorum nedense. Soruyorum sorguluyorum çok şeyi. Yağ satarım bal satarım oyunları kuruyorum halka halka. Şimdiki çocukların kuramadığı oyunları kuruyor koklayamadığı nice kır çiçeklerinin kokusunu duyumsuyorum düşlerken.
Yapay kokulara bulaştırılmış
çocuklar kaç gerçek kokudan habersizdir bilmem ki. Hatta doğanın kaç renginden
mahrumdur? Gerçek olandan uzak çocukların içinden renkleri tanıyan kaç ressam
çıkar. Doğadaki türlü sesleri duymamış
kaç çocuktan müzisyen. Değirmen Yolu’nun yokuşunu yememiş, inişine tahtadan
arabalar sürmemiş kaç çocuktan mühendis olur? Suyun öyküsünü bilmeyen gücünü
gözleyerek görmeyen kaç çocuktan ilim adamı olur? Karpuz kabuğundan gemileri
yüzdürmeyen çocuklardan kaç senarist çıkar? Dereli kaplıcasında su kabağıyla
yüzmemiş olan kaç çocuktan gemilere kaptan olur? Olmasına olur da eh işte biraz
da yapay olur, yavan olur, zorlamaca olur kardeşim. Olsa da istisnalar hariç
derdi sadece adamlık olur? Kendi gerçeğinden uzak olur?
Yağ satacaktım, bal satacaktım
oysa. En tatlı yerinden başlamıştım yazıya. Tatlı yiyip tatlı konuşacaktım.
Durduk yerde klavye alıp götürdü sözcükleri kendince. Tüm planım alt üst oldu
açıkça.. Uf uf!....
Klavye parmaklarımdaki beceriyi
bile alıp götürdü. Yazının görsel biçiminden yazanı tanırdık biz. Bu filancanın
el yazısı derdik kolayca.. Harflerin, sözcüklerin dizilişine gösterilen özenden
yüzünü görmesek de karşı tarafın duygusunu çözerdik kolayca. Teknoloji esir
aldı sosyal hayatımızı. Bizim çocukluğumuzu kabzedemeyen teknoloji, bir virüsle
insanlığı hapsetti topyekûn. Sadistçe,
vahşice, insafsızca…
Hotanlı deresi, Duzalık yokuşu nice
gelin alaylarına tanıklık etti. Nice deyişleri tutuşturdu dillerde. Nice
hayallere, nice duygulara yoldaş oldu o yokuşlar. Mahramasını taşa serdi, İnce
göynem(gömlek) yelpaze dedi duygu duygu. O duygular ki yüreklerin en koyak
yerlerinde yer buldu. Tik tok’lar unutturdu en güzel gelin alaylarını. Repçi
salgınlar unutturdu Al kirezim, mor kirezim/ Elinde altın terezim diyerek ses
veren özden türkülerimi. Hassas teraziler tuttuğumu sanırken boynum bükülmüş ne
haber? Örfüm örselenmiş teknolojiyle.
Misket oynarken kuşlar gibi uçan ben, ekşi erik yemiş gibi yüzümü
buruşturuyorum istemsiz. İstemsiz diyorum, gönül dağlarımdaki zenginlik; gündüz
kuşağındaki entrikaları, evden kaçan kızları, ütmece oynayan karı kocaları
gördükçe kabullenemiyor da ondan.
Yakıcı ve de yıkıcı teknolojiler
nerden çıktı kardeşim, kim peydahladı bunları? Yazın yakıcılığına rağmen
içimizde bitmek tükenmek bilmeyen enerjimizle kendimizi serinletecek bir
meşgalemiz olurdu bizim. Havası bile olmayan bezden toplar tepişdirsek de kaygısızdık.
Sakindik, mülayimdik, hilesiz hurdasızdık. Dosttuk, dosdoluyduk ve dahi
musmutluyduk.
Bu mutluluk içinde yaşımız bile
aynı kaldı bizim. Oynarken öğrendik çok şeyi. Şimdi teknoloji oynuyor
çocuklarla ne haber!
Bir dileğimiz, bir müşgülümüz
olunca yaradana sığınmayı da öğrendik biz. Bu öğrenişle teknolojiyi insanın
mutsuzluğu üzerine kuranları sana havale ediyorum Yarabbi!
Yağ satarım, Bal satarım…..
Al kirezim, mor kirezim/ Elimde
altın terezim türküsüyle yolların yokuşundayım. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder