26 Ocak 2021 Salı

TOPAL AHMET VE GRAMOFON

 

 

Kelimelerin sırrı vardır.  Cümlelerin birikim adına topladıkları… Dilin kendi sırdır aslında. İnsan sırdır, yaşam sırdır, yaşanmışlıklar sırdır. Sırlara sığınırsınız, güvenirsiniz de kimi vakit. Sır sandıklarınız sıradandır belki de.. Hatta sır yanıltandır da.  Kim bilir?

Anamın çinko mutfak eşyaları oldu bir vakit. Toprak mutfak eşyalarının ardından hatta bakırın ardından belirdi onlar. Süt beyaz renklerin üstünde desen desen çiçekleri olurdu. Anam onları dizdi mi rafa keyfine diyecek olmazdı. Yeni ele geçirenler için göstermelik bir eşyaydı bir yandan. Rafların en görünecek yerine sıralanırdı büyüklü küçüklü. Alıcıydı al beniliydi.  Suyla, azıcık sabunla yıkasan alıcılığı hemen çıkardı ortaya. Kimyasal özelliklerini say desen benim gibi birinin sayması elbette mümkün değil ama birkaç çeşit sülfürden oluşmuş camsı görünümü olan bir kaplamaydı işte. Alt malzemeyi koruyan bir şey.

Düşmeye düşürmeye gelmezdi. Anam bunu bilirdi de “ sırını dökersiniz “ diye sıkı sıkı tembihlerdi. Ellemeye korkardık bu yüzden. Hay Allah!.. ne zaman yazıya heveslensem anam yetişiyor imdada. Anam da olmasa yazıya girecek hikaye yakalamak zor.

Sır dökülse alttaki malzeme ne işe yarardı ki? Yaşamın sırları olmasa yaşamın bile bir anlamı olmazdı belki de.  Yazının bu noktasında anlamsız ve yersiz duygulara mı savruluyorum bilmem ki. Sırlı kelimelerden sıyrılmak adına geriye eskilere yöneleyim ben yine. Eskilerle sır köprüsü kurabilirsem ne ala!..

Radyodan arkası yarınlar, Saniye Can’dan türküler dinlemekten öte sosyal icralar görmeyen bir nokta da üç günlük düğünlerimiz olurdu bizim. Düğünlerinde çalgıcısı veya çalgıcıları diyelim. Asarcıklı Topal Ahmet. Davulcu İsmela, gırnatacı Memedela.. Hisarcık ilçesindendilerde, yerel ağız pek çok ismi yuvarlayıp söylerdi. Topal Ahmet sazını çenesinin altına kıstırdı mı ağlatırdı kemanı. Kemanın çıkardığı içli ses yürekleri dağlardı. Hele Mehmedela gırnataya üfledikçe üflenen nefes su olur damlardı.  Damlayan su gırnatanın göz yaşı bile sayılabilirdi.Uf uf!

Yaşlılar oturak havası der, gençler oyun havası. Oturak havaları içli olurdu. Topal Ahmet gerçekten topaldı ama kemanesi değildi. Kemanın yayı tellerin  üstünde gidip gidip gelirken hüznü toplar, yüreği yoklardı. Yaşlı kesim yüreklerindeki hüznü kemanın sesine ortak ederlerdi. Hey gidi hey!

Bizim köyün “Musa” sı vardı bir de.. meczup demeyelim de garipliğin meczubu biraz daha doğru tarif olur herhalde. Köyde ki tek gramofonlu adamdı. Gramofonun türküleri dertleriyle buluşturduğu, diyemediklerini dediği için midir bilinmez, severdi. Dönemine göre bu yönüyle bir adım önde bile sayılabilirdi. Günde kaç plak çalardı, aynı plağı kaç kez döndürürdü bilinmez. Musa’nın hangi sırları vardı bilmem ki!.. Gıran Harmandan aşağı salındığında ince müzik sesi geliyorsa bilirsin ki Musa gramofon çalıyor. Gramofonu onun elinde görmüştük de taş plaklar sanatçılar kimdi bilmem imkansız.

Topal Ahmet oturak havasına girip hüzünden hüzüne koşarken elinde kaşıkla ortaya çıkan gençler bozardı havayı. Bir müddet görmezliğe gelerek inadına sürerdi yayı.

 Yine o yıllara aitti sanırım destancılar. Elinde basımdan çıkmış destanları satmaya çalışan kişiler görmüştüm Tavşanlı pazarında. Onları okuyarak satmaya çalışırdı. Destanlar da dokunaklıydı, acıydı, hüzündü. Sırı dökülmüş duygularıydı belki de insanımızın. Ortak acıları yaşamış insanların dilli düdüğüydü sanırım destancılar.

Bizim halkımız bilir ama söyleyemez, hisseder ama dillendiremez. Destancılar söyleyemeyenin söyleyicisiydi herhalde. Savaşları görmüş, hikayeleri dinlemiş insanlar için ezgiler yüreklerdeki sırrın dışa vurumudur.

Hey onbeşli onbeşli/ sokak yolları taşlı diyen ezgiler dillerde sallanırken, memleket şiirleri bir tutam çiçekken sırrı dökülmüş duyguyla bedensel aşk şiirleri düzenlere selam olsun.

Bunlarda benim ortaya dökülen sırrım sayın. Sağlıcakla..

Hiç yorum yok: