Gel de anlatma sen. Dönüp dönüp
geliyor hatıralar. İnsan anlatmak istemek de dirense de parmaklarım klavyeyi
zorluyor. Hay Allah!..
Kuş uçmaz kervan geçmez denir ya,
öyleydi köyler. Kuşlar geçerdi, geçerdi de uçuş istikametindeki uzak yerleri
meraka dalardık çocukça. Kuş olmaya bile özenirdik görmek bilmek adına.. Kuşlar
gelir geçerdi. Başka gelip geçenlerde oldu nice.
Kıvırcığın kamyonu vardı mesela..
Yörede “Kıvırcık” adıyla bilinen
nakliyecinin bedford kamyonun bizim köye gelişini hatırlamamak mümkün mü?.
Köyün sessiz ortamının toprak yapılı yollarında toz bulutu kaldırarak ve
böğürdeyerek gelişi hala kulaklarımda. Çıkardığı motor sesini duymamak
imkânsızdı. Mazot yanığına alışık olmayan burunlarımız egzoz kokusunu hemen
algılardı kardeşim. Ya şimdi? Dağ yansa haberimiz olmayacak. Organlar bile
alıştı kirliliğe!...
Bir başka gelip geçen buharlı
trenlerdi. Kara tren kısaca.
Demiryolu hattı da bizim köyün
birkaç kilometre uzağından geçerdi. Türkülere bile konu olan kara tren düdüğünü
çalarak gelirdi. Düdük çalma da bazı makinistler mahir mi mahirdi. Düdüğün
mateminden ağlayan yaşlıları bilirim mesela. Uzun seferlere asker yollamış,
gurbete sevdiklerini salmış insanlar o sesi iyi bilir, iyi tanırdı. Sesine biraz kulak kabartınca hangi yarmaya
girdiğini, hangi düzlüğe çıktığını bilirdik biz. Sessizliği bozacak başka araç
olmayınca bilinirdi gerçekten.
Kıvırcığın bedfordunun hava tüpü
tahliyesinden dızzztt! diye attığı hava sesi kadar kara treninde piston takımlarının çıkardığı
seslerde dikkat çekiciydi. Fasd fust, fasd fust…. Düüüüüüüüü, düü düt! Tekerin hıza göre ray eklerine vurdukça çıkardığı
ritmik sesler. Uf uf! Bu ek seslerinden
saatteki hızı bile ölçmek mümkündü. Tak
tuk, taka tak tukk.. takıdık takıduk..
vay be!...
İstasyon şefleri vardı lacivert
takımlı, iskarpin ayakkabılı. Yakalarındaki ay yıldızlı armaları ne hoş
dururdu. Bizim yarım yamalak giysilerimizin yanında filinta gibiydiler.
Köyle Demirli istasyonu arasındaki
yarım saatlik toprak yolu yürüyerek gelir, posta treninin gelmesini bekleyiş
apayrı öykü olurdu. Buharlı kara trenin Doksan yarmadan çığlık atarak çıkışı
sevincimize sevinç salardı. Çığlık atarak gelen o lokomotiflerden biri Tavşanlı
Garında seyirlik duruyor. Oradan her geçişimde döner döner bakarım eskileri
anmak adına.
Çocukluğun trenleri de,
istasyonları da hatta Kıvırcığın bedfordu da özeldir benim için. Deniz
araçlarını görmüş çocukluğumun çocukları için sandal, vapur ne kadar
kıymetliyse benim ki bir fazla gerçekten. Hey gidi hey!
Eskiyi özler mi insan, özlüyor
işte. Şu sıralar herkesin özlediğini hissettiğim eski kışlar mesela. Giyim ve
beslenme noksanlığı içinde kışların en ağır darbelerini yemiş olsam da
özlüyorum kardeşim. Ne güzelmiş eski kışlar, ne güzelmiş o yağışlar. Haberlerde
beyaz esaret diye diye kuraklığın
esaretinde kaldık şimdilerde. Dilleri hangi duaya vuracağımızı bilemez olduk ya
biz!. Yağışı özlüyor insan. Yağışı istiyor insan. Kar pekmezini özlüyor insan…
Özlerken dilime bir şarkı
dolanıveriyor. Güftesine bestesine siz girin ama ben birkaç satırında
kalacağım. Anılarr, anılarrr/ şimdi gözümde canlandılar/ anılarrr, anılar beni
bu akşam ağlattılar. Anıları anmak bile ilaç gibidir bazen. Hasretle
gönüllerimiz yanarken geleceğin düşlerini kurmak çıkış kapısıdır.
Dilimizde bir dua, Yağsın yağmurlar
yağsın! İçimizde çöl kalmasın. Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder