FİÇÇİYİ YUTMAK!
Halil Oral/ Tavşanlı
Yaşları kuşaklarla adlandırıyorlar
ya, ben hangi kuşaktayım bilmiyorum. Altmışı devirdiğimi bilecek kadar aklım
eriyor çok şükür. Benim hangi kuşağın içine girdiğimi bana siz söyleyin artık.
Nerden çıktı bu kuşak işi onu da anlatmak zor kardeşim. Benim meselem kuşakla filan
değil. Varlıkla yokluk, azlıkla çokluk,
açlıkla tokluk arasında gidip gelen yaşam hikayesini dolduran anılar ve
bu anılardan öne çıkan belki de bildik tecrübeleri hatırlatmak der/dim.
Hay Allah! Adam yine bilgiç laflar
edecek diyebilirsiniz. Bilgiçlik taslamak gibi bir niyetim asla yok. Yaşadıklarım, gördüklerim ve düşündüklerimi
anlatmaktan asla öte geçmeyecek.
Çocukluğum kırsalda geçti pek çok
insan gibi. Bundan şikâyetçi miyim? Asla.. Kırsal da imkânsızlıkların içinde
yetişmek çok şey öğretiyor çok. İmkânsızlık içinde imkân yaratma becerisi
kazanıyor insan kardeşim.
Çocukluğumda kazandığım bu
becerinin iş hayatında çok faydasını gördüm çok. En modern sanayi atölyelerinde
çalışmış birini küçük sanayide bir dükkâna soksanız apışır kalır. Alıştığı
teknolojik imkânlar, imkansızlık karşısında çaresiz bırakır be ya!... en modern
ölçüm aletleriyle milimetrenin yüzde birini, binde birini ölçmeye alışmış usta,
küçük sanayide kumpasla o hassasiyeti sağlayamaz. Ama sanayinin daimi ustası
onu göz ucuyla yine denk getirir. “Hadi ordan!” diyenler olabilir. Denemesi
bedava..
Bizim çocukluğumuz kırsalda
geçerken sanayi üretiminin kıt olduğu yıllardı. Buna siz şanssızlık
diyebilirsiniz ama şanstan yana tercih yapıyorum ne haber!.. Bu durumu
aptallığıma bile verebilirsiniz hiç gocunmam…
O imkânsızlık içinde kendi oyun
parkurlarımızı kendimiz kurduk biz. Hayal dünyamızı süsleyen, genişleten tüm
oyuncaklarımızı minnacık ellerimizle ürettik. Kumdan evler, çamurdan briketler,
ağaçtan taştan köprüler, kıvrım kıvrım yollar, gönlümüzde oluşan en muhkem
yaşam alanlarının kompozisyonunu gerçekleştirirdik.
Sırakayaları, seksekler, dokuz
taşlar, üç taşlar, mendil kapmacalar ve daha neler oyunlarımız arasındaydı.
Hayvanlardan elde ettiğimiz aşık kemiği, tahtadan, telden arabalar, gündöndü
sapından yaylı oklar, çatal dallardan sapanlar, derin dereleri geçmek için
“ayakçılık” denilen odundan mamul araçlar, kavallar, söğüt dalından kuş
düdükleri, bitki saplarından fiççi, yaş çam kabuğundan zurnalar… of of! daha
neler neler. İnanın say say bitmez. Yatağımızda ertesi günde üreteceğimiz her
bir oyuncağın hayalini kurardık biz. Kurardık da kavun, karpuz, kabak
kabuğundan sandalları sulara salıp arkasından bakardık. Bakarken çıktı Ahmet
Uluçay abimizin ‘Karpuz kabuğundan gemileri”.. yaaa işte böyle..
İnternet oyunlarından başını
kaldırmıyor çocuklar. Ne zaman? Aha bugün, şimdi..sonrasında bir sürü
psikolojik sorunlar, intiharlar, korkular, içe kapanmalar.. say da say.
Düşünme, hayal kurma, üretme, geliştirme becerileri taban yapıyor. Matematikte
fende sıfır çeken çocuklar haberlere konu oluyor. Olmaz mı, olur tabi.
Çocukların oyuncak alanındaki dünyalarını sanayinin eline bıraktık biz. Başında
bir yetişkin olmadan kendileri oyun kuramıyorlar oyun!
Oyun kurmayan, oyuncak kuramayan
çocuklar hayatlarını kuramaz kardeşim.
Şimdi çözdünüz mü benim kuşağı. Bu
noktada anamdan bahsetmeden nasıl ederim. “Sen işini kış tut yaz çıkarsa
bahtına” derdi.. çocuklarımızın oyun ve oyuncak dünyasını gözden geçirmemiz
lazım. Bu konuda ebeveynlere görev
düştüğü kadar belediyelerimize de iş düşüyor.
Bu mesele ciddi. Gereksiz konuşuyorsun derseniz fiççiyi(*) yutar geçerim.
Haydi hayırlısı.. Sağlıcakla.
*Fiççi: zurnanın ses çıkaran kısmı
*Fiççiyi yutmak: sesi kesmek, susmak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder