İnsan anılarla yaşıyor bazen.
Anılar beni mi izliyor ben mi anıları kovalıyorum ayırt etmek zor. Göçmen
kuşlar gibi dönüp dönüp geliyor kardeşim.
Renkler, sesler, kokular ne varsa diziliyor işte. Dizildikçe birikmiş ne
varsa yazıya dökme imkânı doğuyor. Yazıya dökmenin ne faydası olacaksa!..
Bizim ev aralıksız üreten fabrika
gibiydi. Yüke girecekler, aile içi tüketilecekler.. Yüke girecek olanlar pazara,
diğerleri evimizin değişik bölümlerinde oluşturulan saklama yerlerine.
Elektriğin, teknolojinin olmadığı şartlarda yerine, usulüne göre saklayabilmek
beceri işidir beceri.
Dört gözlü ambarımız vardı. Ambar,
içine farenin giremeyeceği sandık işte. Buğdayımız, arpamız dahası zahiremiz
orada saklanırdı. İhtiyaç oldukça oradan alınırdı. Süt ürünleri için sütlüğümüz
vardı mesela. Tarhanamız bulgurumuz, nohudumuz, fasulyemiz için ayrı saklama
yerleri. Un ve unlu mamuller için un evimiz bulunurdu. Kurutulmuş sebze ve
meyveler için ayrı saklama bölümleri. Bazı kavun gibi yaş meyveleri iple dizi
dizi asacak yerleri olurdu anamın. Evlerimizin yaşam açısından bugüne göre
eksikleri var gibi gözükse de üretim ve saklama yöntemleri açısından
donanımlıydı. Bu donanım sayesinde üretilen her bir şey uzun süre
saklanabilirdi. Bizim ev böyleydi de başkaları farklı mı? Tüm köy evleri
öyleydi. Hepsi doğal, hepsi donanımlı.
Teknolojiyle bir bozuldu doğallık.
Teknolojiyle bir, üreten fabrika olan köy evlerinin bacaları sustu. Evler suskunlaştıkça hazır sanayi ürünü
mamulleri tüketme alışkanlığı hortladı. Hazır hazır, hazır! Hazırı tüketme
kolaycılığına düştük el birlik. Niye ithal tarım ürünleri market raflarını
dolduruyor? Böreğinden yufkasına,
dolmasından turşusuna, türlü türlü konservesine hepsi hazır. Anamın evi böyle
değildi işte. Hazineydi hazine. Bahardan güze durmadan çalışan imalathaneydi. Anamsa hem üretim şefi hem de beden işçisi..
Uf uf! Kendi içinde üreten, kendi
ürettiğinden tüketen bir sistem vardı bizde. Bu sistem bozulunca değişti çok
şey. Değişen sistemle sırf tüketime
yönelik insan yığınları oluşmadı mı? Yalansa yalan deyin! Hazıra dağ mı
dayanır? Dayanmaz! Para pul yeter mi kardeşim!
Her şey hazır olunca yetmez işte. Yetmez de, ana babalar, şehirdeki çocuklarına
torba torba erzak yetiştireceğim, para pul denkleştireceğim diye didinir durur.
Çocuklarımız köyden kente
doluştukça kırsalda kendi kendine yeten insanlar, kendine yetemez oldu. Üretim
alışkanlıkları bozulduğu gibi beslenme alışkanlıkları da değişti. Değişen alışkanlıklar aspirin, opondan başka
ilaç kullanmamış pek çok insanı, pek çok hastalıkla karşı karşıya bıraktı.
Sebepler sonuçları doğuruyor bir
bakıma. Bu sonuçla restoranlardan yemek pozları veriyoruz el birlik. Rahmetli babam horanda eve toplanmadan
sofrada kaşık kıpırdamazdı. Ya şimdi? Kimin nerede ne yediği belirsiz. Bereketi
olmaz derdi babam. En çok da sofranın etrafına
toplanınca zikredilirdi şükür. Şükür önemliydi, şükür gerekliydi. Sofra;
doğaya, dolayısıyla Allah’a minnetin dillendirildiği anlardı kardeşim. Ya
şimdi? Şükürsüz bir duruş desem yalan değil.
Şimdi düşünme zamanı.
Ürettiklerimiz ve dahi tükettiklerimiz. Ölçü önemli!
Anılardan dem vurdukça, gözümde
öbek öbek toplandıkça içimde bir gam, bir gam sorma gitsin. “Değmen benim gamlı
yaslı gönlüme” türküsünden girip hüzün içeren ne kadar şarkı varsa dilimden
döküldü dökülecek. Bu esnada başlıyor hasretinle yandı gönlüm/ yandı yandı
söndü gönlüm/ evvel yükseklerden uçtu/ düze indi şimdi gönlüm.
Yüreklerin düze inmesi
temennisiyle.. Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder