Evindeki rahatı beş yıldızlı konfora değişen olur mu bilmem. Ben değişmem. Kim değişir? Ben değişirim diyenlerin hevesi üç gün sürer kardeşim.
Paşa dedem, babaannemin genç yaşta
ölmesiyle uzun yıllar yalnız yaşamak zorunda kaldı. Babam dâhil biri kız dört
çocuk sahibiydi. Hiç birinin yanında yatıya kalmazdı. Her biri ısrarcı olsa da
ııh illaki kendi evini tercih ederdi. Ev dediğin de ne ki o yıllarda basit
barınak işte. Uf uf! Dedemin gözündeki saraydı belki de o. Özgürlük alanı
olduğu kadar gönül dünyasının sığınağıydı belki de. O evde nefesini verip
gitti. Allah rahmet etsin. O günlerde anlam veremediğim yalnızlığı tercihi,
insan yaş ilerledikçe daha iyi anlıyor.
Yük olmamak yük almak. Çocuklarının
her biri için yük alamadığı bir yana yük olmak istemiyordu belki de. Bu
noktadaki duyguyu belli yaş üstünün çok iyi anlayacağını sanırım. Anam da
duygusunu tam ifade edemediği anlarda “ ata olun siz de görün’ derdi. Bu bir
duamıydı yoksa ah mıydı ayırt etmek zor. İnsan ana baba olunca duyguları
değişiyor. Evlat için vermek o kadar
kolaylaşıyor ki. Rahmetli anam” canımı isteyin canımı vereyim” derdi.
Fedakârlığa bakar mısınız? Çocuğu için can verebilmek… Uf uf!...
Allah’ım sana rahmetiyle muamele
etsin anam, babam ve de dedem. Biliyorum
ki dedemin duyguları da çocukları için aynıydı.
Palas pandıras evliliklerden nasıl
ebeveynler çıkar bilmem. Bildiğim ve de gördüğüm bir şey varsa parçalanmış
aileler. Üzülmemek elde değil. Yapacak bir şey var mı? Vardır, olmalı da… O
konulara girmek de apayrı bir mesele.…
Daha önceki pek çok yazımda
çocukluğumun geçtiği evin yapısından küçük küçük bahsedişlerim olmuştu
aslında. Ocak başı vardı evimizin her
odasında. Yüklükler, sütlükler, gömme
dolaplar, raflar, Uf uf.. daha neler. Ahşap yapılı çerçevenin kırık camında
rüzgâr ıslık çalardı bazen. Tuvaletler evin dış bölümünde olurdu. Ya işte
öyle.. ben böyle dedikçe kimileri saray
yavrusu gibi duruyor ama öyle değil işte. Üç kıtadan Anadolu’ya sıkıştırılma
geçmişi olan bir nesil. Yedi düvelin baskısı.. cepheler, savaşlar netice de pek
çok sıkıntı.
Çocukluğumun evinden bugüne geçen
50-60 yıl. Çok şey değişti çok. Şükretmemek nankörlük olur. Şükür, şükür,
şükür!… Hızla gelişen dünya ölçeğinde ihtiyaçlarda gelişiyor ve değişiyor
kardeşim. Her gelişme, değişme mücadele ve fedakârlık gerektiriyor. Dün cephe
cephe koşturan dedelerimizin fedakârlığını düşünün siz. Of of! Ayağında
çarıkla, olmayan tayınla cephede dimdik duran yiğit atalarımızı hayal edin.
Vatansız insanları tasavvur edin. Öleceğini bile bile ülkesini terk etmek
zorunda kalan mültecileri göz önüne getirin.
Ülkeyi eviniz, devleti ana baba
gibi düşünün. Zaten biz “devlet baba” demez miyiz? Ülkemizde evimiz kadar güzel
değil mi?
Senelik pantolonumun üstüne bir
pantolan almak isterdi babam. Bilirdim ve hissederdim ben bunu. İyinin iyisini
sunmak yüreğindeydi. Ama.. şartlar!!!?
Alişan Kapaklıkaya hocanın pantolon
hikâyesini dinleyenler beni daha iyi anlar sanırım.
Geçtiğimiz yıl ülke olarak o kadar
çok olumsuzluklar yaşadık ki sorma gitsin. Depremler, seller, cepheler, üstüne
pandemi.. Allah beterinden korusun.. şimdi babalığın en zor dönemi.. Her şeyi
babanın çözmesini beklemek kolaycılık kardeşim. Bizde çözebileceklerimizi çözme
yolunda gayret etmeliyiz. Sıkıştırma fırsatçılığından kurtulup çözüm üretme,
elden tutma hevesinde olmalıyız.
Uzaktan eğitim şartlarını düşünün.
Bu beklenen bir şey değildi, istenen de. Devlet zorluklara rağmen beş yüz bin
tableti en mağdurdan başlayarak okullara dağıttı. Yanlışsam düzeltin. Üç
milyonun üstünde öğrenci var. İlçemizi düşünün.. tableti olmayanları düşünme
sırası şimdilik bizde. İmkânı olanlar olmayanları düşünerek birlikte çözüm
üretelim. Bir kişiye ağır yük ama el birlik olursak çok kolay. Çocuklar
hepimizin..
Her hane bir öğününden fedakârlık
ederse bu meseleyi de çözeriz. Şu yağan karların hatırına, bu imece ye herkes
el atsın, tabletsiz öğrenci kalmasın. Bu her birimizin hevesinde de kalmasın.
Sendikalar, stklar herkes ama herkes iş başına..
Nereden nereye.. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder