3 Ocak 2021 Pazar

DAĞLARIN ADI SULARIN DİLİ

 


 Çevremizde pek çok şey vardır da, varlığının önemi yok gibi durur çoğu kez. Sıkıştığımızda ya da ihtiyaç duyduğumuzda fark ederiz. Fark edemediğimiz şeyler zenginliğimizdir aslında.

Oturduğum yerde dağlara takıldı aklım. Çevremizi çevreleyen dağlara kuş bakışı dalıp dalıp çıktım. Hay Allah! Oluyor böyle bazen bende.

Dağ deyince ürkütür insanı aslında. Engeldir, geçit vermeyen arazi parçasıdır. Şiirlere, türkülere, aşklara sevdalara, hasretliğe konudur da öylesine bakar geçeriz çok vakit. Dumanlıdır hep başı, yüreği dağlayandır. Yüreği yakandır. Derttir, tasadır nedense hep gözümüzde. Biz insanoğlu böylesine kötümser anlamlar yükleriz nedense.

Ressamlarda böyle mi bakar dağlara bilmem ki. En görkemli dağ manzaralarını fırçasıyla şekillendirirken başına kar kütlelerini koyuşu, soğuk duruşunu vurgulamaya dair bir eylem midir? Güneşle aramızdaki engel gördüğü için midir günü, dağın kıyı veya köşesinden usulca resmetmesi?

Kar neden önce dağlara yağar, yağmurları neden mıknatıs gibi kendine çeker bilmem ki. Neden başı hep dumanlı olur? Tam bilimsel bir konu. Bilimsel yanlarını bilimciler açıklasın bence. Dağların dili olsa da kendi haykırabilse başındaki dumanı çok daha güzel olur aslında.

Çevremizdeki dağları say deseler bir çırpıda sayamamanın korkusu sarıyor yüreğimi. Öğretmen karşısında ık -mık eden çocuk edasında kalmaktan korkuyor insan. Her gün gördüğüm, uzaktan seyrettiklerimi tarif edememek ne kötü.. Onlar benimle sürekli iletişim halindeyken, derinliklerinden en hayati yaşam malzemelerini bize sunarken ismiyle tanımamak ne hazin. Utancımı içimde gizlemeye çalışırken elim telefona telefona gidiyor. Orman Bölge Müdüründen öğrenme kolaylığına yöneltiyor aklım. Yuh olsun duyarsızlığıma, yuh olsun kayıtsızlığıma, yuh olsun vurdum duymazlığıma!.

Soluduğum hava, içtiğim su, etini yediğim keçi, sebze ve meyvesini tattığım dağların varlığından bi haber olmak ne derseniz deyin içimi burktu bugün. Evimin penceresinin bir tarafı Yaylacık’a bir tarafı Bodağan’a bakarken benim mutfaktaki musluğa bakmam ne kadar anlamsız. Uf uf!

Bu yazıyı okurken içinden benim anlamsızlığıma verip “ dert ettiğin şeye bak” deyip şarkılar bile mırıldanıyordur kimileri. Kim bilir? İçinden akıp gelen suların dili olsa da dağların yürek zenginliğini anlatsa bana. Anlatsa türlü nebatatı, bitkiyi, ağacı, börtü böceği, madeni de sevdalarım bir kat daha artsa. Anlatsa da Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü gibi türküler, şiirler düzebilsem dağlarıma. Düzerken Yaylacık, Bodağan  Alabarda, Taşlı dağ, Türkmen dağı gibi niceleri gözlerime dikilse. Eğrigöz’ün eğriliğine en kavi anlamları yükleyebilsem de dillerde  çağlayanlar gibi çağlasa şiirler. Karları yağdırsa Kütahya’nı dağına türküler. Dağları sevdadan delik deşik etse aşıklar. Of of!

Suyun hangi dağın suyu olduğunu, çiçeğin hangi dağın çiçeği olduğunu bilmek kadar güzel bir şey var mı? Bir çiçeğin kokusunu içimize çektiğimizde bütün zamanlar içimizde canlanır. Topyekûn dağların kokusunu çektiğinizi düşünün siz. Of Allah’ım! Neler canlanmaz ki!...

İnsanın sosyolojisi kadar önemlidir dağların sosyolojisi..İçinde yetişen nebatatların her birinin hikayesi yazılmalı aslında. Domaniç dağlarındaki kestanenin, Alıçın. Kantoron otunun bilimsel analizi olmalı..Esatlar dağından fırlayıp çıkan suyun insanlığı nasıl selamladığının destanı olmalı kardeşim. İçinde cirit atan yılkı atlarını resmetmek yetmez bana. Bir varmış bir yokmuşla başlayan masalları olmalı dağlarımın. Kulağımda fısıldaşan şarkıları olmalı. Sular şiirlerde akmalı, kuşlar uçmalı. Uçtukça, dağların sevdası yeniden depreşmeli.

Sahi neydi adı?.. Dağlar dağlarrrr…. Yolver geçem. Sağlıcakla

Hiç yorum yok: