Kışlar başladı ya, her günün, her
gecenin yarattığı yalnızlığın zenginliğine bürünüyorum. Zenginlik kelimesini
bilerek kullanıyorum bu cümlede. Tek başına olumsuz görünen anlama, yarattığı
tınıyla olumlu bir hava katıyor sanki. Okuyan zenginliği iyiye mi yormalı,
kötüye mi karar veremiyor en azından. Bu karmaşa içinde yazıyı sürükleyip
gitmeye niyetleniyorum hece hece.
Kuşlar zenginliğimi fark ettikçe
üşüşüyor camın denizliğine. Bakışları “çık da, gör” der gibi. Hava soğuk, ayaz
koyak… Hakikaten çık da gör!
Camdan yola baktıkça parladığını
görürsün yerin. Parlayan zeminde kayıyor insanlar. Parlayan yollarda, nice ölüm
haberi ekranın camında. Of ki of! Gel de yaşa zenginliğin keyfini. Zenginlik
lafını onca cümlenin arasına sıkıştırmaya çalışırken üç gün üç gecelik Hint
düğünlerinin milyar dolarlık harcama yoksulluğunda kal durduk yerde... Oldu mu
ya…
Kışlar resimlerde çok daha güzel
nedense. Hatta çok daha zengin. Bugün ressam dostların suluboya çalışmalarında
gördüm kışı. Görünce atasım geldi kendimi dışarı. Resimde bacası tüten evin
sıcaklığı sardı içimi. En azından yakacak vardı tek katlı evlerde. Dumanı
çıkmasaydı anımsayacak, anımsatacaktım en yoksulluğu. Ressam dostun fırça
darbesiyle göğe uzatıp unutmadığı duman ayrıntısı ferahlattı içimi kış hükmünü
sürerken. Yoksulluğu unutturdu en azından. İnsan kar beyazını seyre dalmışken
bacanın dumanı fark edilmeyebilirdi oysa. Görünce hissettim ev sıcaklığını. Komşuluğun
ayrıntılarına dalıp çıktım kendi içimde. Kış manzaralı resimdeki evlerin içinde
kaç kişi yaşadığına dair meraklı sorular sordum kendi kendime. Kış hükmünü
sürdürdükçe hangi sıkıntıların kıskacında kalabileceklerinin izini sürdüm
durduk yerde. Kış olmasaydı bunları düşünüyor bile olmayacaktım. Kış olmasaydı
kuşlar bile konmayacaktı cam önüne. Gördünüz mü zenginliği? Kar bulutları
döktükçe, döküldükçe azalacak yoksulluğum. Nelerin farkına varmayacağım ki ben.
Nice kış manzaralı resimde arayacağım beni. Beni ararken bulacağım belki de
benliğimi. Kaç urbasız çocuk seyredeceğim. Kaç delik ayakkabı göreceğim.
Bunların ayrıntısında yazılar düzüp yazları bekleyeceğim ben. Yeni yazlar da kendimden geçeceğim kim bilir…
Kendimden geçtiğim en yazlarda vuruyor olacağım yoksulluğun dibine.
Zorluklarda çaresizliği bilirim
ben. Yokluklarda imkânsızlığın yıkıcılığını tanırım. Çaresizliğin çehresini
sınarım. Of ki of!
Kışlar başladı ya yalnızlığın
zenginliğine bürünüyorum. Kek kokuları burnumda, patlamış mısırın yağ bulaşığı
parmak uçlarımda. Buğusu üstünde kahveler gözlerimde, kar beyazlığının
hoşluğunda kalıyorum. Hoşlukları yaşarken düşüyorum en boşluklara oysa. Oysalar bile doldurur mu düştüğüm boşlukları.
Her boşluk bir fırtına, her boşluk bir yeni kış mı bilmem ki? Bilmediklerim
bildiklerimin önüne geçiyor en kışlarda. Her geçiş zenginliğimi törpülüyor
durduk yerde. Törpülendikçe göynülüyorum. Göynüldükçe yüreği yoklamanın gücünü
buluyorum bedenimde. Buldukça bulmanın sevincini yaşıyorum.
Kışlar başladı ya… yalnızlığın
zenginliğine bürünüyorum. Elde birikmiş duygu yoksunu onca yazımı yamama
lüksüne düşüyorum. Düşerken düşünebilseydim keşke. Keşkelerim olmayabilseydi
tüm yazılarımda. Gecelerin karanlığına çakılıp kalmayabilseydim çok vakit. Zenginlik
saydıklarımı kurban vermeseydim zengin bildiklerime. Her kurbanla ben de kurban
olmayabilseydim yeniden.
Kışlar başladı ya.. yalnızlığın
zenginliğine bürünüyorum. Kışları suluboya resimlerde sevimli buluyorum.
Ayrıntının gözden kaçmadığını gördükçe bir daha bir daha seviniyorum. Sevinirken “geceler yârim oldu/ağlamak kârım oldu” türküsüyle uykulardan
uyanıyorum. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder