20 Aralık 2024 Cuma

ÖLÜMÜN EKSİKLİĞİ!

Köyün, köylünün işi bitmez. Güne günlere sığmayacak kadar yığınla iş vardır. Sıraya koymaya kalksan, insanın kafası karışır. Sırt üstü yatmayı özlersin kimi vakit. Tüm ayrıntıları biliyor olmam, yıllardır işlerin içinde yaşamam; gevezeliğime sebeptir. Bağışlayın, bağıışlayın!  Derdi olan konuşurmuş. Anlat anlat bitmez.

Yıl yorgunu, biraz da iş yorgunu yüreğim var kardeş! Anlattıkça yeniden yaşar gibi oluyorum çok şeyi. Anlatırken tekrar dertlensem de,  anlatının gerçekçiliğine vurulup, birilerinin başımı okşadığı filanda yok.  Kimsenin adamı değilim çünkü. Belki de o yüzden anlam katıyorum yaşama. Dudaklarıma yapışan geçmişin hüzünlü güzelliğini döküyorum ortaya. Ne olacağını bilmeden, neden niçin diye sormadan.  Yaşam değirmeninin ağır tonajlı taşlarına bedel ödeyerek, hatta “öf” bile demeden.

İnsan öğündükce ve öğütüldükce olması gereken şekline bürünüyor belki de. Yaşamın çarklarında öğütülmeyen insan, ölürken bile eksik kalırdı yeğenim. Öğütüldükce ölümün gerçekliğini daha iyi kavrar, kavratırsın. Kavradıkça daha doğru noktalara konumlanırsın.  Konumlandıkça; giyiminin süsü püsü olmasa da, sözlerin derinliğinde yaşamanın  güzelliğine erişirsin.

Hayat ağacının resmini çizip, türünü veriyorum; yaprak döken mi, dökmeyen mi diyerek. Yaprağını neden döker, dökülmese ne olurdu soruları bile derinliğe sevk eder insanı. Yaşamak, düşünmeyi gerektirir. Ağaç altında oturup, parklarda banklara kasılıp boş boş kaykılmak eksikliktir cancağızım.  Boşa dönmek, döndürmektir. Boşa alınan araç bile ufacık meyilde kayar gider.

Hangi mevsimsin sen? Bahar mı, yaz mı, kış mı , sonbahar mı? Böyle sorunca, ne olduğunu veya olmadığını anlar insan. Hangi bitkisin ya da hangi ağaç?  Her mevsimin, her bitkinin dünyanın işleyişinde bir rolü vardır. Sen hangi roldesin, hangi rolsüzlüğün kaygısızlığındasın?

Yazmak böyle bir şey. Köyden köylüden girdik, ay gün derken; cümleler kendi ciddiyeti içinde sorular savaşına büründü. Ciddiyet insanı sıkar bazen. Fakat ciddiyetin olduğu yerde huzur artar, güven çoğalır.

Duygusal düşünce yoğunluğu arttıkça, sanki evren kafamın içinde. Her bir duygu, her bir düşünce durmadan dürtüklüyor. Değirmen taşı  beynimde artan hızla dönüyor. Kim bilir, şarkılarda böyle çıkmıştır ortaya. “ Durdurun dünyayı başım dönüyor” demiş sözün şairi.

Derin duygular kendi içinde cirit atarken, milletin şikayet ve  ihbarlarını dosyalar almıyor. Uf, Uff! Ölümün  eksiksizliğinin kaygısından öteye geçiyor  çok şey. Huzur başımızı çevirince görülebilecek kadar yakın oysa.  Uf! Uff!...

Köyün, köylünün işi bitmez! Tembellikse insanı canından bezdirir. Farkına varmaz kimileri tembelliğin insanın kendine kötülük olduğunu. Her yokluğun altında tembellikler yatıyor kardeş.  Ben yazdıkça, aklında deli soruları biriktirip  fırsat kollayanları görür gibiyim. Köyde kimse kalmadı ki iş kalsa diyenlerin sayısı  gözden kaçmayacak nitelikte. Köyler kimsesiz kaldıkça arsızlaşır rüzgar. Kavunun tadı kaçar, buğday öz yitirir. Yitirişle bozulur aklın ayarı.

Köy içinde  vuuuuv, vuuuuuvv! Vuv, vuv,  vuv!  diyerek yükselip uzayan siren sesi. Sesten ürküp telaşeyle  uçuşan kuşlar, N’olmuş diyerek kulak kabartacak kimsesizliğin içinde akşam ajansının flaş haberi: Köydeki son kişi hastaneye getirilirken yolda öldü! Başımız sağ olsun. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: