Rahmetli anamın bunaldığı anlardaki öfkesi kendine olurdu. Çaresizliğinin çıkış yoluydu belki de. Yumruğunu göğsüne vurdukça, ağzından “ Naha Allah!” diyerek arkası gelen “ahlarla” alev dökerdi. Ötesi… o kadardı işte! Dahasına gücü yetmez kendi canını acıttığıyla kalırdı. Anası genç denebilecek yaşta ölünce üçü kız dört kardeşin en büyüğü olarak hayatın yükünü çekmek ona kalmıştı. Yüreği ezikti, duyguları yanıktı…anamla ilgili böylesine bir giriş yaptım bilerek ve hissederek. Ana deyince; konuya dikkat artar, duygunun boyutu yükselir. Asıl anlatmak istediğim konu, köylerdeki yaşam ve iletişimle ilgili. Yine yanık yine ezik duygular..
Köyün, köy muhtarı ve dördü asil olmak üzere sekiz
de azası olur. Köy imamı ve okulun müdürü de doğal üyesidir. Gerçeği söylemek
gerekirse muhtarda “odun olsun, bizden olsun” mantığıyla baskın sülalelerden
çıkardı.
Köy okullarına gönderilen
öğretmenler, köylerin kalkınmasına yön veren yol gösteren yapıda olurdu.
Sonradan çetrefilli işler işin içine girince asıl amaç yolundan çıktı, gitti.
Bizim köyde iki öğretmen vardı. Birden üçe kadar olan sınıfları biri, dördü
beşi biri okuturdu. İkisi de genç bekar öğretmenlerdi. Birinin babası üst düzey
olmasa da bizim ilçede önemli konumdaydı. Arkada sırt dayayacak baba olunca (!),
havası da farklıydı. Havadan baskın karakter
haline dönüşüyor kimileri.. Ezmek ezilmek de bu güçle başlıyor işte.
Köylüler, devlet adına hizmet gören
memurlara “ büyük adam, bir bilen” olarak bakar saygı gösterir. Biraz da
“devletin adamı” diye alttan alır. Ona “hır” yapsa zararlı çıkacağını da bilir
temkini de elden bırakmaz.
Bir köyümüzden kayda aldığım
türkülerden birinin sözleri şöyledir: “Kaymakam geliyor kaymakam/ dünyanın
sonunda ne var sor bakam”. Fazla söze gerek var mı? Bilendir, danışılacak
adamdır. En doğruya işaret edecek kişidir.
Düşünendir. Devlettir, devletin adamıdır
Bu saygıyı nadirende olsa kötüye
kullanan görevliler çıkmıştır. Köylünün içinden devlet memuruna yakın olan
kişilerde bu yakınlığı, kişisel çıkarına
ya da başkasını zaptı rapt altına almak
için kullanır. Bu konuda anlatılacak çok öykü ve ayrıntı vardır da, biz bu
kadarcık değinmiş olalım.
İki genç öğretmen hergün kavga
ederlerdi. Zamanın muhtarı araya girer, sakinleştirirdi. Üç gün sürmez yeniden.
Köy hayatı zor, imkanlar kısıtlı.
Yeme içme anlamında üretimin merkezi olması sebebiyle maddi yönden avantajı
olsa da. “Mırığı kırmış” derdi anam
niyetini bozmuş olanlara, Baskın karakter olanın merkezi yerlere tayin
isteyerek gitme isteği kafasında şekillenmiş.
Kavgannın derinliğinde yatan ana mesele
tam olarak bu. Sebep yaratmak. Ama olmuyor… dar çerçeve içinde köyle, köylüyle de
mecburen içli dışlısın...
Olmaz dediğin şeyler olur hayatta.
Hele insanın olduğu yerde olmaz demeye gelmez.
Köyde jandarma timleri, birilerinin
evinde arama tarama.. Allah, Allah! Köy
dediğin ne ki, bir avuç yer. Mesele
evden eve, dilden dile.. Köylü; n’olmuş, n’olmuş diyerek herkes birbirine
meraklı sorular...
Öğretmende gidiş o gidiş. Vay
be!... şeytan yapmaz bu türden oyunu. Ekmeğini yediği insanları töhmet altında
bırakarak tayin çıkartmak. Cin işi bu olsa gerek. İnsan olan yapar mı? Yapıyor
işte. Hem de mürekkep yalamış olsa da..
Uydur bir hikaye. Tüu, tüuu, tüuuuu! İnsanlığı öldürdün be ya..
Bir
anam gibilerine bak bir de buna. Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder