Tren yolu da, değişik istikametlere giden karayolları da oturduğum semtin çevresinde. Evden çıkıp azıcık yürüsem başka şehirlere giden yol boylarına ulaşıyorum. Bir de, emekliyim ya ben…yollar bana kalıyor. Yürü de yürü! Bilerek ve isteyerek yüreğini de verdin mi yollara, hikayeler çoğalıyor, dostluklar birikiyor.
Ühhüüü! Neresinden başlasam, hangisini anlatsam size yeğenim! Her adımı bir türkü, her metresi bir ağıt, düş ve düşünce. Her kilometresi bir roman belki de. Hele demiryolu, demiryolları!.. Her travers arasında yığım yığım yaşamın ve düşlerin izi. Birikmiş, üst üste yığılmış öylesine duruyor. Hava şartlarında sararmış, kırılganlığı dokununca anlaşılan gazete parçaları, zamana bırakılmış mektup sanki. Gazete deyip geçme. Derinden derine bugünden yarına izler bırakan yavuklunun mendili gibidir o. En sevinçli anlar da, sevgiye dair kokular da üzerindedir. Hatta ağlayışlar da. Hangi kompartıman camından bırakılıp savrulmuştur boşluğa, düşün düşle artık. Bu da sana, bana kalan ayrıntı işte.
Mürekkebin kokusunu duymayana o derinliği anlatmak zor mu zor. Hatta “kafayı bozmuş” damgasını vurmaya hazırdır senin benim gibilere. Kim bilir? Öyleleri kendi duvarını kendisi örüp; hapishane psikolojisinde, kendi hapis hayatındadır. Bu söylemime“ön yargı”, “yargısız infaz” karşıtlığı koyabilir kimileri. İki travers arasında pusula bitkisini, demirin bungunluğuna boyun bükmüş gelinciği, yol kenarlarına rastgele sıralanmış tesadüfün ürünü gül hatmileri görmemiş olanın duygu derinliğini anlaması zordur zor. Zorlar, mevsimleri bile fark etmeden öylesine duran kaba- saba yol durağı gibidir kardeş! Havanın sıcaklığından genleşme hareketi yaşar raylar. Bu esna da “ küt, küt!” diyerek esneme hareketleri yapar. Katılığını bildiğimiz demirce demir iklimden etkilenip bir aldırış sergiler de, kimileri kafasındaki karmaşanın şilahşörlüğündedir sadece.
Şu yol boyundaki dağ eriği, kuzeye bakan yönünü yosun bağlamış ahlat ağacı; kaç lokomotifin dumanına, kaç marşandizin çuf çuf! edişine şahitlik etmiştir? Ya da kaç yolcunun gözlerine dokunmuştur gözleri. Çizelge oluşturmaya kalksan kafayı yer adam!
Bütün yıl, yol boylarında dolaşıp durmak; düşünceye, duyguya dair kazanımlarını artırıyor insanın. İddialı bir laf olacak belki ama “yolların dervişi” oluyorsun baktıkça ve düşündükçe. Menfezlerden şırıldayarak akan kış sularında duygularını yıkamaya niyetlenirken, üşüyüp üşüyüp gidiyorsun. Bu üşüme esnasında diline Narin’in türküsü dolanıyor. Dolandıkça, öyküsünü hatırladıkça nefesin gırtlağında düğümleniyor.
“Tren gelir yol boya/İçi dolu mor boya/ Bölolcemi bilseydim/ Sarardım doya doya.” Hey gidi hey! Ağıtlar var bozlaklardan öncelikli, düşünce var düşünceden ileri, duygu var duygulardan öte.
Yıllarını demiryollarına vermiş Sülyeli Hamit çavuşa sorsak; hangi dönemecin duygusuna, hangi rayın kıvrımına hikayeler kondururdu kim bilir? Hangi kara trenlerin türküsünü traverslerin arasına dökerdi? Her birinin kendince teknik adlandırmaları olan demiryolu yarmalarında kaç sessiz ağıdın sahipliğini yapardı. Hamit Çavuşun anlatımlarının yanında benim söylediklerimin esamisi okunmazdı. Uy, uy, uy! Düşünceden düşünceye geçerken, Trakyalı ağzıyla “yüreciğim” titreyip titreyip gidiyor be ya!..
Daha demiryolu boyuna giriş yapmışken su gibi aktı cümleler. Sayfamın sınırını aşmaya meyletti kelimeler. Oysa kara trenin düdüğünün makam tartışmasına bile giremedik. Marşandizin ray eklerine öfkeli dokunuşuna değinemedik. Motorlu trenin gelişinden ürkerek havalanan kuş sürülerine bakamadık. Rayları kendi aralığında tutan pabuç ve cıvataların güneşin altında artan ağır yağ kokusuna sözü vuramadık. Nasipse başka zamanda, yeni sayfaların sahipliğinde ve de, Yola yolladım seni/ Yollar yormasın seni türküsü eşliğinde..Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder