Kış güneşinin güzelliği de bir başka olur. Vuvv! Vuuvv! diye diye rüzgârlar estikçe, ten üşümeye başlar. Bu esişleri bazen yerin süpürgesi sanırsın. Kendi etrafında küçük dönüşler yaparak savurur tozu toprağı. Gözüme her seferinde öteberiyi doldurmuştur bu savuruşlar da, sayısını bilemem. Bildiğim tek şey, gözlerimi ovuştururken duyduğum acı ya da acılar!
Üşümenin kendini hissettirdiği günlerin aralığında bazen kiraz gibi gün doğar. Odun sobasının sımsıcak ettiği odanın camından dışarı bakarken, sokağı özlemişçesine kendinizi dışarı atma hissi belirir. Güneşin yeryüzüne dokunuşu öyle güzel görünür ki sorma gitsin… Kışın yüzünü göstermeye meylettiği sırada güneşi görmenin sıcaklığı sarar bedeninizi. Sardıkça sarılırsınız güne, güneşe! Aldandığınızı sokağa çıkınca fark edersiniz.
Rüzgâr durur, üşümeyle üşümeme arasında bir yerlerde kalırsınız. Rüzgârın nerede kaldığına, güneşin nereden geldiğine merak salarsanız. Kimine göre çocukça, hatta aptalca gibi gelebilir bu tür meraklar. Merak, meraklanmamaktan iyidir kardeş! İnsanın dayandığı ya da dayanacağı noktayı güçlendirir en azından.
Bahar gönlümü aydınlatırken, yazlar bereketiyle geliyordu. Güz; terimi silerken, kış; abamı giydiriyor. Ne haber!? Tam unutmaya dair kaygıların arasında güneş “burdayım” dercesine yüzünü gösteriyor. Kışlar; dargınlığı mıdır yazın, öfkesi mi, özlemin kumbarası mı? Yoksa her mevsim kendince armağan mı insanoğluna? Gökyüzü maviliğinin denizlere vurması gönül gözlerinin aydınlığı mı?
Rahmetli anam, bahar “aşşadan”gelir derdi. “Aşağı” dediği yön bizim köyün tam olarak batısıydı. Yağmur, kar, kara kış da o yönden geliyor nedense. Hatta bulutlar “aşşanın tersi” batı yönüne gidiyorsa işe güce bakma vaktiydi. Tekerlemesi bile vardı hatırladığım. “bulut gider Aydın’a, hadi işine gaydına’. Tam olark böyleydi. Bulutların Aydın yönüne gitmesi iş, güç demekti. İş güç de bereketin kendisiydi yeğenim.
Anamın tabiriyle “aşşadan” gelmeler kafamı karıştırıyor. Batıdan gelen ne varsa tenleri üşütmekle kalsa iyi, işten güçten alıkoyuyor, sömürüp süründürüyor. Yetmedi öldürüyor! Umulmadık işler” kavak yelleri gibi” esim esim esiyor. Yalan mı?
Kışın üşüten rüzgârından, güneşin sıcak yüzünden sözü açıp mevsimlerde gezinti yapmaya niyetlenirken türkülerin gerçeğine gelip dayanıyor söz.
“Aşağıdan bir yel esti/ kırdı yine dallarımı.” Hatırladınız değil mi? Sevcan Orhan’ın dillendirdiği şarkının sözleri de, hem anamı, hem beni destekler nitelikte. Türkünün ilerleyen sözlerinde; “Çalımıyam, çalımıyam/ Ben çalının dalımıyam/ Eller erdi muradına/ Ben bir bahtı karalıyam.”
Rüzgârlar batıdan esmeye görsün!. Uf uf! Can alıyor, can yakıyor kardeş. Birileri muradına ererken, birilerinin kurban gitmesi hakka sığmıyor cancağızım. Batı rüzgârlarının, doğuyu nasıl hırpaladığını görüyor olmanın tanıklığı da yoruyor insanı. İnsanın soğuğu yemesi, kazma kürek çalışmış etkisinde bedende yorgunluk yaratır. Bunu yaşayan bilir. “Yeme ve hissetme” öyleyse. Kış güneşinin aldatan bir yanı vardır. “cingen buyduran” derdi buna da anam. Aldanıyor insanlar, aldatıyorlar “kış güneşi” misali. Sırtın sıvazlanırken kalıyorsun üşüten kışlarda. Hey Allah’ım!
Kırda- bayırda, mahallede- sokakta köpekleri görenler ürperiyor son zamanlar. Saldırıda yaralanan, ölen hatta kuduran insanları görünce korku normal hale geliyor. Hayvan severlerin köpeklerle ilgili sarılıp koklaşma videoları. Ühhü! Gidip seninde sarılasın geliyor.
Bunu niye anlattım. Kimileri beslenirken, kimileri yalnızlaştırılıyor. Beslemeler hak karşısında susuyor, sustukça kışın ayazına bir bir kurbanlar veriliyor. Bu esnada hüpleniyor, hüpletilecekler!
Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder