Şu bizim zurnacı inişte güzel adamdır, hoş adamdır. Hele muhabbet düğünler üzerine kuruldumu değme keyfine.. Zurnasını çaldığı düğünleri anlat, anlat bitiremez. Anlatırken birazda gurur yapmaz desem yalan olur. Tam gelin alınacağı sıra bozulan düğünler, anne kavgasıyla başlayıp kopan ilişkiler. Ühhü, anlatması bile düğün ahengindedir İniştenin. Anlatımının heyecanına tuz biber ekmenin en kolay yolunu da bilirim.
Genç seymenlerin “benim dediğim
türküyü üflemedin” diyerek üstüne nasıl
yürüdüler İnişte? diye soruyu sorduğun an değişir muhabbetin rengi. Zurnanın zırt dediği yere parmak basmaktır bu
soru. İnişte soruyu gelişinden anlar
zaten. Kaşları yukarı kalkınca aşağı inmesi zaman alır. Hay Allah! Söz duraksar, yüzündeki masum
duruş, fırtına öncesi durağanlığın şekline bürünür. Şimdi “fiçciyi yuttuk” korkusuna kapılırsın
görüntü karşısında. Bizim ki de hınzırlık işte. İniştenin damarına basma vakti
mi şimdi…
İniştenin düğün hikayeleri bitmez
de, ya hamam hikayeleri. Temel fıkrası gibi Temel! Ucunu çıkardık anlatmasak
olmaz. Anlatsak, Zurnacı İnişte hepten
bozulacak. Son zamanlar hareketi azalan hatta bahçesine yeşillik adına öteberi
ekemeyen Teyzem duysa muhabbeti, ev
sıngıldar yerinden. Şakası yok sıngıldar.
-“Eğlence mi edinirsin İnişteni.
“U’nun zurnasını” dinler dinler ağlaşırdı insanlar. Dümbekçi Salih’in, davulcu Sabri’nin deriye tokmak
vuruşları değişirdi. Aylar öncesinden hatta yıllar evvelinden “çalgıcı” sırasına girerdi insanlar. Kızlar, düğünlerinde illaki “O” olsun diye inat
ederlerdi. Kiminden para da alamazdı ama.. neyse. Alamadıklarını da hatır’a
deyip geçiştirem”..
Alamadıkları paralar aklına gelince
öfkesinde azalma olduğunu sandığım teyzem;
-
“Eğlenip durman allesen şu İniştenle.”
Biz anlatmasak kim hatırlar Zurnacı İnişteyi, kimin aklına
düşer ki.. Zaman unutur, unutturur yeğenim.
Ama yazı unutmaz, yazdıklarımız unutulmaz. Hatta Zurnacı İniştenin zurnasının dilinden üflediği nefesinin damla damla su olup toprağa nasıl düştüğünü
hafızaya koyar. İnişte’nin zurnasının sesini düğün alayına gelenler bilirde cin
ve şeytan deliğini çok kimse
duymamıştır. Yaaa!, zurna kuru bir ağaç değildir sadece.. hikayedir, ağıttır, türküdür,
övmedir, övünmedir! Belki de Teyzem; bu çalgıyı tanıdığı için kendince gücenir
laf kondurmaz İnişte’ye..
Teyzem ne derse desin. Sözümüzden geri dönmek yok.
Ucunu accık çıkardık bi kere. Hamam hikayesini anlatcez!.
Zurnacı Eniştenin teyzemizle
izdivaç ettiğinin ilk yılları. Açıkcası teyzem ova köylerinden birine gelin
gitmiş. Biraz da nasip kader işi bu işler. Adam ufak tefek, ele avuca sığmayan
tuğ! Isınma, ısındırma yılları.. her
onbeşte, ayda bir bizim köye ziyarete gelirler. Dolu dolu çantalar, erzaklar,
hediyeler! Buda ayrı bir ayrıntı, farklı
hikayelerin mevzusuu.. bir gün anlatırız.
Dereli Hamamları(kaplıca) bize
yakındır. Gelmişken kaplıcaya gidelim denir Merkeplerle kaplıcaya gidilir.
Kaplıca havuzlarının üstleri çınar dalı, öteberiyle kaplıdır. Havuzlardaki su
derinliği ortalama insan boyu düzeyindedir. Enişte yüzme bilmez. Yüzme
bilmeyenler su kabaklarını sırtlarına bağlayıp havuzlarda yüzerler o vakit.
Başka yüzdürme aracı yoktur.
Enişte, suyun biraz daha üstünde
kalayım mantığıyla kabakları ayak bileklerine bağladığı gibi havuza atlar. Sonuç;
bir çırpınış, bir lıkırtı. Lıkır
lıkır! Su kabarcıkları havuzun tabanından üstüne ulaşır. Fark edilip kurtarılır.
Teyzem kızmasın diye ayrıntılarına dokunmuyorum artık. Ama benim Zurnacı
İnişte’m bir gazidir aynı zamanda. Teyzemin de kıymetlisidir. Yörede yaşayan tüm
zurnacılara selam, ölenlerine rahmetle.Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder