Geriye dönüp baktığımda gözlerim hep buğulanır. Sen sanırsın düş. Düş kadar kolay yaşanmaz hayat gardaş.. Ayağında iş makinası tekeri gibi pabuçlar varken, kara lastiğin benim ayağımda yarattığı etki ve duruşla ilgili sosyolojik ve psikolojik söylemler geliştiremezsin. Mutluluk ve mutsuzluğun ayrım noktalarında volta atmanın hükmünü sürdürürsün, o kadar.
Rahmetli Hoca ne demiş; “düşen gelsin” düşmeyen gelse?.. Iıh!...
Kosayla yıllarca buğday biçtik.
Kosalar numara numaradır. Herkes gücüne
göre, sallayabileceğini kullanır. En büyüğü dokuz numaradır. Son yıllarda
tarımdaki makineleşme oranı arttıkça, kosa gibi tarım aletleri unutulmaya yüz
tutmuştur. Elektriğin olmadığı yıllarda gaz lambaları da kıymetliydi. Hatta
işçi olarak almanyaya gidenler, lüks
denen aydınlatma araçlarınnı getirmişlerdi de ağzımız açık kalmıştı. O da ne
öyle? Karanlığı aydınlığa boğan güneş!. Hatta gaz lambasına alışmış gözleri
kamaştıran. Uf ufff! Gaz lambaları da neymiş. Gaz lambaları; beş numara, yedi
numara, on dört numara şekinde fitil genişliği ve cam büyüklüğüyle orantılı
adlandırılırdı. Aynı kosalar gibi. Gaz lambalarının evlerde yedek camları bile
bulundurulurdu. Çıt diye kırılınca karanlığın içinde dikilir kalırsın. O yüzden
tedbir şarttı. Aslında daha eskiden gaz lambası da yoktu. Evlerin ocak başı
denen bölümleri bulunurdu. O bölümler hem aydınlatma, hem yemek pişirme, hemde
ısınma ihtiyacını giderirdi. Yaaa, ne
garip değil mi?
Gaz lambasını bulan; ocak başı
aydınlığına,.. lüksü eline geçiren; gaz lambasına… elektriği eline geçiren;
lükse ilkellik gözüyle bakmaya başlıyor. Burun kıvırıyor, “hayatta yaşayamam
öyle” derken küçümseme tavrı vücut dilinde kendini gösteriyor.
İnsan hayatını kolaylaştıran
teknolojiler geliştikçe ve yaşamı kolaylaştırdıkça geçmişi görüp yaşamayanlar
hep bugünün üzerinden değerlendirme yapmaya kalkışıyorlar.
Aynı durum geçmiş medeniyetlerin,
kavim ve toplulukların yaşam biçimlerine bakarken de gözlenebiliyor. Dün kağnılar, iki tekerli,
dört tekerli ahşap öküz arabaları, at arabaları vardı. Bugün en lüksünden
konforlu, yakıt cinsleri farklılaşan otomobiller.
Yaşamak gelişmektir. Gelişmeyen,
geliştirilmeyen yaşamın sıkıntıları büyük olur. En iyiye, mükemmele erişmek
için gayretin olmadığı yerde sıkıntı nükseder.
Yazıya kosayla başlayıp kosacılığın
inceliklerinden bahsedecektim. Konu
konuyu doğurunca yazının boyutu da ister
istemez uzuyor. Olsun, Bence bu da güzel. Türkülerimizde ne diyor? “hem okudum
hem de yazdım”.. biz hem yazar hem okuruz. Aynı zaman da düşünürüz yeğenim!
Yaşayanlar bilir. Tarım işlerinin
insan gücüne dayandığı günlerde, bazen “değişik” denen yardımlaşma yöntemi,
bazen de “yevmiyeci” denen iş görme
biçimi kullanılırdı. “yevmiyecilik” yönteminin “dayıbaşısı” vardır. Bir nevi
çavuş gibi. Bu açıktan bilinmez ve söylenmez ama, onun yevmiyesi ve ayrıcalıklı
hediyeleri vardır.
Buğday tarlasına en önden “dayı
başı” girer. Deste aralıklarına
“sıyırma” denir. Her sıyırmada ikişer kişi kalacak şekilde buğday biçme işlemi
sürdürülür. En arkadaki kosacı sıyırmasını bitirince öne, ordaki bir öndeki
sıyırmaya geçerek işlem devam eder. Dayıbaşının öndeki hızı, çalışma şekli
arkadakilerin çalışmasını tetikleyecek şekilde olur. Bazende en arka sıyırmada
olan ön sıyırmalarda olanları zorlar. Kosalar buğdayların en kökünü yalarken
çıkardıkları ses toprağı bile şenlendirir. Şakalar, atışmalar, birbirine
takılmalar, türküler karşı tepelere vurup geri gelir. Ya şimdi?
Biçerdöverin homurtusu; muhabbeti, o
şakalaşmaları, takılmaları, türküleri unutturdu türküleri. Ben de geçmişin
anılarında, on dört numara lambanın ışığında duygularımı törpülüyorum.
Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder