28 Aralık 2024 Cumartesi

ON DÖRT NUMARA

 

Geriye dönüp baktığımda gözlerim hep buğulanır. Sen sanırsın düş.  Düş kadar kolay yaşanmaz hayat gardaş.. Ayağında iş makinası tekeri gibi pabuçlar varken, kara lastiğin benim ayağımda yarattığı etki ve duruşla ilgili sosyolojik ve psikolojik söylemler geliştiremezsin. Mutluluk ve mutsuzluğun ayrım noktalarında volta atmanın hükmünü sürdürürsün, o kadar.

Rahmetli Hoca ne demiş;  “düşen gelsin” düşmeyen gelse?.. Iıh!...

Kosayla yıllarca buğday biçtik. Kosalar numara numaradır.  Herkes gücüne göre, sallayabileceğini kullanır. En büyüğü dokuz numaradır. Son yıllarda tarımdaki makineleşme oranı arttıkça, kosa gibi tarım aletleri unutulmaya yüz tutmuştur. Elektriğin olmadığı yıllarda gaz lambaları da kıymetliydi. Hatta işçi olarak almanyaya  gidenler, lüks denen aydınlatma araçlarınnı getirmişlerdi de ağzımız açık kalmıştı. O da ne öyle? Karanlığı aydınlığa boğan güneş!. Hatta gaz lambasına alışmış gözleri kamaştıran. Uf ufff! Gaz lambaları da neymiş. Gaz lambaları; beş numara, yedi numara, on dört numara şekinde fitil genişliği ve cam büyüklüğüyle orantılı adlandırılırdı. Aynı kosalar gibi. Gaz lambalarının evlerde yedek camları bile bulundurulurdu. Çıt diye kırılınca karanlığın içinde dikilir kalırsın. O yüzden tedbir şarttı. Aslında daha eskiden gaz lambası da yoktu. Evlerin ocak başı denen bölümleri bulunurdu. O bölümler hem aydınlatma, hem yemek pişirme, hemde ısınma ihtiyacını giderirdi.  Yaaa, ne garip değil mi?

Gaz lambasını bulan; ocak başı aydınlığına,.. lüksü eline geçiren; gaz lambasına… elektriği eline geçiren; lükse ilkellik gözüyle bakmaya başlıyor. Burun kıvırıyor, “hayatta yaşayamam öyle” derken küçümseme tavrı vücut dilinde kendini gösteriyor.

İnsan hayatını kolaylaştıran teknolojiler geliştikçe ve yaşamı kolaylaştırdıkça geçmişi görüp yaşamayanlar hep bugünün üzerinden değerlendirme yapmaya kalkışıyorlar.

Aynı durum geçmiş medeniyetlerin, kavim ve toplulukların yaşam biçimlerine bakarken de  gözlenebiliyor. Dün kağnılar, iki tekerli, dört tekerli ahşap öküz arabaları, at arabaları vardı. Bugün en lüksünden konforlu, yakıt cinsleri farklılaşan otomobiller.

Yaşamak gelişmektir. Gelişmeyen, geliştirilmeyen yaşamın sıkıntıları büyük olur. En iyiye, mükemmele erişmek için gayretin olmadığı yerde sıkıntı nükseder.

Yazıya kosayla başlayıp kosacılığın inceliklerinden bahsedecektim.  Konu konuyu doğurunca yazının  boyutu da ister istemez uzuyor. Olsun, Bence bu da güzel. Türkülerimizde ne diyor? “hem okudum hem de yazdım”.. biz hem yazar hem okuruz. Aynı zaman da düşünürüz yeğenim!

Yaşayanlar bilir. Tarım işlerinin insan gücüne dayandığı günlerde, bazen “değişik” denen yardımlaşma yöntemi, bazen de “yevmiyeci” denen  iş görme biçimi kullanılırdı. “yevmiyecilik” yönteminin “dayıbaşısı” vardır. Bir nevi çavuş gibi. Bu açıktan bilinmez ve söylenmez ama, onun yevmiyesi ve ayrıcalıklı hediyeleri vardır.

Buğday tarlasına en önden  “dayı  başı” girer.  Deste aralıklarına “sıyırma” denir. Her sıyırmada ikişer kişi kalacak şekilde buğday biçme işlemi sürdürülür. En arkadaki kosacı sıyırmasını bitirince öne, ordaki bir öndeki sıyırmaya geçerek işlem devam eder. Dayıbaşının öndeki hızı, çalışma şekli arkadakilerin çalışmasını tetikleyecek şekilde olur. Bazende en arka sıyırmada olan ön sıyırmalarda olanları zorlar. Kosalar buğdayların en kökünü yalarken çıkardıkları ses toprağı bile şenlendirir. Şakalar, atışmalar, birbirine takılmalar, türküler karşı tepelere vurup geri gelir. Ya şimdi? Biçerdöverin  homurtusu; muhabbeti, o şakalaşmaları, takılmaları, türküleri unutturdu türküleri. Ben de geçmişin anılarında, on dört numara lambanın ışığında duygularımı törpülüyorum. Sağlıcakla..

Hiç yorum yok: