5 Aralık 2024 Perşembe

KULAĞIMDAKİ FISILTI

 

Köyler terk edildikçe geride kalan yapılar öksüzleşiyor. Öksüzlüğü, kaburgaları sayılabilecek Afrikalı çocuklar görüntüsünde, tükenişe sürüklüyor. Herkesin her seferinde klasikleşen bir ifadeyle dillendirdiği gibi; “eskiden öylemiydi?” cümlesi dökülüveriyor iki dudağın arasından.

Dedemin hikâyeleri giriş nakaratıyla başlardı oysa.   “Evvel zaman içinde” diyerek söze girmenin ciddiyeti olurdu. “Eskiden öyle miydi?” ifadesi geçmişe özlemin dışa vurumu mu yoksa bugünü eleştiriye açmanın en kestirme yolu mu bilinmez. Hangi anlam ve mana yüklenirse yüklensin, gerisinde derin duygu barındırdığı aşikâr.

Bakın, “köy” deyince içimi burkmaya meyilli ne varsa depreşti kardeşim!.  Akın akın, sağanak sağanak dökülüyor içime. “Yazık!” desem ağlayacak denir ya, tam o moddayım şu an.

Hal bu ki; yazmaya niyet ettiğim de, köyümün, köylerin düğünlerine atacaktım kendimi. Köy odalarına düğün yemeği adına keşkekleri, hoşafları hatta etli yufka tiritlerini delikanlı tayfasına bir bir taşıttıracaktım. Üzeri işlenip boyanmış tahta kaşıkları kendi ellerimle dağıtacaktım. “Hoşaf Tası”na kaşıklar sallanırken, hoşafın suyunda biriken yağın sıvılaşmış halini resmedecektim. Aşağı Mahalleli Irmızan’ın sofranın altına ikinci bir tatlı almak için sakladığı “saraylıyı” görmezden gelecektim. Köy meydanında ikili, dörtlü oyunlar oynarken kaşıkları vurduğumda “şakkıdık, şakkıdık!” sesler çıkarttıracaktım.  Düğüncü evlerine merkep yükleriyle odunlar yıktıracaktım. Düğün bayrağının ucuna elmalar ayvalar takacaktım. Bayrağın renklerini göynüme yapıştırıp seymenleri seyre dalacaktım. Daha neleri nelere ekleyerek anlatacaktım, bir bilseniz, hele bilebilseniz! Yol olup, kitaplar dolacak yeğenim!. Dolarken, gelin atının süsünden, seymenlerin boynundaki grapa kadar gözünüzde resmolacaktı. Kadın giysilerinin renklerinden dem vuracaktım! Yörük Ali’nin boynuna bağladığı düğüncü mendilinden, kafasındaki şapkanın duruşuna varana dek anlatacaktım. Köprücekli Ali’nin zurnasını üflerken avurtlarının pinpon topu gibi şişirip, dağarcık gibi pörsümesine dikkat çekecektim.  Düğün aşlarını pişiren Çakır’ın Karısının kendince tiflenip, bahaneler uydurup çekip gidişinin hikayesini orta yere dökecektim.. Ühhü! Daha neler neler…

“Anlatma”  diyenlerin varlığını hissetsem Acun’un, programında kırmızı çarpı yemiş adamın ezikliğinde kalacağım be ya… Hani bu durumu da gözetin, müşgül duruma düşürmeyin demeye getiriyorum lafı.

 Araziye dağılan toprak yolların dilleri olsa da konuşsa. Kağnı tekerlerinin yollara döktüğü ağıtlar türkü olur çıkar karşımıza. “Isca yolu” dillense de düğüncü alaylarının Dereli Kaplıcasına gidiş gelişlerini anlatsa. Ühhüüü!  Ne şamata, ne ahenk. Birliğin, beraberliğin, dayanışmanın, acabasızlığın, huzurun seremonisi… Hamamcı yolu molasında dilimlenmiş susamlı çöreklerin tadı damaklarda. Yumruk yemiş soğan bile bir başka kardeş.

Asarcıklı Topalın kemanıyla, Gırnatacı Memedelinin gırnatasının sesi Isca yolundan Eğrigöz dağının eteklerini yalayıp kültüre dair izler bırakıyor birader. Dereli bahçelerinin yol boylarında kuşlar bile kulak kesiliyor. Hamamın tatası kireçten olur/ Oğlanın güzeli traştan olur türküsü Fırın hamamının kubbesinden su buharıyla birlikte kadınların sesiyle göklere yükseliyor.  Hey gidi Heyy!..

 Küçük küçük anlatıyorum, hatırladıkça ayrıntıları tamamlayın diye. Yoksa sonu gelmez anlatımların. Kör kâtip gibi yaz da yaz! Damat traşına, gelin hamamlarının ayrıntısına, güvey giydirmelerinin ayrıntısına, Sabahın er vaktinde gelin anasını ağlatmaya niyetli kadınların türkülerine dokunmuyorum bile.  Dokunsam düğünlerin şenliği bütün köylere yayılacak!   Yayıldıkça köy giriş çıkışlarında düğüncü karşılamaktan en çok da Kemaneci Topal Amet yorulacak. O, karşılamadan karşılamaya koşarken; patlayan silahlar köylerden köylere duyulacak.

Bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı. Sağlıcakla…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Değerli Halil Oral kardeşim,emeklerine sağlık.İyi ki varsınız