Köyler terk edildikçe geride kalan yapılar öksüzleşiyor. Öksüzlüğü, kaburgaları sayılabilecek Afrikalı çocuklar görüntüsünde, tükenişe sürüklüyor. Herkesin her seferinde klasikleşen bir ifadeyle dillendirdiği gibi; “eskiden öylemiydi?” cümlesi dökülüveriyor iki dudağın arasından.
Dedemin hikâyeleri giriş
nakaratıyla başlardı oysa. “Evvel zaman
içinde” diyerek söze girmenin ciddiyeti olurdu. “Eskiden öyle miydi?” ifadesi
geçmişe özlemin dışa vurumu mu yoksa bugünü eleştiriye açmanın en kestirme yolu
mu bilinmez. Hangi anlam ve mana yüklenirse yüklensin, gerisinde derin duygu
barındırdığı aşikâr.
Bakın, “köy” deyince içimi burkmaya
meyilli ne varsa depreşti kardeşim!. Akın akın, sağanak sağanak dökülüyor içime.
“Yazık!” desem ağlayacak denir ya, tam o moddayım şu an.
Hal bu ki; yazmaya niyet ettiğim
de, köyümün, köylerin düğünlerine atacaktım kendimi. Köy odalarına düğün yemeği
adına keşkekleri, hoşafları hatta etli yufka tiritlerini delikanlı tayfasına
bir bir taşıttıracaktım. Üzeri işlenip boyanmış tahta kaşıkları kendi ellerimle
dağıtacaktım. “Hoşaf Tası”na kaşıklar sallanırken, hoşafın suyunda biriken
yağın sıvılaşmış halini resmedecektim. Aşağı Mahalleli Irmızan’ın sofranın
altına ikinci bir tatlı almak için sakladığı “saraylıyı” görmezden gelecektim. Köy
meydanında ikili, dörtlü oyunlar oynarken kaşıkları vurduğumda “şakkıdık, şakkıdık!”
sesler çıkarttıracaktım. Düğüncü
evlerine merkep yükleriyle odunlar yıktıracaktım. Düğün bayrağının ucuna
elmalar ayvalar takacaktım. Bayrağın renklerini göynüme yapıştırıp seymenleri
seyre dalacaktım. Daha neleri nelere ekleyerek anlatacaktım, bir bilseniz, hele
bilebilseniz! Yol olup, kitaplar dolacak yeğenim!. Dolarken, gelin atının
süsünden, seymenlerin boynundaki grapa kadar gözünüzde resmolacaktı. Kadın
giysilerinin renklerinden dem vuracaktım! Yörük Ali’nin boynuna bağladığı
düğüncü mendilinden, kafasındaki şapkanın duruşuna varana dek anlatacaktım.
Köprücekli Ali’nin zurnasını üflerken avurtlarının pinpon topu gibi şişirip,
dağarcık gibi pörsümesine dikkat çekecektim.
Düğün aşlarını pişiren Çakır’ın Karısının kendince tiflenip, bahaneler
uydurup çekip gidişinin hikayesini orta yere dökecektim.. Ühhü! Daha neler
neler…
“Anlatma” diyenlerin varlığını hissetsem Acun’un,
programında kırmızı çarpı yemiş adamın ezikliğinde kalacağım be ya… Hani bu
durumu da gözetin, müşgül duruma düşürmeyin demeye getiriyorum lafı.
Araziye dağılan toprak yolların dilleri olsa
da konuşsa. Kağnı tekerlerinin yollara döktüğü ağıtlar türkü olur çıkar
karşımıza. “Isca yolu” dillense de düğüncü alaylarının Dereli Kaplıcasına gidiş
gelişlerini anlatsa. Ühhüüü! Ne şamata,
ne ahenk. Birliğin, beraberliğin, dayanışmanın, acabasızlığın, huzurun
seremonisi… Hamamcı yolu molasında dilimlenmiş susamlı çöreklerin tadı
damaklarda. Yumruk yemiş soğan bile bir başka kardeş.
Asarcıklı Topalın kemanıyla,
Gırnatacı Memedelinin gırnatasının sesi Isca yolundan Eğrigöz dağının
eteklerini yalayıp kültüre dair izler bırakıyor birader. Dereli bahçelerinin
yol boylarında kuşlar bile kulak kesiliyor. Hamamın tatası kireçten olur/
Oğlanın güzeli traştan olur türküsü Fırın hamamının kubbesinden su buharıyla
birlikte kadınların sesiyle göklere yükseliyor.
Hey gidi Heyy!..
Küçük küçük anlatıyorum, hatırladıkça
ayrıntıları tamamlayın diye. Yoksa sonu gelmez anlatımların. Kör kâtip gibi yaz
da yaz! Damat traşına, gelin hamamlarının ayrıntısına, güvey giydirmelerinin
ayrıntısına, Sabahın er vaktinde gelin anasını ağlatmaya niyetli kadınların
türkülerine dokunmuyorum bile. Dokunsam
düğünlerin şenliği bütün köylere yayılacak!
Yayıldıkça köy giriş çıkışlarında düğüncü karşılamaktan en çok da
Kemaneci Topal Amet yorulacak. O, karşılamadan karşılamaya koşarken; patlayan
silahlar köylerden köylere duyulacak.
Bir fırtına tuttu bizi deryaya
kardı. Sağlıcakla…
1 yorum:
Değerli Halil Oral kardeşim,emeklerine sağlık.İyi ki varsınız
Yorum Gönder