Kentin sokaklarından bunalıp daraltılar basmaya başladı mı insanı; kıra, ormana atma arzusu doğar içinde. Kırdan, bayırdan söz açınca, bu yazı da böyle başlayınca “tat verdi” diyenler de olabilir. Şehrin itfaiye düdüklerine, polis sirenlerine, ambulansların yol isteme telaşlarına alışmış (farkında bile değildir kimi) olanlar, şuna rast gelirsem yüzüne karşı “yazma kırı bayırı” diyeyim, diyerek ortam kollayanlar bile vardır. Sizce doğru mu? … şöyle anlatayım; yazılarımı okuyan (bir kişi hariç) çoğu edebiyatçı “aferin çekti” be ya.. Kırı bayırı oluşturan, üstüne basıp geçtiğimiz, toprak dediğimiz şey benim mayamı şekillendiren simgedir simge. Özümdür, özündür kardeş!.
Toprağa dokunmadan bırak
edebiyatı, tarih bile anlatılamaz.
İnsanlar konuşa konuşa anlaşırmış! Niye kır, bayır dediğim anlaşıldı herhalde..
Oturduğum semtten Eğrigöz Dağı
görünmüyor. Görünür görünmesine de, önde engel teşkil eden evler, tesisler
filan… Gitmeye kalksam çomaktan atlar
lazım bana!
İlçenin hastanesi şehrin yüksek
noktasında. Ovaya ve çevre manzarasına
oldukça hâkim. Oldum olası uzaktan küçük tepelerin sırtları, dağların zirveleri, hele Eğrigöz’ün ak düşmüş
saç gibi karlı başının uzak seyri huzur vermiştir içime. Ak başın üstüne güneşin kılıcımsı altın
aydınlığı değmişse; gözlerim Dereli
hamamında yunup çıkmış gibi olur.
İlçenin tüm yapıları bile ayağımın
altında kalıyor buradan. Sokak sokak dolaş.
Şurası gar binası, şurası stad,
şu yeşillik Ada Mesireliği. Vay vay vay! Şurdaki görünen Emet yolu, Aha
şura Balıkesir yolu. Şu yokuşa ağan yol Kütahya yolu. Geniş sandığım yollar
uzaktan bakınca daralıyor kardeş. Yere
uzanmış “yılan ölüsü” sanki”!
Ovanın yakın noktasında gözüme
takılan, uçuşa çıkmış kuş sürüsü. Hangi türdür uzaktan kestirmek zor mu zor.
Hareketler kıvrak, sürü halinde yaptıkları esler, hayranlık uyandıracak
şekilde. Sanırsın kuşların dans gösterisi. Milimlik arayla ve o hızla
birbirlerine kanat bile dokundurmadan uçma tekniği insan aklını şaşırtacak
biçimde.
Bu noktada yepyeni düşüncelere
dalmamak mümkün değil. Motorlu araçlar karayollarında birbirlerine toslayıp,
ölümlü kazalar yaşarken, kuşların havadaki dansı üzerinde düşünmemek; görmezlikten gelme, ihmalden öte ne olabilir. Bu
uçuşun, projesi ve mühendislik ilmi üzerinde durmak lazım kardeş! Kendi payıma
“kuş kadar olamıyoruz” demek geliyor içimden. Uf, Ufff!
Uzak ufuklara ve manzaraya nasıl da
dalmışım. Yanımda şimdi bir çakı bile
yokken, ağaç yapılı çomaktan atlara binip, sulak alanlarda çokça biten yıngıl
bitkisinden kestiğim kımçaklar aklıma düştü. Deh dehh!. “Dehh!”dedikçe Viyana kapılarında, Hicaz
yollarında at süren dedelerime vardı iş.
Vardı da, meramım kıra bayıra dair yazı yazmaktı. Konu nerelere uzandı gördün mü? Hayal kurmaya gör. Görmekle bakma arasındaki çizgi farklılığında
yaşamaya gör! Velhasıl düşünen varlık olarak insan ol da gör!
Kendi iç dünyamda duygudan duyguya
yeldirip dururken acil girişindeki görevlilerin telaşı, hastane yokuşunu hızlı
tırmanışla can derdinin sinyalini veren ambulansın sesi, daldığım hayallerden
geri getirdi.
Sedyeler, koşturan hemşireler,
doktorlar, açılan kapılar, başından yanağına pıhtılaşmış kan birikmiş
kazalılar. Nasıl haber aldılarsa,
kazalının etrafında ağlaşan kadınlar,
kızlar, oğullar!
Viyana kapılarına dayanıp, Mehtere
vaziyet aldırmışken; görünmez kazaların kaygısına düşüyor insan. Tüm bunlar,
Esedin yer altındaki ölüm hapishanelerinin keşfedildiği anda oluyor. Rüyadan rüyalara geçiş gibi. Benim derdim bana yeter. Kimi tatlı kimi acı..
Sağlıcakla
1 yorum:
Seninle birlikte Kalemli Hastanesinin önünden gözlemlemiş gibi oldum .Maşallah gözlerinin,kulaklarının,duygularının hakkını veriyorsun .Bizlerede iletiyorsun.
Çok teşekkür ediyorum selamlarımı sunuyorum
Yorum Gönder