Bugün havanın pusu tam kalkmamış olsa da, kapalı ortamda uzun süre kalmanın sıkkınlığını üzerimden atma dürtüsüyle evden sokağa attım kendimi. Yürümek istedim bir vakit. İlçenin çarşı içi yollarını kullanarak aslında tam olarak ne yapmak istediğimi bilmediğim yürüyüş ve tempoda ilerliyordum. Bazen yokuşlara vurmak kendinizi ölçme açısından iyidir. Aaa! Hastane yokusunun birinci dönemecini geçmiş ikinci kesgin dönemece oldukça yaklaşmıştım. Nefes alışverişlerim sıklaşsa da ben diyeyim kuş, siz deyin tavşan. İnsanın kendini iyi hissetmesi kadar güzel ne olabilir? İkinci dönemeci döndüğünüzde sağ yönünüze en yakın ufuk Şahmelek rampaları. Gözünüz ilçenin çatılarını yalayıp ufka varıyor. Seyrek de olsa bacasından duman tüten evleri de fark ediyorsunuz. Göz hizanızdaki dumanları suda kulaç atarcasına dağıtmanın düşüncesine dalıyorsunuz.
Yokuş boyu belediyenin ilgili
birimlerinin belli aralık gözeterek
yolun seyrine uygun diktiği akasya ağaçları yol boyu nöbetcisi gibi ya da
yolboyu radarı.. Akasyaya görüp gözlediklerine
dair “dökül” desem”, hangi
birini, neyi nasıl anlatacak kimbilir? Bu arada duraksamış omzumun sol yanını
ağaca yaslamışım bile. Nefes alışverişlerim yavaşlamış, düşten düşüncelere
dalmışım. Gözlerim gezintide.. İçimde peydahlanan duygunun hüzün mü, sevinç mi,
tam olarak bilemediğim bir ruh hali. Sus pus olmuş, ufacık sesi gözden
kaçırmamaya özen gösteren ürkek tavşan duruşu.
Bu duruş ne kadar sürdü, ordan hangi ara ayrıldım belirsiz. Hastane
acilinden giriş yaptığımda tanıdıkların
selam verişleriyle silkinip kendime geldim.
İğrenç iki yüzlülükler, insani
çürümüşlükler, imkanlar, imkansızlıklar, yalanlar, yalancıklar.. Of of! Kötü ve kötülük adına ne varsa, şeytan
dağarcığından çıkıp, önümde yürüyüş kolundalar.
Bana en yakın olan asansörün kapısını açık görünce daldım içeri. Dalış,
kaçışın kendisiydi aslında.
Yatan hastaların en üst katına
çıkmışım bile. Burası ölümün bir önceki durağı
kardeş. Canın, gelip gelip
boğazda düğümlendiği yer. Hasta bakıcılar, hasta yakınları. “ Yetişin!, Doktor,
hemşire, Hemşire!” diye imdat çağrısında bulunan insanlar. İçimde bir daraltı, bir sıkkınlık.. etrafı
filelenmiş merdivenlerden hızlıca bir alt kata nasıl indiğimi bilemedim. Aman yarabbi!
Can çekişircesine nefes almakta zorlananlar, derin derin inleyenler, ağrının
acısından feryadı basanlar.. belden aşağısına felç inip kıpırtısız
yatanlar, yüzü gözü yamulanlar.. Kaç, kaç! dedim içimden yine merdiven yolunu kullanarak bir alt kata
ulaştım. Beterin beteri var denir ya..
insana dair farklı manzaralar; bak bak bakabilirsen. Gör; görebilirsen. Kolu
bacağı alçıda olanlar, kendinden geçip ölü gibi kıpırtısız yatanlar. Hele gözle
ilgili proplem yaşayanlar… of of! Gövdesi öne eğilmiş kendi imkanıyla
doğrulamayanlar, beyni el ve kollarına komut veremeyenler, bez bebek gibi
yamulup dik duramayanlar, ölene kadar bir tek parmağını oynatamayak durumda
olanlar, aklını yitirmeşcesine psikolojisi bozulanlar, tüm bedeni acılar içinde
kıvranırken ölmeyi tercih edenler. Tüm acı ve zorluklara rağmen “bir umut deyip” umuda bağlananlar. Yaşamın
güzelliğine vurulup, “yaşlanmaya karşı ne yapmalıyım” diye soru soranlar…
Kapalı ortamdan kendimi sokak boşluğuna attığımı sanırken gördünüz mü
olanı. Düşünceye, kaygıya dair ne varsa bulur beni. Allah beterinden saklasın
kaygısız günüm olmaz. Kaygılı anlarımda
“anamın sözleri” imdadıma yetişir. “Ne oldum dememeli, ne olacağım”
demeli derdi Rahmetli. Evler, arabalar,
arsalar, tarlalar alacaktık daha. Hatta hisse senetlerine hisse senedi
ekleyecektik oysa. Tarlaya kavunlar, domatesler ekecektik. Pazarda “ demirliden
bunlar!” diye bağıracaktık. Kimbilir daha neler neler isteyecektik. Kopça
koptu, teni yel aldı. Sağlıcakla..