14 Kasım 2024 Perşembe

BÖYLE ÇÜRÜDÜK !

 Bal tutanlar parmağını yalarmış

Nefisleri rehber yaptık çürüdük

Kaz bekleyen tavukları salarmış

Yanlışlara alkış tuttuk çürüdük.


Ata bindik kılıçları kuşandık

Yaraları onarmaya üşendik

Dürüstlükte ufukları aşandık

Tembelliğe boyun büktük çürüdük.


Ana baba eş dost unuttuk gitti

Hatırı gönülü tükettik gitti

Bedende urbayı eskittik gitti 

Düşmanlarla birlik yattık çürüdük.


Oklar attık eşe dosta sapladık

Güzelliği çirkinlikle kapladık

Sofralara haram lokma topladık

Yabancıya dizler çöktük çürüdük.


Bencil düşle yol yürünmez bilmedik

Dokumayı ilmek ilmek ilmedik

Miskinliği yaşamlardan silmedik

Kurnazlığı dosta sattık çürüdük.


Kitabımın özü hem de manası

Dili özdür yoktur onun anası

Hakikattir gönüllerin binası

Özümüzü çöpe attık çürüdük.


Ölçü bitti ölçek bitti sırasız

Dert bağırda okka okka darasız

Hamur maya tutmaz unsuz urasız

Kökümüze sözle çattık çürüdük.


Çiçeksiz bal olmaz imiş petekte

Sicim ile dikiş tutmaz etekte

Bağ bozuldu topraktaki kütükte

Dilden caydık kökten battık çürüdük.


Gelenek görenek atıldı taca

Katranlar bağladı evlerde baca

Baş tacı olunca fikirsiz koca

Kötülüğe ballar kattık çürüdük


Mevsimler dörttü indi şimdi ikiye

Ayrılığı koyamadık çekiye

Düşünmeden zarar verdik dokuya

Haramları toptan tattık çürüdük

 

Akıllar tutuldu diller dolandı

Hazine içinde kazan bulandı

Sevdanın içinde aşklar sulandı

Dualar tükendi bittik çürüdük


Çoban Çeşme dertle gamla dolsa da

Emaneti görevliler alsa da

Bedeninde güzelliği olsa da

Yön yitirdik yanlış gittik çürüdük.


Şair- Yazar, Halil Oral /Tavşanlı

9 Kasım 2024 Cumartesi

FELEĞİN ÇEMBERİ

 

Bir gerçek var ki yaşlanıyoruz. Bunun gizlenip saklanacak bir yanı yok. Sonra, yaşlanmak canlılar için kaçınılmaz neticedir yeğenim. İnsan çocukken akşama kadar sokakta oynarken vaktin hükmü yoktur. Çevresinde olan bitene bir anlam da yüklemez. Yaşam oyundan ibarettir o yaşlar için. Büyüdükçe anlaşılır tuz torbasının ağırlığı. Gün geçtikçe fark edersin feleğin çemberlerini. Yaşlandıkça biriktirirsin gönüller dolusu duyguyu, düşünceyi de, gücü kaybedersin gücü!.  Gücün tükendiği yerde duygunun ehemmiyeti kalmaz. En gençler kulak bile asmaz, kendin kendinle konuşur durursun. Kanın kaynadığı yaşlarda filmlerdeki Malkoçoğlu misali hop oturup hop kalkarken,  yaşlandıkça duyguların bile sessizliğini yaşarsın kendi içinde. Of, Offf!

Ana babayı bilmeyen nesiller yaşlıya hürmeti mi bilecek! Ühhüü!, Geç oradan geç! Bunu bilmeyen sofradaki ekmeğe mi teşekkür edecek, insana mı kıymet verecek? Bu nasıl bir gidiş, bu ne biçim dalalettir kardeş. Yaşlanma girişinden gelmek istediğim yazının tam bu paragrafıydı aslında.

Ben dahil herkes bilgiç. Doğrudur, dürüsttür, çalışkandır, emektardır diyemiyor, demiyor hiç kimse. Allah Allah!... Yaşa hürmet, tecrübeye hürmet, hatıra hürmet zaten kalkıyor. Evdeki kedisinin ses tonu bozulsa dert ediniyor da, dünya yıkılsa umurunda değil kimilerinin. Kedisi ölse yas tutacak yaşlı ana baba ölse tın tın!

Sonrasında büyük büyük sözler. Kıymetini bilin! Neyin? Yaşlıların, anne babaların, ülkenizin, bayrağınızın, ekmeğinizin, suyunuzun. Hadi ordan! Üç kuruş için bebekleri boğduk ölüm soluyan küvezlerde. Yaşlıları sumsukladık bakım evlerinin kuytu noktalarında. En haksızların avukatlığına soyunduk adliye koridorlarında. İnsanlığı öldürdük insanlığı. Kendi silahımızla kendimize saldırdı gıdım gıdım artırıp okuttuklarımız. Yuh olsun ekmeğimizi yiyip azanlara.

Ekmeğin katığını sorun siz bana. Yaşamayan bilmez ekmeğin en kıymetli katığının açlık olduğunu. Evde cirit atan kedi, köpek için uyku araç-gereçlerini, oyuncak çeşitlerini türlü yiyecek- içeceğini, çişini yapması için kum ve bezini tedarik etmekte sınır tanımayanlar ve hiçbir şeyinden iğrenmeyenler yaşlı anne babalarından iğreniyorlar kuzum!. Tu, tu, tuuu!  Yazıklar olsun benim insanlığıma. Yazıklar olsun yemeyip yediren anne babalara. Eyvahlar olsun uykuyu feda eden annelere.  Eyvahlar olsun değerlerinden habersiz göbek açık poz verip burun havada gezinenlere..

Hangi zenginlik insanlık! kadar değerlidir. .Hangi tecrübe parayla pulla ölçülebilir. Anne babasına saldıran komşularına ne yapmaz! Hakka hukuka rıza göstermeyen insanlığın hukukundan bihaber olur mu? Hastalık bulaşmış dal gibi kimileri. Bu hastalığın teşhisi kolay, tedavisi zor. Ben kendi ağacımı ari tutmaya çalışsam da, komşunun ağacı, ötekinin berikinin ağacı… Mesele topyekun,  mesele bütüncül. Sokağın havası bozuk, rüzgarın yönü değişik kardeş!

Değerin en yükseği insanlık. Yüksek değerleri önemsemek evden sokağa, sokaktan mahalleye, mahalleden şehre, şehirlerden ülkeye, ülkeden ülkelere. Olur mu? Umut etmek lazım. Umutlar yolunda bulunmakla olur. Mevlana; gül ile meşgul olan gül kokar demiş. Gereksiz laflar edip kafa şişiren bu adamın sözlerine siz yine de kulak verip bir ana fikir çıkarmaya çalışın.  Lafı ne kadar eveleyip gevelesem de iyiliğe teşvik ve güzel işler el birlik olacak. Çemberimde gül oya!...Sağlıcakla.

31 Ekim 2024 Perşembe

GECELERİN ÖLÜMÜ

 

Oldum olası rahmetli anamın dedikleri dilime dolanıp duruyor. İyi ki demiş. Dedikleri gün gün çınlıyor kulaklarımda.  Çıkıp çıkıp geliyor akıl hanemden sözler. “Geçinmeye gönlü olmayanın bahanesi hazırdır, ne yapsan nafile” derdi.  İyi ki demiş. Demiş de aklımın bir köşesinde iz bırakmış, yeğenim!.  Bırakmasa, cümleye başlamak bile zorlaşacaktı.  Sözü buradan al, götür götürebildiğin yere. İçindekini de,  meramını da .anlat anlatabildiğince.,

Demek ki geçinmeye gönlü olmayanlar varmış dünyada.  Bir de kavgaya meyilliler var benim gördüğüm. İkisi bir arada, üçü bir arada olan yok mu? Alâsı var alâsı!. Baş etmesi zor, söz dinletmek, anlatmak hepten zor! Kiminin kalbi meyilli kavgaya kardeş. Bu meyle, arsızlık da eklendi mi ühhüüü, kork korkabildiğin kadar.

Geceler inliyor, inleyen gecelerde ölümler kol geziyor yeğenim. Yarasa kılıklılar öldürmekten yana saf tutuyor da, zıddına saf olamıyor insanlık.

Yarasa kılıklıların geçinmeye niyetlerinin olmadığı apaçık ortada artık. Onların iç hayatını, düşünce dünyalarını keşfe çıkmaya hiç gerek yok. Bahane üretme kolaylığına düşmeden, küçük engelleri gözümüzde büyütmeden kesintisiz çalışmamız lazım. Nerde?.  Herkes kendi alanında, kendi imkanları içinde. Çalışmanın verdiği zevkin doyumsuzluğunda… Vakti geciktirmeden, boşa harcamadan, harcanmadan.. Gecelere ölüm dökenleri durdurmanın tek yolu el birlik çalışmak kardeşim.

Ülkeler; füze sayılarıyla, harp sanayisiyle, teknolojik imkânlarıyla konuşuluyor artık.  Teknolojik imkânlara sahip değilsen huzurun hayalini kurmak boş bu yüzyılda.

Gelecek bize bağlı. Her birimize. Bana, sana ona.. Dünyada olan biteni görüp de, zamanı boşa harcarsak vay halimize!

Günü nasıl değerlendirdiğimize bakalım. Her bireyin günün bir saatini fazladan uykuyla geçirdiğinde ülkede boşa geçen zamanı hesaba vurmak zor değil. Seksen beş milyonun günlük bir saatlik kaybı seksen beş milyon saat eder. Bu zamanı yıla, aya,  güne vur artık. Hem bedeni hem beyni tembelleştirmenin zamanı değil. On yılda on beş milyon genç yaratmanın övüncüyle marşlar okuyan bir milletin heba edilecek zamanı olmamalı cancağızım!.

Zamanı kullanma biçimi bir tercihtir. “Zamanı öldürmek” diye de bir deyim vardır.  Tercihimiz hanginden yana? Zamanı öldürmekten yana tercih yapan, kendini öldürür kendini. Kendini öldürmek bütünlüğe zarar vermektir bir yandan.

Durup dururken zengin olmak, mutlu olmak ya da ünlü olmak mümkün mü? Yan gelip yatarak olur mu bu işler? Yan gelip yatarken indiriyor adamlar evi barkı. Nerde indiriyor? Yanı başımızda, güney yamacımızda, alt tarafımızda..

Olup bitenlerden ders çıkarmak ferdi görevimiz. Olanlara acımak yetmez. Düşmanın vicdanlısı vicdansızı olur mu? Oluyor! Aç bırakmayı bile silah olarak kullanıyor. İnsanlık rafa kalkıyor insanlık. Onun için hazırlıklı olmak, çağın teknolojik gelişimlerini yakalayıp  bir adım ötesine geçmek lazım ehbabım!.

Velhasıl günde iki saati boşa harcamak ayda geceli gündüzlü iki buçuk gün eder.  Yılda tam tamına otuz gün. Adamların otuz günde kaç insan, kaç çocuk, kaç kadın katlettiğine, kaç kişiyi evinden barkından ettiğine bir bakın.

Geceler yanı başımızda ölüm kusuyor. “Anam, anam Garibemmm!” Çalışıp kusturmayalım. Sağlıcakla.

21 Ekim 2024 Pazartesi

DURUŞ VE ZAMAN

Ömür, insana verilen tek kullanımlık banka çeki gibi. Çeki nasıl kullanacağı insanın kendi istek, arzu ve duruşuna bağlı.

Zaman akıp gidiyor. Gecesi var gündüzü var. Yazı var kışı var.    Bahsettiğimiz şeyler hep zamanla ilgili şeyler kardeş. Zamanı kullanmak irademizle alakalı değil midir?.  Doğru kullandın kullandın,  ah vah edecek, zamanı geriye döndürecek teknoloji yok. Bu sebeple zaman dediğimiz vakti iyi, doğru ve güzel harcamak lazım.

Eline geçen parayı doğru kullanmak, doğru alanlara yatırım yapmak gibidir zaman. Haybeye harcarsan, eh işte sonuç örneklerinden bildik.Sonuç kısaca hüsrandır hüsran!

Hemen hemen hepimiz biliriz de,  arada düşünmeyenlerimiz ya da yanılgıya düşenlerimiz olur.  Hesapsızlıklar, düşünmeyişler, yanılgıya düşmeler; zamanı çalan, boşa harcatan duruşlardır.  Sonunda ah vahların getirisi yoktur yeğenim!

İşi, düşü ve duruşu olanın şansı da olur.  İş, düş ve duruşla ilgili kaygısı olmayanların istikamet yanlış, varış  noktası boştur, boşluktur.

Goethe; “Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir” der.

Ya insanlığını kaybeden? Uf! Uf!.  Düşüncesi bile korkunç…

Son günlerde ajanslara gündem oldu.  Yeni doğan Çetesi….  Bu çetenin elemanları sözde insan. Zamanı ve imkânları nasıl kullanmışlar, insanlığı nasıl harcamışlar gördünüz mü? Bu harcama şeklinde; onur nerde,  vicdan nerde, düşünce nerde, akıl nerde, hak nerde, hukuk nerde? İnsana ait olan ne varsa rafa kalkmış cancağızım. Parasal düşlerin, nefsin, şeytani duruşların, yanlış düşüncelerin, iradesizliğin, aç gözlülüğün esaretinde zamanı nasıl harcamışlar gördük, duyduk. Ah vah etseler, pişmanlık duysalar da nafile. Zaman aktı gitti. Akan zaman içinde gideni geri döndürmek imkânsız. Sadece insana duyulan güveni sarmış olmaları, tüketmeleri bile vahşice. Onlara verilen ömür denen zaman, hatta diplomalı imkân ancak bu kadar kötüye kullanılabilir. Yazıklar olsun! Bu kadar kötünün, kötülüğün bir araya gelebilmiş olması da ayrıca düşünülmesi gereken mevzuu!

İnsanın korkması gereken önemli değerlerden biri, insan olma amacından sapmaktır. Saptı mı, sapıttı mı; sadece bu dünya değil, teee uzak gibi görünen ahret de gider kardeş. İnsan olmamız zaaflarımız olmasını gerektirmiyor. Olsa bile; Allah akıl, fikir düşünce vermiş emm’oğlu.

İnsanın arzusu en yakın çevresinden başlayarak iyi insan olmaktır. Yakın çevreden; ülkeye, dünyaya katkı yapabilmektir. İnsan; iyiliğin, güzelliğin, birliğin beraberliğin, huzurun, hayrın anası olabilmelidir. İnsan; insanlığı kendi içinde oluşturabilmeli, bunu da duruşuna yansıtmasını bilmelidir.

Bir veya bir kaç kötü dünyayı nasıl kirletiyor bir yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’da görüyoruz. Ölüm ölüm ölüyor, öldürülüyor insanlar. Yurtlarından yuvalarından edilip, sürüm sürüm sürülüyor. Bombalar patlıyor, evler yıkılıyor. Bu kötülükler karşısında insan olarak bizden iltifat mı bekliyor kötüler. Dünyanın esenliğini bomba ve füzelerle ateş edip bozanlar sadece benim eleştirime değil Allahın gazabına da uğrayacaklardır. Kötülerin davranışlarına hayran hayran bakıp omuz verenler de cezasız kalmayacaktır.Kimilerinin zaafları ve zamanı kullanma biçimi sadece kendisine değil dünyanın huzurunu bozuyor durduk yere. Kendi asabını bozan insanlar var bir de. İlaç da,  doktor da faydasız böylelerine. Zamanın bile farkında değiller ki. Velhasıl başa bela.. Zamanı ve kendini bilenlerden olmak dileğiyle..

10 Ekim 2024 Perşembe

KENDİMİZE HEDİYE

Öneminden dolayı dilime dolanan güzel sözleri paylaşmasını severim. Namus ve ahlak kazanılan para, pul hatta altından daha değerliymiş. Ya öylemi? Evet, aynen öyle kardeşim.  Namus ve ahlakın bana göre diğer adı dürüstlüktür.  Dürüstlüğün konuları arasına girer namus ve ahlak.

Bugün ihtiyaç duyduğumuz ana konular arasında en başta yer alan meseledir dürüstlük.  Füze ve bombaları, masum insanların üstüne sıkan, iletişim araçlarını bomba haline getirip patlatarak ölüm saçan hilebazlar güçlü gözükseler de dürüst değillerdir.

Dünyanın top yekûn ahlakı rastgele bir şeydir biraz da. Hatta toplumsal ahlak da öyledir. Toplumu oluşturan bireylerin fert fert duruşlarının, ahlaka bakışlarının, dürüstlüklerinin toplamıdır gerçek olan.

Dürüst olmayanların cepleri para dolu olsa da yüreklerinde huzur yoktur huzur! Huzurun olmadığı yerde mutluluk mu olur yeğenim.

Kimi insanlar kendilerince güçlülük pozu yaratmaya hatta gücün elbisesini sırtlarına yapıştırıp bayrak gibi sallamaya meyilli oluyorlar.  Basınım diyor güç gösterisi yapmaya, zenginim diyor daha fazla güç devşirmeye,  siyasetçiyim diyor hava atmaya, zincirlerin hissedarıyım diyor şişkinliğini göstermeye kalkışıyor.  İşin kolay ve havalı tarafı belki de bu. Nefsi okşayan bir yanı da  var ya değme keyfine!.. Böyle bir keyfe heveslenmediğimiz için bu keyif nasıl bir keyiftir ancak fikir yürütebiliriz. Fikri olanın aklı da yerindedir. Gerçek şan, şöhret, hatır itibar, zenginlik, güç, aşk, mutluluk, dürüst olmanın sonucundadır. Dürüstlüğün olmadığı yerde hile ve üç kağıt hortlar cancağızım. Üçkâğıt ve hile dünyayı sarsar dünyayı! İnsanlığı öldürür gün gün.

Savaş adı altında işlenen cinayetlere bakın. Helalinden kazanmak varken haramdan servet düzenleri araştırın. İnsan güçlü olmak adına dürüstlükten, ahlaklı olmaktan, gerçek olandan vazgeçer mi? Haramın binası olmaz derdi anam!  Beş harfli bu “HARAM” kelimesinin içine giren konuları tasavvur edin. Ühhüü! Say da say. Hem maddi hem manevi şeyler. Her türlü kul hakkı! Haram bile dürüstlüğün olmadığı yerde fışkırır çıkar. Esnaf olmanın en temel ilkelerinden biri de dürüstlüktür. Velhasıl her yerde, her alanda dürüstlük kardeşim. Aklıma gelmişken söyleyeyim; siyasette bile.   

Anam, küçük yalanlarımızı bile çok kolay yakalar asla affetmezdi. Yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını bilir, kulak mememizden tuttuğu gibi yüksek sesle üstüne basa basa dillendirirdi kulağımıza. Yalanın,  hilenin ve dürüst olmamanın çirkinliğini aklımıza şırınga ederdi.

Yalanla, hileyle, üçkâğıtla, aldatmayla, parayla, pulla veya buna benzer pek çok yolla güçlü olabilirsin, güçlü görünebilirsin hatta kâr ettim sanabilirsin. Huzuru, zor bulursun zor!

Anam aklıma geldi mi, dilimden zor düşüyor birader.  ‘Sonuna bak derdi Anam” mesela. “Allahın da bir bildiği var” derdi zaman zaman.

Gücün peşinde koşanlar dürüstlüğü terk ettikleri an, dünyanın başı beladadır.  Bugün olduğu gibi. Etrafımız kan gölü. Allah hayır etsin.

Son günlerde dünyadan gelip geçmiş “Meşhurların Son Anları” adlı kitap var elimde. Görünen o ki; bu dünyayı misafir bilenlerde göçmüş, kendilerini dünyanın hâkimi bilip daimi kalacakmış gibi davrananlarda. Hırsa, enaniyete, gurura kapılanlar da.  Nefsinin arzularına boyun eğenlerin, saltanatına, servetine, şöhretine güvenenlerin yanı sıra iyilikle, güzellikle insan olmanın değerleriyle ve huzurla ömür geçirenlerde göçmüş.  Aradaki fark, çoğunun son anlarında, yaşadıkları, izledikleri amaçta gizli.

Ahlaklı olmak, namusluca ve dürüstçe yaşam sürmek insanın kendine verdiği hediyedir. Sağlıcakla..

9 Ekim 2024 Çarşamba

ÖKSÜRÜĞÜN GICIĞI

İlkokuldan, liseye defalarca tarihimizle ilgili dersler okuduk.  Ne biz tarihi anladık ne de tarih

Bizi. Tarihin dersi söz konusu olunca, tarihten mevzu açılınca sıkıldık, sıkıştık. Bak ben söyleyeyim coğrafya da öyle. Dersi kaynatmanın, lafı geçiştirmenin gayretinde olduk çoğu kez. Tarihi bilmeyen, donanımı olmayan aklımla ben; dedelerimizin pozuna, duruşuna efeliğine bürünüyorum. Hak edilmeyen elbise de, söz de eğreti kalırmış insanın üzerinde. Üstünden geçinmek diye tam da buna denir herhalde.  Kendi adıma ifade edeyim bunu. Kafalarımızda gelgitler var kardeşim. Gelgit denen şey sularda olmuyor sadece.  Düşüncelerimizde,  aklımızda, davranışlarımızda an be an gerçekleşse de farkında değiliz yiğidim.  Bu durum, ya huy oluşturdu bizde, ya da vurdumduymazlık. 

Dedelerimin zaferleri yetiyor bana! Zafer kutlamalarının resmi günlerinde marşlar kulağıma girsin çıksın yeter yeğenim. Onun ötesine geçmeyeyim ben. Rap’li repliklere alışkın kulakların çoğu, anlamaz bile neyin ne olduğunu.

Atalarım Eflak’tan Boğdan’a tüm Balkanlara, Mora’ya, Kırım’a, Hicaza, Suriye’ye, Mısır’a, Yemen ve Trablusgarp’a Cezayir’e ve dahası nice ülkeye yerleşirken bizlerin kalbine, aklına yerleşmeyen o kadar çok şey var ki! Tarih deyince sıkılıyor çocuklar, coğrafya deyince tatillik mekânlardan öte geçmiyor donanım. Bu iddiaya itiraz etmeye yeltenenler; göstermelik davranışlar yanıltmasın sizi.

İlim, bilim, sanat, felsefe, topyekûn meseleler... Kalabalıkların içinde olduğumdan biliyorum. Okumayı hayatta sevmem! Diyor kişiler. Sadece avam değil, üniversite bitirmişler de aynı söylemde. Bi diploma almış ya.. ezberden(!) ötesine geçmeye gerek yok.

Davulda tokmak da denk olmalı. Okumuşla avam arasında da görünmez bir perde, kim neden koyuyorsa… Oda camları perdeli, kapılarda sıra,  tıklatmadan girmek zor. Diplomanın havası odanın dışına koridorlara taşıyor yeğenim. Tek başına diploma da demeyelim, etiket demek daha doğru yaklaşım herhalde.  İlk mektep mezununun altında çalışan bir sürü diplomalı da var çünkü. Liyakat nerde?.  Öhhö, Öhhö!.. Bu da öksürüğün gıcığı.

Düşman uyumazmış! Yaşam içinde sık kullandığımız bildik laflar bunlar. Uyumuyor ya! Füzelerin sesleri yakınlardan geliyor kardeş. Gözleri de bizdeymiş! Gökyüzünde alev topları yeryüzünü yakıyor. Protestolar yetmez, laf ebeliğimiz kurtarmaz bizi. Tarlada, bağda bahçede benim yaptığım üretime bile “ne çalışıp duryon!” diyenler, sosyal ve kültürel alanda yaptığım fedakârca çalışmalarımı aptallığıma verenler top sizde…

Sanayi toplumu yaratma adı altında köyleri boşalttıranlar,  kuş gribi var deyip köy köy tavuklarımızı itlaf ettirenler,  sınırlarda mayınları söktürenler, pandemi deyip; aşının çinini almanını bedenlerimize şırınga edenler, bizi evlerimizde aylarca kapatanlar,  navigasyon deyip sokak sokak, hane  hane internette sergiletenler. Bunların dünya için gerekli olduğunu söyleyip anarşi yetmedi savaş..  sırtlarına semer geçirecek ülke arıyor çağdaş demokrasi cambazları!.

Fert fert bu ülkenin bireyleri olarak; sırtımızı yorganla, sıkıntımızı uykuyla örtme vakti  değil. Tembelliğin, uyuşukluğun, boş işlerin zamanı hiç değil. Gözlerimizi kapatıp eylemsiz dualara kapılmanın da vakti değil. Yoksa saldırganlıklar gelip kapımıza dayanır. Dayanır da, sığınacak kapılar, doyuracak topraklara hasret kalırız.

Kendini bu ülkenin insanı olarak görenler; bırakın ağzınız açık uyumayı.  Boş boş duruşlar,  kimilerinin ağzını sulandırıyor olabilir. Sağlıcakla…

6 Ekim 2024 Pazar

AĞANIN YERİ

Anadolu insanı sağduyu sahibidir. Görür, bilir, hisseder. Neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu taa çocukluğunda tam da hayatın içinde kavrar. Süt verenle vermeyeni, yumurtlayanla yumurtlamayanı, kaytaranla kaytarmayanı,  üretenle üretmeyeni, hava derdinde olanla olmayanı, köşe kapmaca oynayanla oynamayanı, uyuyanla uyumayanı, değerliyle değersizi, iş yapıyormuş gibi yapıp da yapmayanı. Ühhüü!, karşıya aptal muamelesi yapanı yapmayanı. Say da say.  

Sonra, Anadolu insanı değerlerine son derece düşkündür. Çünkü içinde yaşadığı şartlar, daha doğduğu gün yoğurmaya, kişiliğini şekillendirmeye, tüm ince duyguları, en muhlis duruşu, en müstesna sevgileri giydirmeye başlar. Aşık atmasını, lades oyunlarını bilir, kimin nasıl ütebileceğini öğrenir ama ütmek yüklendiği terbiye ve ahlaka en ters gelen şeydir. Yani aldanmayı aldatmaktan daha tercih edilebilir bulur.

Anadolu insanı muhlis ve munistir.  Bu değer yapısı üstünden silinmemiş olanlara, aptal muamelesi yapmaya kalkışanlara, bu tür insanları görünce şeker bulmuş çocuk gibi sevinip ütmeye kalkanlara içten içe, kıs kıs gülmesini de bilir.  Sigorta yaptırmamış olsa da,  ufacık meselelerde bile atılmaya çalışılan kazıkları göre göre,  kazığın nasıl bir yemek olduğunu tanımlar Anadolu insanı.

Bazen en masum kılıflara sokup yutturulmaya çalışılır kazıklar. Ufacık çıkar, ufacık adamlık ve basit rollerin hayaliyle şirinlik esvabına bürünüp gerçek yüzünü örtmeye çalışanlar; Açtır, açıktadır.  Bu açlıkla; hizaya sokmaya, kendilerince sınıflara bölmeye, basit bir araya gelişlerde bile kafalarında bir oturtma(!) düzeni oluşturmaya çalışmaları iç dünyalarını ele verir kardeşim. 

Biz gözlerimizi kapatıp, yüreğimizden bölgemiz için,  ülkemiz için, insanlık için, gelecek için dualar ederken, en samimi duygu ve davranışları sergilemeye çalışırken kumda oyun kurmalar bir esintiye bakar Çeşnici başları. Bilmek lazım Anadolu insanını, tanımak lazım…

“Üst kata Çıkamazsınız, aile yeri” “ burası ağanın, burası paşanın, burası sultanın” Kaç parçaya bölündü gördünüz mü?  Günlük yaşamda yapılan bölüntüleri daha da  çoğaltmak mümkün de….Neyse..

Hani bir olmak, beraber olmaktı, hani ayırmamak, ayrılmamaktı.  Her şey herkes için, hepimiz içindi.  Ya, işte en basit meselelerden başlıyor bölüntü yeğenim. 

Anadolu insanı hislidir. His çok da insanı bir şeydir. Hisler; günlük yaşam içinde kafalardaki soru işaretlerini de çoğaltır. Soru işaretleri yaşamı tümüyle aydınlatmasa da aralar, aralık bırakır. Daha doğru yollar yürümeye vesile olur cancağızım. İnsan neden ve niçin doğduğunu bilirse, hayat çizgisini daha düzgün çeker. Her birimizin çekmeye çalıştığı çizgiyi kullar fark etmese de Yaradan bilir.

Velhasıl; dürüstlüğü, samimiyeti, vicdanı,  insani değerleri başarı için bir kenara koyanların kapsamı karanlık sonu hüsran olur. Samimiyetin adamlığı ender değerlerden ve de insanın kendi olmasını sağlayan esvaplardan biridir. 

Üst katta oturmak isteyenler, alt katta oturanları kendi uşağı sanmasın. “Komşum” diye bakmasını bilmeli. Birilerinin fabrikasyon düşleri herkese uymayabilir. 

Anadolu insanı bilendir!.. Sağlıcakla..

4 Ekim 2024 Cuma

DEFİNE AVCILARI


Ne çabuk geçiyor zaman. Ne çabuk unutuluyor insan.  İzler ne çabuk siliniyor.  Yel gibi, rüzgar gibi, şimşek hızında kardeş!.. Vızzzzt!.  Anlamıyor, anlayamıyorsun zamandaki hızı. Doksan dokuzun nisanındaydı babamın göçü.  Yirmi beş koca yıl geçmiş üstünden. Sel gibi  akmış gitmiş. Akarken, zamandan neleri silmiş neleri süpürmüş vakit. Unuttuklarım, unutamadıklarım, hatırladıklarım, hatırlayamadıklarım.. Azar azar, gıdım gıdım.  Bir de bakmışsınki koskoca aylar, yıllar, asra uzanan yollar. Meğer az sandıklarım çıkarmış çoğa.  Meğer zaman unuttururmuş en belledim sandıklarını. Uf, uf!....

 Bu tür düşünceler hep beni bulur. Düşündükçe dökülür başımdaki saçlar. Düşündükçe varırım çaresizliğimin farkına.  

İnsanlar öldükçe göçermiş köyler. Köylerden göçerken başlarmış kentler yıkılmaya. Babam varken ter kokardı köyler. Babam sağken savrulurdu samanı başakların.  Yabası, diğreni, döğeni,  kalburu, eleği tam tekmil olurdu. Döğenle fıldır fıldır dönerdik. Dönerken yenerdik en zorluğu.

Şairim demem ama kendimce şiirlerim var. “ Böyle Büyüdük” dediğim en sevdiklerimden. En unuttuğum anlarda hatırlatır unuttum sandıklarımı. O hatırlamayla çakar şimşekler, o hatırlamayla yeniden ve bir daha çökerim nedense. Gözlerim dolar, boğazım düğümlenir de “gık” bile diyemem. Nefesim kesilir, saatlerce gerim gerim gerilirim. Bu gerilmenin sonucu belki de gözümdeki kısılmalar.  Omzumdaki çökmelere bile sebep budur kardeşim. Kim bilir!.. Gerilmenin sonucu olmuyor mu depremler. Depremin sonucu oluşmuyor mu çökükler. Gördün mü benzetmeyi, gördün mü tepkimeler dizisini.

Köyler kalabalıktı. Köyler şen şakraktı. Her sabah zor olanı yenmek, yenilenmekti bir yandan. Babamın kendi imalatı “yalk araba”nın üstündeki saman çitinin karnı genişti. Hatta samanı teptikçe daha da genişlerdi. Resmini bile çekemeden çürüdü koca çit. Yalk arabanın kanatları şehir yerinde odun sobasına yakıt oldu..Ya boyunduruğun söveleri.. Aynı kaderi yaşadı yeğenim.. Anlayacağın deprem oldu deprem!.

Dört çocuk büyüttü anam köy yerinde. Bir çocuğu doyurmanın, hatta adam gibi yetiştirmenin kaygısında şehirde çoklar. Köyleri küstürdüğümüz gün başladı aslında kaygılar. Köyleri darılttığımız an sıraya girdi çökerten depremler. Artçıları geliyor sinsi sinsi, ölçek ölçek, boy boy. 

Ter kokan köylerden, is kokan kentlere göçtükçe çöktü çok şey! Vee, neleri unutmadık ki! Unuttukça, hangi yar başındaki hüznün karanlığında boğulur insan. Ekmekli yaşam alanıdır köyler. Şehirlerin aylak alanına alıştıkça insan, karamsarlığa teslim eder kendini.

Biz, bizi tutamadık köyde.  Şırıl şırıl suyu, tertemiz doğayı öksüzleştirip şehirlerin isli büyüsüne kapıldık.

Şimdi unutuyoruz köye dair çok şeyi. Unutuyoruz ataların ayak izlerini. Unutmak, unutturmaktır bir diğer yandan. Ben bu yüzden çoğaltmaya çalışıyorum köye dair şiirleri. Bu yüzden söylemeye çalışıyorum köylere dair türküleri. Ne varsa köyde, köylerde. Köyler define, köyler hazine. Define avcıları nerede nerelerdesiniz?   Sağlıcakla.

12 Eylül 2024 Perşembe

KUŞLAR ÖTÜNCE GÜZEL

 

İnsanın ömrü, sevdiği kadardır. Bugün bir şey söyleyecekse insan; söyleyecekleri, değer verdiği ölçüde olur. Anadolu’nun kırsalı diyebileceğimiz bir orman köyünde dünyaya gelmiş biri olarak bugün köylerle ilgili söyleyebileceklerim o kadar çok ki.. Bu çokluğu, anlatabildiğim yoğunlukta anlayacak, siz de üstüne bir şeyler koymak isteyeceksiniz belki de.

1980 lere kadar yoğun olan köy nüfusu, tarımsal kalkınmanın önemli bir parçası, üretimin de merkeziydi. Seksen sonrası sanayi toplumu yaratma bahanesi ve de milli eğitim harcamalarında tasarrufa gitme öngörüsüyle “Taşımalı Eğitim Sistemi”ne geçildi. Bu geçiş kırsaldaki nüfusun hızlı bir şekilde kentlere göçmesine sebep oldu. 

Kentlerde asgari düzey ölçüsünde iş imkânı bulanlar, uzun çalışma saatlerine de razı oldular. Göçler, köydeki geniş aile yapısı içinde yoğun çalışma ve aile baskısı hisseden gençler için baba veya büyük dedenin ekonomik yaklaşımlarından kurtuluşu gibi de gözüktü.  Alt yapısı tam olarak oluşmadan ya da oluşturulmadan kırsaldaki yaşamdan kent yaşamına geçen pek çok çekirdek aile uyumda zorlanırken, pek çok olumsuzluğu da yaşamak zorunda kaldı.

Köyden kente göçüş gün gün üretim alanlarının terk edilmesine sebep oldu. Üretim içinde görev alan çocuklar bile bu alandan kendiliğinden düştü.

İşin üretim yanı böyleyken; sosyal, kültürel ve folklorik birçok değer şekil değiştirmeye, unutulmaya ya da çağdaşlık adı altında başka kültürlerin çekim alanına girdi.  Kentlerde salon düğünlerinin cazibesiyle folklorik pek çok şey unutuldu.  Üzüntü ve sevinçlerde köylerde yakılmış olan türküler zayi oldu. Özü olan kadın ve erkek oyunlarını terk etti. Kırsalın,  dahası çoban kültürü adına birikmiş ne varsa yok olup gitti. 

Kültürel değerlere sahip çıkılmaz ve yaşamasına imkân verilmezse boşalan alanı başka kültürler doldurur. Salon düğünlerinde yapılan müziklere, oynanan oyunlara bakın. Gençlerin giyim kuşamı değişti. Dili değişti dili!..

Zeybeklerin yerine küfürlü repten haz almaya başladı yeni nesil. En azından görünen şekil o.

Sosyal, kültürel ve folklorik değerler unuttuğumuz ölçüde üşümelerimiz artar, ağlamalarımız çoğalır. Özümüz olan türküler dillendirildiği kadar türküdür.  Uzun yıllar içimizde oluşan kültür,  beslediğimiz ölçüde güzelleşir. Sevdiğimiz ölçüde sevilir. İnsan, kültürel değerleri öğrendiği, yaşadığı kadar bilir, kayda geçirdiği kadar da ölümsüzleştirmiş olur.

Bu şiir ve mektuplar yaşadığımız bölgeyi bir bir dolaşırken oluşan iç duygularımızın yanı sıra, unutturmamak adına tarihe bıraktığımız bir kayıttır. Ne kadarını alabildik, ne kadarını aktarabildik, ne kadarını dillendirebildiysek.

Çıktığımız bu yol, niyetlendiğimiz bu proje, ilimiz Kütahya’nın beş yüz kırk dört köyünü içinde barındırıyordu.   Zamanın yanı sıra, başka nedenlerde bu eserde ismini andığımız köylerle sınırlı kaldı.  

Tavşanlı’nın Sesi Gazetesi bünyesinde gönüllü yazanlar olarak “Köy Araştırmaları” yazı dizisi, yazdığımız zaman diliminde yöre insanı tarafından yoğun ilgi gördü. Alibey Aydın’ın önderliğinde, köyler fotoğraflanmış, Mustafa Uysal kendi izlenimlerini, bense kuruluşundan bugüne sözel, kültürel, folklorik değerlerini ve sosyal yapılarını, köyde var olan sülalelerin yanı sıra yörenin bilinen yer altı ve yer üstü zenginliklerini kaleme aldık. Bu çalışmalar esnasında köy türkülerini de derlemeye de özen gösterdik. Bu anlamda on altı yöre türküsünün hikâyelerini de yazarak notalanmasını sağladık.  

Kuşlar ötebildiği kadar sevimliymiş. İnşallah biz de yazdıklarımız kadarıyla gönüllere girme başarısını göstermiş, ileriye güzel kayıtlar bırakmış oluruz. Sağlıcakla

9 Eylül 2024 Pazartesi

SABAH İLE, SABAH İLE


 

Günün güzel geçmesi sabahı övmekten geçer. Çünkü sabahlar ilkbaharın kız kardeşidir. Tazeliğin, hoşluğun sembolüdür. Karanlıkları bastıran, doğumlara kapı aralayan, uyanışın eşiğidir sabahlar. Güzelliklerin tartışmasız kaynağıdır. Sabaha dair bendeki bu duygu, şiire kapı aralar gibi kardeş…

Akşam ajansını dinlerken ki acılar silinmiş, o çiçekten o çiçeğe konan bir satırlık yaşamı anlamlandırmaya çalışan kelebekler uçuşur gözlerimin önünde. Bu esnada yükselir dilimdeki türküler.

-Sabah ile sabah ile/ kahve gelir tabak ile…

Bu tür duygular depreşince dünyada çirkinliğe dair ne varsa unutuyor insan. Her güzel şey, insani yanlar saklıyor kendi içinde. Saklıyor da güzellik bırakmadılar dünya da. Uzun lafın kısası, insan olmak cani olmaktan çok daha kolay aslında. Daha açık ifade etmek gerekirse caniler insan olamaz demeye varıyor laf….kimdir bu cani veya caniler… Kimdir bu insan olmayanlar? Akşam ajanslarına bak anlarsın yeğenim. Ölümlerin çetelesini tutmakta zorlanıyor insan. Ölümün harmanı oldu Filistin... Ölümün kol gezdiği yer oldu evler, sokaklar.

Her şey apaçık ortadayken, suçüstü hali varken gıkı çıkmıyor gücü yeterlerin. Dur demiyor, diyemiyorlar. Yuh size yuh! İçlerinde canilik duygusunun en büyüğünü taşıyanlar ölümlerinde en vahşisini kusuyorlar. Kadın- kız, çoluk-, çocuk…

Dünyaya insan haklarının nutkunu çekenlerin, kana susamışların, işledikleri cinayetler karşısında rahatlıklarını görmemek mümkün değil. Tüm bunlar zihnimde toplandıkça sinirimi laptopun tuşlarından alıyorum. Her tuşa vuruş  canilere attığım tokatmış gibi geliyor birader!..

Çaresizlik insanı canından bezdirir mi? Bezdiriyor kardeş! Bu bezginlikle içinizde oluşan sinir harbiyle tuşlara vuruyor, vuruyorsun.

Tuşlara vurmanın eylemi içindeyken bir de Narin düştü ajanslara.  Bu da olunca geceyi diri tutuyor, övmeyi düşünürken sövmeler birikiyor dudaklarımda. Sabahlar akşama, akşamlar sabaha karışıyor. Mevsimler değişiyor mevsimler.

Güngörmüş sözlerle yazıya niyetlenmişken bağlamından kopuyor duygu.  Dil facialara, savaşlara takılı kalırken, duygu ümitsizliğe sürüklüyor insanı. Bu sürüklenişle çözümsüzlük girdabında cümleler git gel yapıyor kardeşim..

Nasıl yapmasın?..  Savaşlar ölümleri çoğaltırken, başka alanlarda aileler yıkılıyor, çözüm çözüm çözülüyor bağlar. Caniler caniliklerini sinsice her alanda sürdürüyor. Su uyur, düşman uyumaz diye boşa dememiş atalarımız. Ama biz uyuyoruz. Biz uyurken sallıyor küfrü kimi repçiler. Biz uyurken kadınlar matinesinin hazırlıkları yapılıyor. Usul usul sinsice.. Of of!

 Kurtuluşa dair sempozyumlar yapamazken, bir sala dahi okuyamazken, kahramanlığa dair bir şiir dillendirmezken, üstelik içimiz kan ağlarken; matineler neyin nesi!..

Sabah ile, sabah ile/ Kahve gelir tabak ile

Bir fırtına tuttu bizi. Velhasıl sıra sıra türküler.

Sağlıcakla

30 Ağustos 2024 Cuma

KEYFİMİZİN SONSUZLUĞU

Hayata üstünkörü bakınca insan; ağlamaz, ağlayamaz hatta sevinemez bile..  Daha yazının bu noktasında şehirler arası yol tabelası gibi ağlamayan, gülmeyen insan, insan mıdır sorusu dikiliyor gözlerimin önüne. Sorular çoğaldıkça duygular birbirine karışıp esas olarak yazmak istediklerim birbirine dolanıyor.  Hay Allah!

Gerçi toplumsal davranışlarda birbirine karıştı ya…Komşusu ağlarken, kasıklarını tuta tuta gülenler türedi kardeş!..Ya da tam tersi.  Birlikte ağlayıp birlikte gülme vakti çoktan bitti.  Aykırı davranış ve tutumlar karşısında babamın lahavleli duruşu gözlerimin önüne geliyor.  Geliyor da, özlemlerim çoğalıyor cancağızım. Özlemler dualara sarılmama vesile oluyor.

Bu dualar esnasında geçmişe dair ne varsa önüme üşüşüyor. Üşüşen geçmişle ordan burdan, geçmişten gelecekten,  köyden,  evden, ülkeden dünden bugüne ne varsa kendi kendime laflıyorum ben. Kendi kendime laflayıp yazıya dökme gayretimi görenler “ –deli bu deli” diyecek.

Evimizin ana iskeleti kalın çamur ve taştan mamul duvarla örülmüş, iç bölüntüler dolma duvar dediğimiz yöntemle şekillendirilmişti. Oda kapıları yazlık dediğimiz geniş salona bakardı. Topu topu üç odalıydı üç!. Rüzgar tabana serili yaygıları yukarı yukarı kaldırıp indirirdi. Hele kırık cam ve çatlaklardan içeri giren yelin iniltisini hatırlamamak imkansız be kardeş.

Anadolu insanının aslı güzeldir. Paranın arsızı, küstahı ve sonradan görmeleri çoğaldıkça bozulmaya yelteniyor asıl. Bu yelteniş kahrediyor beni yeğenim! Bu gidiş ürpertiyor yüreğimi. Ben geçmişe dair ipuçlarını verdikçe şişip kabaranlar artırıyor daraltılarımı.

Daldan dala konanlar, doğduğu yöreye, köye, eve dönüp bakmayanlar, geçmişle bugünü ölçüye vurup tartmayanlar, öküzle çift sürülen günleri unutanlar asıla dair ne hissedebilir ki.

Gökmen öküzün, sarı ineğin sağlığından, ölü ya da diri olduğundan haberi olmayanlar araba modeli yarıştırıyorlar. Yazlık şortla şezlonglardan çıplak poz veriyorlar. Aklıma geldikçe sıkılıyorum.  Aklıma geldikçe buram buram terliyorum. Aklıma geldikçe sarı ineğin, çil tavuğun, gökmen öküzün resimlerine bakıyorum ben.

Geçmişimizle ne kadar övünsek azdır. Övünürken çıkarmalıyız kimi dersleri de… askerde yerinde say komutu vardır. Yerinde tempolu tepinirsin… Yerinde tepinmek yorar adamı.  Yerinde tepinmek zayıflatır. Yerinde tepinirken kaldırılan toz boğar insanı.

Boşa düşler, boşlukta bırakır yiğidim. Çözümcü babaların insanlığı nasıl çözümsüz bıraktığını görüp, geçmişe dair hikayelere de göz atarak çeki düzen vermeliyiz kendimize. Her bir bireyin hayata dair hikayeleri olmalı. Tatil sepeti, oyun sepeti derken başkaları hınzırlığın sepetiyle dikiliveriyor karşıya…sığınacak mekan, sokulacak delik aramak ne acı, ne kötü!...

Çaresiz bırakılmak ne vahşi!...

Kıbrıs, Keşmir, Karabağ, Libya,  Suriye, Irak,  Filistin,  Lübnan, İran, Rusya, Ukrayna. Çoğaltmak mümkün. Dedemin masallarını bilip misaller çıkarmak lazım. El ele vererek tarlalarda geçirilecek yıldızlı yaz gecelerinde bağımsızlığın türkülerini çoğaltmak lazım birader. Tüketmenin acımasızlığında değil, üretmenin sevincine durmalıyız.

Çocuklarımız tabiat, çocuklarımız biyoloji cahili. Köstebek misali güneşin nerden doğup nerden battığını bilemeyecek durumda gençlik.  Kırkanatlı, zar kanatlı böcekleri bilmek bile yeri geldiğinde önemli.

Keyfimizin sonsuzluğu her birimizin çoğalttığı hikayelere ne kadar da bağlı. Sağlıcakla

18 Ağustos 2024 Pazar

MARAZLARIMIZ

 


Sosyal hayatın içinde olmak, anın ötesinde öncesi ve sonrası için gözlemlemeyi, düşünüp sorgulamayı da beraberinde getiriyor. En azından benim için bu böyle gerçekleşiyor. Merasimler, toplantılar, cenazeler, düğünler, etkinlikler, eğlenceler, sohbetler, konferanslar, sunumlar, konuşanlar, konuşulanlar, amaçlar, amaçlananlar, olanlar, olmayanlar, neticelenenler, neticelenmeyenler ühhü!... mevzu derin, mevzu hassas, mevzu kıldan ince, mevzu ağır!...

Cuma hutbelerinde bile her şey insanın emrine, hizmetine verildiği söyleniyor. Mevlana da; “sevgide güneş gibi, dostluk ve kardeşlikte akarsu, hataları örtme de gece, tevazuda toprak, öfkede ölü gibi ol. Her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol” hatırlatmasında bulunuyor. Doğru mu doğru.  Sözün doğruluğunu kimse inkar etmez, edemez.. Ya uygulama? …..

Ruhi hastalıklarımız depreşiyor kardeş. Depreşen arızalarla hangi günahkâr işler ortaya çıkıyor, say say bitmez. Kinler, öfkeler, kıskançlıklar yanlışların en yanlışlarına kapı aralıyor.

Aralanan bu kapıyla dedikodunun bile belini kırıyoruz biz!

Sevgi sabırdır, sevgi şefkattir, sevgi birdir, birliktir, sevgi inceliktir!.. Eeee!

Kişisel övünçlerimiz, kıskançlıklarımız, tutkularımız, böbürlenmelerimiz, çıkarlarımız marazi ölçüsünde hastalıkları peydahlıyor.  Bu marazların kime ne faydası var oturup düşünülmesi gerekir yeğenim.

Başkalarının yaptığı iyi işleri bölmek, karalamak yerine iyilikte yarışmak, bütünlüğe katkı sağlamanın yollarını aramak değil mi doğru olan, güzel olan. Bunun için de ruhumuzu kabzeden marazi hastalıklarımızı tedavi etmenin seferine çıkmalıyız önce. Maddi şeylerin yolunda yorulduğumuz kadar, kültürel edinimlerin yorgunluğunu göze almalı, alabilmeliyiz.

Öfkelerimize göz atın, kinlendiğimiz şeylere bakın, kıskançlıklarımızı bir bir sıralayın.  Bunlara gerçekçi yaklaştığımızda sosyal insan olma yönündeki niteliklerimizi nasıl bozduğunu göreceğiz kardeş.

Öfkeyle, taş olmasa da nasıl laf attığımıza bir bakın. Sevginin rafa kalkıp, kin yanardağlarının nasıl lav püskürttüğünü düşünün. Kıskançlığın elimize kılıçları tutuşturup bizi nasıl saldırganlaştırdığını fark edin.

Toplumsal huzur ve barışın yolu, önce kendimizi sorgulamaktan, fert fert marazi hastalıklarımızı tedavi etmekten geçiyor.

Elti eltiyle, kardeş kardeşle, amca amcayla, yeğen yeğenle, elti görümceyle, eş kocayla, komşu komşuyla, arkadaş arkadaşla, müdür müdürle, siyasetçi siyasetçiyle, işçi işçiyle, köylü köylüyle karşılıklı ilişki ve davranış şekillerini gözden geçirmeli. Bu eşleştirmeleri çoğaltarak kritiğini yapılmalı. Kritiği yapmak içinde bir çaba gerekiyor.  Çaba olmadan başarı olur mu? Asla..  

Bu çabayı göstermenin acelesinde olmazsak, sosyal medya da birbirimize laf sokuşturmaktan öteye geçemeyiz. Geceler yarim oldu/ Ağlamak kârım oldu  türkülerini söyler dururuz.

Sevmek her şeyken marazlar engelimiz.

Sağlıcakla.

14 Ağustos 2024 Çarşamba

ANAMIN “GARA GIYLISI”

 

Herkesin ekonomiden söz açıp, zorluktan, sıkıntıdan bahsedip içinizde oluşturduğu daraltıyla baş etmeye çalışırken, olan güzel işler içinizdeki yaraları onarıveriyor. Güzel işler ilaç.. Güzel davranışlar merhem…  ufacık bir jest ağrı kesici… gönülden bir ikram  topyekun onarıcı.. Hatırlatıcı, kendinize getirici.

Gerçekten öyle… Bilirim Anadolu insanı hissiyatlıdır. Tüm iyi işler karşısında bile hislenir ağlarız biz.  Ağlarken,  ağlasın isteriz herkes…

Karmaşık duygular içinde çarşı boyu yürürken bir bardak çayla ikram yapmanın hevesinde olanla, görünmez kuytulara sokulmaya çalışanların terazisini asıp, çetelesini tutuyor insan bir yandan. Tutarken alman gerekenin en alasını alıyor, en güzelini, olması gerekeni yüreğine yapıştırıyorsun.

Bir bardak çayı, bir yudum suyu, bir çimdik yiyeceği ikram etmenin gayret ve hevesinde olanları gördükçe “sayıları artsın” derken, gönlünüz genişliyor kardeşim. Bu genişlikte tamamlıyorsunuz en noksan yerlerinizi. Düşünmek iyidir. Sorgulamak da... Düşünüp sorgularken çıkarır insan en muhkem dersleri… Çıkarmazsan….. eh! İşte gelir geçersin kardeş.

Anamın yaşlılığına denk geldi filmler, diziler, sinemalar.. Elinde mendili olmasa da gözyaşlarını “gara gıylı” dedikleri başörtüsünün çenesinden aşağı sallanan uçlarına siler dururdu. Her sahnede bir acıklı durum olmasa da yaratırdı kendince. Göynülür, göynülür ağlar,  “örtme” uçlarının ıslaklığı gitmezdi bu yüzden. Duygu onun işiydi onun…

Ağlarken herkes ağlasın isteriz biz! Ya gülerken? Bu konuda kimilerinin cimriliğine diyecek yok. O gülsün yeter. Gülerken göstere göstere gülmek lazım bir de.. of of!..

Ağız birliği, duygu birliği giderse, denge bozulursa korkmak lazım kardeş.. duygu bozulursa düşünce bozulur.. duygular bireyselleşip bencilleştikçe dünya daralır dünya… dünyanın darlığı neleri daraltmaz ki!.. Of! Of!..

Yüreğin katılaşması duygu noksanlığındandır. Duygusu eriyenin duyusu olmaz yeğenim! Duygu algının ve hissedişin sonucudur. Algıda ve hissedişte ayrılıklara düşersek bir olmanın birlik olmanın tadına varamayız. Tadına varamamak, başka tatsızlıkları doğurur cancağızım.

 Anamın sulu gözlülüğüne laf ede, laf ede Ortadoğu kan gölü, Gazze ceset tarlası yas tutacak, höt!! diyecek kimse yok şimdi. Gördünüz mü ayrılığı ayrıcalığı!. Gördünüz mü cinlerin oyununu?

 Eskiden ne gülerdik, eskiden ne ağlardık kardeş... Duygusuz, dilsiz, kimsiz, kimsesiz dikilip kaldık. Ben böyle dedikçe “yine  ne oldu?” der gibi saf saf yüzüme bakıyor çocuklar. Bu duyguyla şişkin gözlerim. Bu duyguyla ses tonum titrek.. bu duyguyla üzüntünün en ağır tonundayım. Anamın “gara gıylısı” az gelecek az!.

Duyguda birliğin tadı başka tadı. Birlikte ağlayıp, birlikte gülmenin gücü başka.  Kalbin gücü duygunun azlığı ya da çokluğu kadardır. İnsanlığın ölçüsü de….

Duygunun derinliğine dalınca ühhüü!, yollar uzun, yollar ince. Bir mevzu ki sorma gitsin.

Ölürsem kabrime gelme istemem

Ölürsem kabrime gelme istememmmmmmm

Akan gözyaşlarımı silme istememmmmmm

Eskiden ne ağlardık! Sağlıcakla…

7 Temmuz 2024 Pazar

Halil Oral Yeni Kitap Düşünce Atlası


Kültür ve Turizm Bakanlılığı Halk Şairi Halil Oral'ın yeni kitabı çıktı. Hem yeni kitabını konuştuk hem de geçmişi ve geleceği. Düşünce Atlası, Kelimeleri İzinde, Tun Yayıncılık'tan çıktı. Temmuz 2024

21 Nisan 2024 Pazar

SABAH RÜZGÂRININ GÜCÜ


 

İnsan ellisine basınca bi sigara öksürüğüdür başlıyor. Altmışa sallanınca merdiven basamaklarında duraksıyor kardeş.! Görüyorum; sonrası dizler, omurgalar fıtıklar, şekerdi tansiyondu ne varsa fırlıyor hepsi. Belli vakit sonrası yaşın insanı nasıl hırpaladığını görüyor ve gözlüyorsun. Doğanın güzelliği pusudan kalkmış olsa da yaş yetmiş iş bitmiş deyiveriyorsun.. Oysa Alıç Harmanı’ndan, Çınarlı Dere’ye ordan Ebeciğin Bağ Ardı’ndan Öteyüze çıkardın da ıhh! demezdin. Oysa yaş, Ihh! demeye çoktan başlıyor yeğenim. Kırktan elliden sonra birden ve artan hızla değişiyor yaşam.

İstediğin kadar bastonu atmaya çalış,  bıyıkları yülüt, yarı dökük saçları iki kere tara,  ühhhü  geçti gitti ömür! Yel gibi, rüzgar gibi, jet gibi…. Durma ellisindeyken  krk say sen… durma yeni yeni esvaplar düz konfeksiyondan. Giymeye vaktin, eskitmeye fırsatın kaldıysa..  durma  zamanı kandırmak için elinden geleni yap!

Kış geldi mi yaz gelsin deme. Yaz gelince de “bitmesin de, dur” kendi kendine. Yaş mevzusunu  gündemine sokma,  kendi kendini inandır ömrün vakitsiz sınırsızlığına..

İnsan kendi yalanlarına bile inanır bazen. İnsan kendi kendini aldatmaya çalışır vakte, vakitsizliğe dair.  O aldatmadır kimi vakit sorumsuz kılan,  amca, teyze diyenlere kızdıran. Kış geçip paltonu çıkarmasan da güz bi hışımda gelmiş oluyor.

Doğumu bilir mi insan?

Doğumu bilen ölümü hatırlar mı? Gün ağardığın da bilmek gerek batımı.  A-aa! sabah olmuş, akşam olmuş şaşkınlığında kalmamak için vaktin hükmünü de hükümsüzlüğünü de bilmek lazım.

Hop oturup hop kalkarken küüt! diye duruveriyor yürek. Vücut ambeleye kalkıp çatt! diye çatlıyor sistem. Dudaklar kenetlenip dişler kilitleniyor.  Vakit o vakit işte.. pişmanlıklar boş, yalvarışlar nafile…yaşamın anatomisini kavramayanın,  ölümün anatomisine dair çıkarımı olur mu? Anlamadan, anlayamadan maddesel çıkarların kuşatmasında, hesapsız işlerin aymazlığında farkına varmadan varamadan gelir geçer kimileri. Dört ayak kurbağa sıçramasında çukurun kenarına varır da varmazlığında durur yine de…

Yüreği cızz etmeli, edebilmeli insanın. Bir cüce sinekten dersler almalı. Kulağından dümdüz geçip gitmemeli çok şey. Beden titremeli… inceden en kılcalına duygu akmalı.

Ölüm deyince üşümesi artıyor kimilerinin. Niye? Hesapsızlığın hesabı mıdır korkutan? Haksızlığın hakkı mıdır üşümeyi artıran? Bir hesap ki, ne kara kucak, ne de yağlısından güreş. Tam olarak hesabın günü yeğenim.. Diliyle dişi arasında yaşayanlar adaletin pençesinden nasıl kurtulur? Aman yarabbi!

Bugün de kendi içimde söylenip duruyorum ben. Sorarken sorguluyorum yaşama dair çok şeyi..  Yüreğimdeki duygu yükünü yokluyor, enine boyuna ölçüp biçmenin hassasiyetine soyunuyorum. Bir kıraç yüreğin hissedişiyle, defineler yüklenmiş akciğerin kıyaslamasına kalkışıyorum hadsizliğime bakmadan. Duygularımı sabahın rüzgârı ittiriyor sanki ordan oraya.   En derin vadilerden en engin ovalara dalıp dalıp çıkıyor insan.  Beli yaştan sonra duyguları belli seviye de tutmak zor kardeş. Bu zorlukta depreşen duygular,  uykular uyutmaz insana.. Bu uykusuzluk içinde geceler yâr olur da türkü olur ünlenir diller de..

Allaha emanetsiniz. Sağlıcakla..

15 Nisan 2024 Pazartesi

MELEKLERİN SABRI

 


Babamın dediği dedikti. Dediğim dedik durumu,  yaşadığı kültür içinde asla yanlış değildi.  Anama bir fiske bile vurmazdı ama kızdığı zaman cezalandırırdı.

Meradaki harman yeri olduğu için dile dokunan uzatmasını kaldırır halk onu Merharman” kısaltmasıyla adlandırırdı. Bizim eve en fazla yedi yüz metrelik mesafesi ya var, ya yoktu.  Eteğindeki yokuşta yorardı yani insanı.  Hele bu yokuşu ceza niyetiyle tırmanırsan daha da sevimsiz olurdu. Babam sporcu koçu edasıyla düdüğü çalar anamın harman cezası başlardı.  Harmana varınca karşıdan geldim diye el eder, ikinci düdükle geriye dönerdi. Anam tüm buna rağmen içindeki öfkeyi dışa vurmaz, vuramaz yuvayı darmadağın edecek davranışlarda bulunmazdı. Duygularını yüreğinde yaşardı vesselam. Hey gidi anam hey! Sabır taşı olsa çatlardı da sen yine çatlamazdın. Bu sabrı derecelendirecek ölçek bile yoktur herhalde. Of Of!

Benim erken dünyaya gelmiş anam, benim sabır küpü anam, benim vakitsiz yaşamış anam, benim kadersiz anam, benim çileli anam!…

Anacığımın sabrını düşünürken Annem bir kez daha devleşiyor gözümde.  Sağ olsa sarılıp öpeceğim kardeş. O sabır, meleklerin sabrı yeğenim. O sabır, alkış tutulacak sabır birader. O sabır, fikirsiz bir duruşun ürünü değil, insanın insanca duruşu belki de…

Hayatla, mutlulukla, huzurla insan arasındaki en büyük engel insanın kendisiymiş. İnsanın içindeki engeller kimi zaman her birimizi büyütürken bazen de olmadık hallere düşürebiliyor. Olmadık durumlara düşme halindeki sabır da huzur ve sükûnete erdiriyor.

Bugünün koşulları içinde düşünüyor, kıyaslama yapıyorum da anam o günün kültürü içinde koşulsuz boyun bükmesi gereken çaresiz, babam güç elinde bayrak sallayan otorite. Kimseye verecek hesabı da yok.

Dünyaya bak. Kim kime hesap veriyor. Hesap verenler belli.  Bi düdük koş, bi düdük öl.  Baksana Filistine, Baksana Gazzeye… Ölen ölene.. kurşunu sıkan sıkana, bombaları atan atana.  Uf, Ufff!

Kanun ve kuralsızlık güçlülerin gücü halindeyken ne yapabilirim ki yüreğimde biriken öfkeden başka. Anamın sabrını öğütlemekten öte ne diyebilirim ki.

İnsanlığı bambaşka anlatmıştı, çok farklı tanıtmıştı anam.  Ele geçirdiğiniz bilim ve sanatla insanı yoldan çıkardınız, insanlığı öldürdünüz bu dünya da. Kuralsızlıklar sizin keyfiniz gelsin diye sürüp gidecek mi insanlar hep ölecek mi? Yuh,  Yuh olsun size…

Bu savaşları seyredenler arasında kimler var hadi sayın bakalım. Babam annemi cezalandırırken etrafında seyreden kimler vardıysa bugün de onlar var.  Dur demiyor, yapma, ayıptır demiyor. Demedikçe azıyor kimileri..

Bu saldırganlıklar,  bu eziyetler, bu tokat atmalar, bu hırpalayışlar, bu cezalar ürkütüyor insanı. Dar geliyor dünya dar! Bu dar getiriş neyin nesi! Yazıklar olsun, bir kez daha “yuh” olsun.

Beni bu sıkıntıdan, insanlığın kısırlığından koparıp yerel seçim sonrası baharın enginliğine  salacak,  yangın yeri olan içime soğuk sular serpecek düşlerin düşüyle…

Dilimde yerel bir ezgi; “Ni sandın, sen beni ni sandın”  nidalarıyla dünyayı selamlarken….

Sağlıcakla..

26 Şubat 2024 Pazartesi

MAHALLEME MEKTUP 14 ( Huzur, birlik, bakış, duruş)

 

Kıymetli Komşularım,

Kentlerdeki insan nüfusu arttıkça birlikte yaşama hazzı kadar güven ve tedirginliğinde arttığı merkezler haline geliyor. Bize ya da birçoğumuza uymayan yanlış kostümler bürünmüş kavramlar ortalıkta dolaşabiliyor. Doğruyu aradığımızı sanırken, yanlışın ne olduğunu sormaktan kaçınabiliyoruz çoğu kez.

Birlikte yaşamak bir kültür meselesidir aslında. Kültür, gün gün eksikleri aşma gayretidir. Mahallemizde birçok konferans, sohbet, sosyal etkinliklerle mahalle buluşmaları gerçekleştirirken eksikleri tespitle, birlikte yaşama biçimini doğru bir merkeze oturtmaktı gayemiz. Eksiklerimiz olmasına rağmen başarılı olduk mu?   Olduk çok şükür.

Yardımlaşmayı, dayanışmayı, selamlaşmayı, göz göze gelmeyi, yan yana oturmayı birlikte sevinmeyi, birlikte üzülmeyi, komşu olmayı becerdik mi?  Becerdik elhamdülillah.

Niyetlendiğimiz pek çok projenin tam ve kusursuz olması beklenemez. Eksiklerimize rağmen mahalle olarak yörede parmakla gösterilirken, dillerde övgülere layığız.  Ne mutlu!... Bundan büyük mutluluk mu olur?

İnsan evini özlüyorsa, insan birkaç gün görmediği komşusunu arayıp sorabiliyorsa, selamlaşmanın hazzını taşıyorsa,  hal hatır soruyorsa, insanlar birbirine gülümseye biliyorsa daha ne olsun… Tüm bunlar kamunun huzurunu artıran, yararını çoğaltan işlerdir kardeş.

Mahalle dediğin rastgele sevilmez ki, güzellikleri rastgele bakışla fark edilmez ki, rast gele duruşla mahalleli olunmaz ki!... Kimilerinin çöplüğü olmasına müsaade edilmez ki!.. Düşlerimizin gemisi kimilerinin hayaline sığmaz ki!...  Mahallemizin havası rastgele solunmaz ki!..

Şu ortasından akıp giden çay, birbiriyle yarışan ördekler, dalışın yarışını tutan karabataklar, mesire yerindeki ağaçların en tepesini yalayan rüzgar, ritim tutan yaprak hışırtıları, o ağaç senin bu ağaç benim diyen sincaplar.. Gör, bak, fark et, al payını kardeş. Sal düşlerini durgun  akan suyun yüzeyine…Suyun durgunluğu gitmek istemeyişindendir

Bakmasını bilmek de sanattır yeğenim! Bulgur bulgur toprağı kabartan kör köstebek kadar akça düşlerin yoksa dermansız dertlerdedir insan!..  Her komşunun bir öyküsü, hikâyesi, birliğe, beraberliğe dair güzel düşleri olmalı. Bunların olmadığı yerde kümesine tilki düşmüş tavuklar gibi olur mahalle…

Kaldırım döşeli yollar,  taşkınları önleyen beton kanallar, gece karanlığını aydınlatan ışıl ışıl sokak lambaları, parklardaki yeşilinden çimler, minaredeki alem, sıcacık evler, iç ısıtan selamlaşmalar.. iç genişleten  bakış ve duruşlar. Kıymetini bilmek, özden hissetmek gerek cancağızım.

Bazen yeni doğan çocuklara doğdukları yer ve duruma göre ad verilir. Mahallemizin adı da öyledir. Bulunduğu yerden almıştır adını. Adı anıldığında onca güzelliği çağrıştırır yüreklerde.

Gözlemelerin, un helvalarının, keşkeklerin,  aşurelerin, huzura akan konferansların, imkânı olanların imkânsızlarla buluşma noktası, huzurun ev adresi, komşuluğun dokuma tezgahı, kültürün yaşam alanı velhasıl bir güzel huzur alanı.   Huzurumuz  ve birliğimiz daim olsun Sağlıcakla..