Zor iş be.. Köylüyüm ben. Rahmetli
babam da köylüydü, dedem de. Bizim çocuklarımız köylü olmayı reddediyor,
kendilerini kentli olarak tarif ediyorlar artık. İtirazım olabilir mi? İtiraz etmekle neyi,
nasıl değiştirebilirim? O halde suskunluğum sevimsiz olmaktan daha mı
yararlıdır sizce..
Yeni neslin iletişimi, hal hatır
sorma biçimi bile çoook değişti. Dillerinden anlamak zor sanki. Tokalaşmaları
el ense çekerek, selamlaşmaları benim aklımın yetmediği dilden. Bunu öğrenmem,
bu konuda birikim oluşturmamın zamana sığması imkânsız artık. Of ki of!..
İşaret dilleri de değişti yeni
nesilin. Hazır surat ve yüz şekilleri ellerinin altında. Resme tıkla, göster
geç. Vay, vay, vaay!
Biz farklı dilde farklı üslup
içinde yetiştik.
. Bizim oğlan nasılsın?
. Aha be hısım, iş güveysinden
hallice..
. Bizim kız sen nasılsın?
. Yuvarlanıp gidiyoruz..
Soru biçiminden, soranın ses
tonundan samimiyeti kavrarsınız şıp diye. Karşınızdaki de aynı kolaylığı yaşar.
Samimiyet üzerine şüpheler duymaya gerek kalmaz. Ardından sohbetin, hal hatır
sormanın bir adım ötesine geçilir.
.
İş güveysinden hallice dedin de bir sorun mu vaa len!...
.
Durum böle böle…
.
Bakarız çaresine hısım, dert etme…
Hal hatır sorulur, çareler umulur,
çözümler sunulurdu. İçiniz yanarken gülen surat gösterme ihtiyacı hissetmezsiniz.
Sevinciniz de, acınız da ortada olur, katkı için herkes üstüne düşeni yapardı.
Neyse..
Şans mıdır nedir, mutlaka hazır
çaya sofraya rast gelirim. Bu konuda nasipliyimdir belki de.. Her rastlayışta;
.
Ooooo, kaynanan seviyormuş buyur, buyur. Geç Allah’ını seversen filan..
Gönül rahatlığıyla otururum
çaylara, sofralara. Otururken çoğalır sorular içimde. Kaynana hakikaten sever
mi, sevmez mi sorusu içten içe dürtükler.
Hay Allah.! Kaynana mevzusu derin
oldukça da çetrefilli de bir konu. Girip girmemenin karasızlığı sarıyor insanı.
Tesadüf sofralara rastlarken, gönül
sıcaklığında buyur edişlerin gerisinde içinizdeki çoğalışlara bak. Kaynanamın
nesinden, nasıl bahsetsem bilmem ki. Ya da hiç bahsetmesem daha mı iyi. En
iyisi açık vermeden oturduğun sofrada efe efe kaykılmaya devam etmek. Toplum
baskısını üzerimde nasıl hissettiğimi az buçuk tahmin ediyorsunuzdur. Bizim
toplumumuzun ilginç bakış açıları vardır. Bu köylüce bir bakıştır belki de.
Belki de benim damarıma basan bir bakış. Kızlar hala ikinci plandadır nedense.
Bunu çokça konuşulan Antalya yöresinden bir örnekle anlatayım en iyisi. Uzak
yöreden dem vurunca daha kolay sıyrılırım işin içinden. Hay Allah!
Sanırım Serik yöresi. Baba erkek
çocuklarına en verimli arazilerini verirken, kızlarına sel basan çorak arazileri
uygun görür. Yıllar geçer turizm geliştikçe sel basan çorak araziler değer
kazanır. Bu da Allah’ın takdiri işte.
Değer kazanması bir başka mesele. Aslolan babanın kızlarına bakış
açısıdır burada. Gördünüz mü “kaynanan seviyormuş” lafının beni nerelere
getirdiğini. Seviyor desem bir türlü, sevmiyor desem bir başka. Gel de anlat
sen bunu şimdi. Anlat da, halka halka çoğalıp akşam haberlerinde dinle
sonrasını. Hak, adalet, hukuk kavramını içimizde içselleştiremiyoruz en başta. Çocuklarımız
arasında bile hakkaniyeti bozuveriyoruz. Hakkın hukukun bozulduğu yerde
toplumsal muhabbetin dengesi kayıyor. Gel de çık işin içinden. Kendi çocukları
arasında bile haksızlığa çanak tutan bir duruş varken, başkaları için
hakkaniyetli davranmasını kimden nasıl bekleriz? Bilmem haksız mıyım?
Sağlıcakla.