31 Ekim 2013 Perşembe

BERRAK BİR YAZI
Halil Oral/Tavşanlı

Pürüzsüz duru bir yazı yazacaktım. Sıcaklığı ekim ayının ortalama ısısına denk düşsün diyordum içimden. Bu niyetle oturmuştum bilgisayarın başına. Televizyonda “Dila Hanım” oynuyor. Yoğunlaşmak, kafamdaki parçaları birleştirip bir kaba kotarmak mümkün gözükmüyor bu yüzden.
Yazmak için televizyonsuz bir yer olmalıydı ama burası tam olarak neresiydi?
Kocaçay’ın kenarında bir çınarın ya da bir söğüdün dibi olsa mesela. Kuşların cıvıltısı kulaklarıma hoş sedalar verse..  Güneş sırtıma vurdukça üşüme ürpertilerim kaybolsa. Sağ elinin üç parmağıyla şarap şişesini tutan adam kafasını geriye kanırtıp içkisini gırtlağına boca ederken bakışları rahatsızlık vermese mesela. Başıboş köpeklerin sürüsü içinize korku salmasa..  Altına oturduğum ağaç küçük esintilerde yapraklarını döküyor olsa. Vakit tam olarak ikindi vaktine sallansa.
Ya da Durak Mahallesi’nde Hasan Ağa’nın fırının yanındaki çınarların dibi olsa. Sıra sıra dizilmiş masaların etrafında kümelenmiş insanlar aralarında çok ciddi şeyler konuştuklarını tahmin ederken kuşlar mayısını boşaltsa. Direksiyonuna hafiften yan oturulmuş aracın egzozu geçerken acayip homurtular çıkarmasa. Kahveci Cemal’in çayları biraz daha sıcak olsa. Bu sıcaklık sırasında tüm masalar fısıl fısıl siyaset konuşsa. Dilenciler bu esnada masaları sarsa. Fırından çıkan maya kokusu etrafı kaplasa.
Şehrin orta yerindeki meydanın havuz başı mı olsa yoksa. Hatta seçim öncesinde tüm yerel adaylar arada ütopik vaatler sıralasa. Kimi “sosyallik” dese, kimi “önce insan” kimi “çevre” dese. Bu sırada renkli balonlar gökyüzünü kaplasa. Alkışlardan yer gök inlese. Bu inlemeyle herkes ben kazandım bilse. Hay Allah! 
Önemli şeyler bunlar. Ama düşündüğüm gibi duru bir yazı yazmak hiç de kolay değil.  Vazgeçmenin boşluğuna burun kıvırırken nadas yapılacak tarlada buldum kendimi. Mazotun okkası, gübrenin torbası akla düşünce nefesin rengi değişti. Kalbin atışları bitişti. Kaygıların derinliği arttı. Traktörün sigortası bitmiş, fenni muayenesi geçmişti. Altındaki lastikler kendisi kadar eskiydi. Eller tümden nasırdı. Pazarda müşteri hepten haklıydı. Ispanak yüksek, domates pahalıydı. Kim haklı kim haksız karışıktı. Kim mutlu kim mutsuz soruları yerli yerindeydi.
Toprak hayattı. Toprak sevdaydı. Umutlar tarlaydı. Atalardan geçen bir kısım toprak BeBe (2B) ydi mesela. Böyle denmesi bedeldi. Yılan, çıyan, köstebek, keklik, tavşan taa çocukluğumdan bildik yabandı. Anlarmışım gibi bilgiç yazılarım, boş gevezeliklerim vardı. Gevezeliğim sürdükçe köprülerden çok sular akardı. Çocuklar okula gider dershaneden çıkardı. Hanım bu esnada tarhanaya nohut katardı. Kış kurutmalık biber aşını yedikçe kolonları gaz basardı.

Gördünüz mü yazının geldiği noktayı. Oysa duru olacaktı. Yalın ve berraklığının yanında Ekim sıcaklığında kalacaktı. Kaldı mı? Tarlada türküler söyleyip ıslıklar çalacaktım. Herkes uyurken ben çalışacaktım. Son model arabaya kasılıp kıvrak müzikler eşliğinde size el sallayacaktım. Mutluluğunuza mutluluk katacaktım. Yazının berraklığıyla sizi parklarda koşturacaktım. Yazım tosbağalar kadar ağırbaşlı, güzel ötüşlü kuşlar kadar neşe saçacaktı. İçimde mutluluk adına ne varsa yazıda zirveye çıkaracaktım. Seçim süreci tam olarak başlamadan aday olacaklardan bile kıvrak davranıp ağzımdan ballar akıtacaktım. Hatta seçimlik eşantiyonlar dağıtacaktım. Öykü henüz bitmedi. Televizyonda dizi hâlen devam ediyor. Tüm bunlar olur belki. Kim bilir, belki bir gün. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: