Ruhsuz robotlar gibi yaşamak insan
olanın işi değil. O yüzden hangi teknolojiyi barındırırsa barındırsın, hangi
kolaylığı sağlarsa sağlasın içinde ruh yoksa ne değişir ki.
Doğup büyüdüğüm toprakları, ahşap
kokan evleri, bilyesini üttüğüm, çelik çomak oynadığım hatta kimi vakit kavgaya
tutuştuğum arkadaşları hangi robotsu yapı hatırlayabilir. Çocuk yüreğimin özlemlerini, hayallerini,
hissedişlerini hangi robotsu duruş çoğaltabilir. Ahmet’in çocuksu mizacını,
Aziz’in hırçınlığını, Ayşe’nin vücut dilini hangi robot tam olarak
canlandırabilir. Robotsu duruşlar arttıkça bozuluyor babalığın duruşu.
Dostluğun emaresi olan tüm yakınlıklar erim erim eriyor ruhun bittiği yerde.
Etrafımızı beton bloklar kaplıyor aşılması zor. Vay ki vay!
Aklım ermeye başladığında
kavramıştım kimi insanların büyüdükçe robotlaştığını. Aklım ermeye başladığında
büyümeye başladığıma kızmışlığım olmuştu gün gün. Büyüklüğümün beklentisine
girdiklerini gördükçe ruhsuzluklarını keşfetmiştim kimilerinin.
Çocukluğumu deşmek, deşelemek bile
ruhun varlığına işaret değil midir? Geçmişini hatırladıkça daha mı insanlaşır
insan? Doğup büyüdüğü köyden, mahalleden, sokaktan, onca alıştığı yüzden nasıl,
ne zaman, neden koptuğunun bilincini taşıdıkça zenginleşir mi yürek? Hadi sorun
kendinize. Sordukça kurtulacaksınız belki de robotluğun esaretinden.
İçinde ruhu barındıran beden, dilin
ifade edemeyeceği anlamları barındırır üzerinde. Ruh olmadan beden robottan öte
nedir ki?
İnsanın çocuk yüreği ne kadar
temiz, aslında ne kadar zengindir. Çocukça yürekler puslu görüntüleri siler
gözlerimden. Çocukça bakışlar özlediğim bakışlardır bir diğer yandan. Çocukça
sesler ne kadar da masumdur. Ümit ve arzuları çocukça bakışlarda ararım ben.
Çocukça duruşlarda masumiyetin zenginliğini tartarım. Renklerin zenginliğinde
beş taş oynayan çocuk resimlerini çoğaltmak isterim. Büyüklerin ruhsuz
duruşları, oyunbozanlığı, hinlikleri gözlerime takılır ben çoğaltmak isterken.
Of ki, of!
Taş bile yüklediğiniz anlamla “taş”
olmaktan çıkıyor. Çakıl taşına yıldızları yüklemek, çakıl taşını çiçeksi
dokulara bandırmak, çakıl taşına insani pabuçlar giydirerek yollara çıkarmak…
Hangi ruhsuz robotun becerisi olabilir Allah aşkına. Tüm bu eylemleri yaparken
hissedişlerini hissettirmeye kalkışmak. Hangi ileri teknoloji ürününde
mevcuttur.
Taşa çiçekler kondurarak bahçeler
oluşturmak, üzerine yıldızlar dökerek evrene sahiplenmeye kalkışmak, mini patilerle yollara çıkarıp yolların
yorgunluğunu almak çocukça görülebilir oysa.
Oysa ne büyük bir dünya, ne engin bir bakıştır o. Ruhtan yoksun hangi ressam böylesine tablo
dizini oluşturabilir. Hangi robotsu bakış renklerin farkında olabilir. Alkışlar
içinde ruhu barındırıp zenginleştiren her yüreğe. Alkışlar insan gibi her
insana. Alkışlar çocukluğun masumiyetini taşıyan cümleye. Alkışlar robotsu et
yığınlarına prim vermeyen nice insana.
Yazı böyle sürüp giderken robotsu
yapılara çok mu haksızlık ederim bilmem ki. Hayatı tam olarak bize öğreten
robotsu duruşlar mıdır yoksa. Yoksa bizi insanlaştıran, farkına vardıran, ruhun
zenginleşmesine katkı yapan bir yanı mı olur ruhsuz yapıların. Kötüler olmasa
iyilerin farkına varmaz mıyız biz? Tam da burada kavram kargaşası yaratmış
olmanın kaygısı sardı beni. Ama mesele gün yüzüne çıktı sanırım. Deniz kumsuz
olmasa da insanlar ruhsuz olabiliyor. Olurken alıveriyor çocukça duruşumu
ellerimden. Duruşu elinden alınan çocuk “ eller
kadir kıymet bilmiyor annem” ezgisi dilinde yepyeni ezgilere yol
alıyor. Alırken yoruluyor yollar. Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder