Özellikle yaz günlerinde
yalnızlıktan sıkıldığım olmuyor. Malum toprakla olan uğraşılarım yalnızlığımı
unutturuyor. İçimde biriken tüm kaygılar yok olup gidiyor nedense. Toprakla olan işler sürdükçe yazacaklarım da çoğalıp,
birikiyor bir diğer yandan.
Havalar birden soğuyup yağışlarda
başlayınca eve kapanıp kaldım bugünlerde. İnsan ne yapacağını şaşırıyor tempo
düşünce. Televizyonun gündüz yayınları beni sıkıyor, haberler desen zaten iç
daraltıcı. Hal böyle olunca kitaplar imdadıma yetişiyor. Mehmet Rauf’tan Halide
Edib’e, Fakir Baykurt’tan Orhan Kemal’e ne varsa göz atıyorum aspirin
niyetine. Romanlar, hikâyeler demokrasi
paketlerinden daha çok heyecan uyandırıyor ben de. Hikâye ve romanları daha
gerçekçi buluyor duygudan duyguya sürükleniyorum açıkça. En az Fevzi Çoşgun
kadar heyecanlanıyor türkülere konu olan Süleyman Çavuş’un vuruluşuna merak
salıyorum mesela. Bu merakla geçmişi yeniden yaşar gibi oluyorum. Yeniden
yaşamanın hoşluğunda kalıyorum saat saat. Kalırken, geçmişi yeniden soruyor
sorguluyorum aslında. İnsan anı yaşarken pek çok ayrıntıyı gözden
kaçırabiliyor. Bu kaçırışla yarım yamalak kalıyor çok şey. Soruları sorup
yeniden sorguladıkça daha yalınlaşıyor zaman.
Kimine göre “ekmeğini taştan
çıkaran” adamım ben. Kimine göre “iş delisi”yim. Kimine göre kendini “boşa
yoran” aptal. Kimine göreyse “bir hiç” işte. Karşısına bir hacet için gittiğim
kimi memurlar(!) da “hiç” gibi baktığına göre bu işte bir iş var gerçekten.
Hâlbuki ben Aziz Nesin hikâyesindeki Hoşgör Hakkı’yım belki de. Kimi zaman en
az Hoşgör Hakkı gibi gaz ocağı memesi aramaya çıkasım geliyor. Eczacıya cıvata,
manava traktör parçası sorasım geliyor Hoşgör Hakkı gibi.
Ne yaparsınız gerçekten toprak
benim güneşim. Kitapları karıştırmak en az onun ayarında. Meydandaki banklarda
guguk kuşu gibi oturmak benim tarzım değil. Duvara(!) sırtını yaslayıp
güneşlenmeyi hiç beceremem oldum olası. Siyaset desen başarılı olamadığım bir
alan. Doksandokuzluk tespihle çarşı pazar hiç dolaşamam. Koyun kredisi, köyün
kredisi hiç lazım değil. Önüme gelene “haklısın beyim” diyecek yapı ve
karakterde hiç değilim. Yola çıktıklarımla toprakta güneşlenmeye razıyım o
kadar.
Toprakta güneşlenmek kumsalda
güneşlenmekten daha eğlenceli geliyor bana. Toprakla bağ kurmak, siyasetçiyle
bağ kurmaktan daha ehven geliyor belki de. Toprakta tırmık çekmek, sokakta
doksandokuzluk tespih çekmekten daha gerçekçi duruyor benim için. Duvara sırtı
yaslamaktan, bahçeye domates aşılamayı daha samimi buluyorum o kadar.
Kuşluktan ikindiye kadar duvar
dibinde yatıp sefa sürecek kadar akıllı biri hiç değilim. Ne yaparsınız yaradan
benide böyle yaratmış. Hoş görünüzü ummaktan başka çare yok sanırım.
Eczacıya cıvata, manava traktör
parçası sormaya yeltenirken önümüzdeki bayram ve yılbaşı günlerini de düşünmeye
başladım aslında. Bir milyonun üstünde kişi yurt içi, dörtte bir oranında da yurt dışında seyahate
çıkacakmış. Gerisi bayram yapacak evlerde. Oh ne âlâ…
Asmanın
bir tek dalını mehel görmeyip kesen kardeş kardeşiyle nasıl bayram eder. Sırf çıkar
ve küçük hesaplar için dost görünmeye yeltenen müsveddelerle hangi bağlar
sürer. Düşmana has ipleri elinde tutanlarla hangi kültür ve tarih sohbetleri
yapılır. Benim “hiç”liğim sürerken hangi dirlikten bahsedilebilir. Gördünüz mü
yazının geldiği noktayı. Yazının trafiği siyasilerin trafiğinden karışık oldu. Efendiliğin
savaşını bile kaybedebiliyor insan. Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder