15 Ekim 2013 Salı

HOŞGÖR HAKKI

Özellikle yaz günlerinde yalnızlıktan sıkıldığım olmuyor. Malum toprakla olan uğraşılarım yalnızlığımı unutturuyor. İçimde biriken tüm kaygılar yok olup gidiyor nedense.  Toprakla olan işler sürdükçe yazacaklarım da çoğalıp, birikiyor bir diğer yandan.
Havalar birden soğuyup yağışlarda başlayınca eve kapanıp kaldım bugünlerde. İnsan ne yapacağını şaşırıyor tempo düşünce. Televizyonun gündüz yayınları beni sıkıyor, haberler desen zaten iç daraltıcı. Hal böyle olunca kitaplar imdadıma yetişiyor. Mehmet Rauf’tan Halide Edib’e, Fakir Baykurt’tan Orhan Kemal’e ne varsa göz atıyorum aspirin niyetine.  Romanlar, hikâyeler demokrasi paketlerinden daha çok heyecan uyandırıyor ben de. Hikâye ve romanları daha gerçekçi buluyor duygudan duyguya sürükleniyorum açıkça. En az Fevzi Çoşgun kadar heyecanlanıyor türkülere konu olan Süleyman Çavuş’un vuruluşuna merak salıyorum mesela. Bu merakla geçmişi yeniden yaşar gibi oluyorum. Yeniden yaşamanın hoşluğunda kalıyorum saat saat. Kalırken, geçmişi yeniden soruyor sorguluyorum aslında. İnsan anı yaşarken pek çok ayrıntıyı gözden kaçırabiliyor. Bu kaçırışla yarım yamalak kalıyor çok şey. Soruları sorup yeniden sorguladıkça daha yalınlaşıyor zaman.
Kimine göre “ekmeğini taştan çıkaran” adamım ben. Kimine göre “iş delisi”yim. Kimine göre kendini “boşa yoran” aptal. Kimine göreyse “bir hiç” işte. Karşısına bir hacet için gittiğim kimi memurlar(!) da “hiç” gibi baktığına göre bu işte bir iş var gerçekten. Hâlbuki ben Aziz Nesin hikâyesindeki Hoşgör Hakkı’yım belki de. Kimi zaman en az Hoşgör Hakkı gibi gaz ocağı memesi aramaya çıkasım geliyor. Eczacıya cıvata, manava traktör parçası sorasım geliyor Hoşgör Hakkı gibi.
Ne yaparsınız gerçekten toprak benim güneşim. Kitapları karıştırmak en az onun ayarında. Meydandaki banklarda guguk kuşu gibi oturmak benim tarzım değil. Duvara(!) sırtını yaslayıp güneşlenmeyi hiç beceremem oldum olası. Siyaset desen başarılı olamadığım bir alan. Doksandokuzluk tespihle çarşı pazar hiç dolaşamam. Koyun kredisi, köyün kredisi hiç lazım değil. Önüme gelene “haklısın beyim” diyecek yapı ve karakterde hiç değilim. Yola çıktıklarımla toprakta güneşlenmeye razıyım o kadar.
Toprakta güneşlenmek kumsalda güneşlenmekten daha eğlenceli geliyor bana. Toprakla bağ kurmak, siyasetçiyle bağ kurmaktan daha ehven geliyor belki de. Toprakta tırmık çekmek, sokakta doksandokuzluk tespih çekmekten daha gerçekçi duruyor benim için. Duvara sırtı yaslamaktan, bahçeye domates aşılamayı daha samimi buluyorum o kadar.
Kuşluktan ikindiye kadar duvar dibinde yatıp sefa sürecek kadar akıllı biri hiç değilim. Ne yaparsınız yaradan benide böyle yaratmış. Hoş görünüzü ummaktan başka çare yok sanırım.
Eczacıya cıvata, manava traktör parçası sormaya yeltenirken önümüzdeki bayram ve yılbaşı günlerini de düşünmeye başladım aslında. Bir milyonun üstünde kişi yurt içi,  dörtte bir oranında da yurt dışında seyahate çıkacakmış. Gerisi bayram yapacak evlerde. Oh ne âlâ…
Asmanın bir tek dalını mehel görmeyip kesen kardeş kardeşiyle nasıl bayram eder. Sırf çıkar ve küçük hesaplar için dost görünmeye yeltenen müsveddelerle hangi bağlar sürer. Düşmana has ipleri elinde tutanlarla hangi kültür ve tarih sohbetleri yapılır. Benim “hiç”liğim sürerken hangi dirlikten bahsedilebilir. Gördünüz mü yazının geldiği noktayı. Yazının trafiği siyasilerin trafiğinden karışık oldu. Efendiliğin savaşını bile kaybedebiliyor insan. Sağlıcakla

Hiç yorum yok: