Çarşı pazardayım ya. Yerli olarak
kavun karpuzundan tutun domates biberine, ıspanaktan tereye yetiştirmenin
gayretinde oluyorum bu yüzden. Halkın içinde halkla beraberim pazar yerlerinde.
Seçkininden aydınına, avamından orta hallisine her tür insanı görmek, gözlemek mümkün
oluyor. Bir şekilde temas oluyor işte. Bu temaslar kimi vakit duygudan duyguya,
düşünceden düşünceye sürüklüyor insanı. Gördüğüm bir şeyde var ki aslında her
sınıftan insan zamanı kandırmanın gayreti içinde. Kanmasa, kandırmasa olmaz.
İnsan olarak belki de hepimizin içinde var zamanı kandırma duygusu.
İtiraf etmeliyim ki zamanı
kandırmanın gayretinde olmuşumdur bende hayatın değişik dönemlerinde. Bu duygu iyiye mi işaret kötüye mi, sorsanız
cevabını bilmem imkânsız.
Bu sene al, seneye öde. Üç ay ödemesiz sonrası yirmi dört ay
taksitli. Vay be deyip atlaması mümkün insanın.
Kaç yaşındasın diyenlere on birimi
bir gün geçmiş olsam da on ikiyi çok güçlü ifade ederdim. Anam kimi zaman tersi
hesaplar yapardı. Nazar değmesin diye midir bilinmez aah! amcası daha
dokuzunda. Kızarıp bozarsam da
yutkunurdum mecburen. İçin için kızdığım olurdu anneme. Ben büyüklüğümü
göstermeye çalışırken küçüklüğümün haykırılması ne acı. .
Askere ilk gidişim İzmir
/Narlıdere’ydi. O günler yirmi aydı
askerlik. Gün olarak tam tamına 610 gündü. Bir değil iki değil 610 gün. İnsanın
yurdu, yuvası sevdikleri aklına geldikçe günler büyür gözünüzde. Say say bitmez.
Zamanı kandırmak düşer aklınıza. Hafta sonlarını çık, bayram günlerini çık,
geceleri çık. Hatta çıkarılacak zaman varsa daha bul çıkar. Zaman nasıl
kandırılıyor görmüş ol.
Okul yıllarında babamın yaptığı
zaman hesapları da bir başkaydı. Ortaokula yaklaşık on kilometre yayan gidip
gelirdim. Eylül ortalarında başlayan okul mayıs ortasını geçkin biterdi. Ay
hesabından sekiz aylık bir dönemdi okul. Babam tatil günlerini çıkarır okula
gitmem gereken gün sayısını parmak hesabına vurur bu kadar gün ne ki derdi. Hay
Allah.. hakikaten ne ki?
Bir başka hesapta babam seksenli
yaşlardayken dişlerim tam olsa “on sekizindeyim” derdi. Ben on birimdeyken on iki demeye
heveslenirken, babam sekseninde on sekize vururdu yaşını. Babamın yaş mantığını
hanımlarda da görmek pek mümkün. Gençsin desinler, öyle görülsün zaman
kandırılsın yeter. Yanlış hesaptır diyemiyor, babamın yaş hesabına bu yaşa
gelince gönülden katılıyorum. Anam keşke “amcası daha dokuzunda” diyebilse
benim için.
Ülkemizde insan ömrü 65 yıl. Üçte
biri uyku deyip çıkarsak. Geriye ne kaldı ki. Sevmedim bu hesabı ben. Siz
sevdiniz mi ki? Altmış beş yılın içinde 780 ay var. Saate, dakikaya hatta saniyeye vur. Yaşa yaşa
bitmez. Yaşamın içinde uykunun tadını bile tatlara vur. Sonrası değmeyin keyiflere…
Her bir yıl için birkaç takım,
birkaç papuç, birkaç kravat, kaşkol her neyse gardırobu doldur. Marka marka,
desen desen boy boy. Al ki bunları giyecek eskitecek ömrün olsun. Ödemeleri
aylara yıllara vur mesela.
Bu hesapların ıspanakla tereyle,
kavunla domatesle bağını kurmaya çalışanlar var belki de. Yazıya bir yerden başlamak gerekiyor ya.
Ispanağı sallayıp zaman hesaplarını göstereceksin. İşin püf noktası tam da burası. Çarşı
pazarlarda görmüşlüğü vardır cümlenin. Adam kavanozun içinde yılanı sallayıp ardından
minnacık pek çok şeyi pazarlamaz mı? Şimdi mesele anlaşıldı sanırım. Ama öyle
değil işte. Ben bu ıspanakları yeşil yeşil yerim der müşteri. Tereye
bayıldığını söyler. Çocukluğundaki kavunun tadından, mısırın lezzetinden dem
vurur. Çok lezzetli görünüyor derken lezzetine lezzet katar her bir şeyin.
Bense hesabı hesaba vurur dururum.
Vururken çıkar hesapsızlar karşıma. Zamanı kandırma hesaplarım boşa
boşluğa düşer çok zaman. Avuçlarım şakakta öylesine kala kalırım. Kalırken
üzülürüm büyüdüğüme. Hey gidi hey! Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder