3 Ekim 2013 Perşembe

EYLÜL


Yapraklar sararmaya başladı. Eylül çoktan geldi geçiyor. Mahallenin kadınları kırmızı biber patlatıyor, tarhanalar döküyor çarşaf çarşaf. İpe dizili biberler balkon demirlerinde kendince tıkırtılar çıkarıyor. Bitkiler sarıyı benimseyeli çok olmuş. Ağaçlardaki çoğu yaprak dikey düşmeye hazır. Yaza alışmış bedenler evlerin içinde üşümeye meyletmiş. Bir telaş bir telaş sorma gitsin. Anaların sırtına küçük bebelerin okul çantası binmiş. Nedense yaştan mıdır bilinmez anamın dalgınlığı da artmış Eylülde.
Hanım, komşunun getirdiği tadımlık tarhananın eksik olan malzemesini bir bakışta anladı. Anlarken anlamazlığa vurdu nedense. Bense çoktan anlamışken eylülü, yazıya anca vurabildim nedense
Kimi başka yazlara kuruyor düşlerini, kimi yaklaşan kışı eylülden hissediyor. Ressam olan değişen renklerin keyfini sürmeye, olmayan; içindeki yeni salgınların ateşini dizginlemeye çalışıyor.
Kızamıkta da artış varmış bu eylülde. Grip ağrıtacak baş, akıtacak burun arıyormuş. Komşuda haneler yangın yeri ki boğum boğum boğuluyor insanlar. Buna bakıp şükretmek geliyor insanın içinden.
Kırağılar kendi yeteneklerini göstermeye çoktan hazır sanki. Eylüller, sizi gidi eylüller..
Eylül indirimleri kışın gelmesine engel değil. Mağazalar indirirken bindirmenin telaşında belki de. Araçlar zincirsiz yürümeyecek kışlarda. Kar lastiği, çekme halatı, takoz her bir şey hazır olmalı. Meteroloji haberini verdi bile havaya ait durumun. Lahana gibi bürünmeye hazırlıklı olmalı eylülden. Bizim bahçedeki boncuk fasulye onca çiçek açmıştı oysa. Dökmeye hazırlanırken dökülmeye mahkûm bu belli. Ne yapmalı bilmem ki?
Düğünler çoğalıyor bir de eylüllerde. Şen şakrak halaylar çekiliyor salon salon. Nikâhın memurları eylüllerde bildik sözleri sektirmeden ifade ediyor. Diziler kanallardaki yerini almış ki, meraklıları vakti şaşırmıyor. En az ressamlar kadar heyecanlı yün iplikçiler kışa vakit sayıyor. Velhasıl kim mutlu kim mutsuz karmakarışık. İnsanlar ser verip sır vermiyor nedense. Yıllar öncesinde yapardı bunu anam. Yokluğu gizlemek adına buğday çuvalı sansınlar diyerek saman çuvalı dizerdi ambar üstüne. Hey gidi hey! Ser verip sır vermemek yokluğa dair bir şey mi dersiniz?
Eylülün şubatları doğurduğu aşikâr. Bu yüzden yitiriyor güneş hükmünü sanırım. Sinsi kırağılar eylülden yağıyor çünkü. Nice ovalar, onca ağaçlar sinsi kırağılarda döküyor yaprağını. Dökmeli mi, dökülmeli mi illaki yaprak? Kuşların kanadı bile eylül yağmurlarında ıpıslak oluyor. Kuru dallara tünemek zordur epeyce. Orman içlerindeki nice çoban çeşmelerinin eylüllerde başlıyor yalnızlığı. Bu yalnızlığa şaşım şaşım şaşıyor. Şaşıyor da, şaşmaktan sonuç çıkmıyor yine de.

Şu yazma zevkim olmasa kiminle konuşabilirdim eylülü. Eylül, eylüllüğünde kalırdı. Bir eylül akşamında kendi yalnızlığımı eylülü tartarak, kendi içimde tartışarak zenginleştiriyorum az mı? Tartmasam tartışmasam dizilerin derinliğinde kaybolup gidecektim belki de. Tartarken eylülü, şubatı görüyorum. Tam bu sırada vuruyor bir jübilede verilen saatin gongu. O vurdukça vuruyor kalbim küt küt.  Hay Allah! Yağacak kar suyunun ayakkabının pençesinden girişini bile hesaba vurmaya çalışırken saat gongunun yaptığına bak. Tetikte bekleyen eylüllük kelimeler sıra beklerken atmosfer bozuluyor öylece kalıyorum klavyenin tuşunda. Dilimde bir türkü “ bir fırtına tuttu bizi  deryaya kardı”   Sağlıcakla..

Hiç yorum yok: