Sessizce girerdik yazdan kışlara.
Geçişlerin acısını bilirdik de bildirmezdik. Uzundu kış geceleri. Bu uzunluğa
ocak başı sıcaklığının yanı sıra on dört numara gaz lambasının aydınlığı eşlik
ederdi. Ninemin devli, perili masalları
geceyi daha da esrarlı hale getirirdi.
Dedemin savaş hikâyeleriyle gecenin esrarından sıyrılırdık vakit vakit. Annemin
eteğine sarılan ben, bu sıyrılışla daha dik durmaya çalışırdım sanki.
Fırtınanın getirdiği kar fışkınları,
ahşap yapılı cam aralığından içeri sokulurdu çoğu vakit. Her sokuluş bir
üşüyüştü aslında. Ocak başında tutuşan dikmenin çatırtılı yanışı iyi gelirdi
üşüyüşlere. Hava üşürken, odun yanardı. Üşüyenle üşümek, yananla yanmak
gerekirdi belki de. Biri yanarken, diğeri üşümeli mi sizce? Ya da diğeri
üşürken biri yanmalı mı? Biri üşütürken diğeri yakmalı mıdır yoksa? Bu hengâme
içinde kaçardı uykular. Of ki, Of! .
Ayaz gecelere çöker, sular bile
gecelerde donardı. Yıldızlar da, ayaz kesen gecelerde bir başka parlardı. Kayda
mı düşerdi üşüyüşleri, kayıttan mı, bu bilinmezdi.
Dışarısı ayaz keserken yıldızlar
neden daha berrak olurdu? Neden buz kesen kışlarda hatırlardım ben yazı. Neden
gecelerden beklerdim hep gündüzü? Hatırlamak bile bahar şenliği salardı
yüreğime. Neden hep kış gecelerinde anlatırdı ninem masallarını? Dedem niye
kışlara saklardı kahramanlık öykülerini? Neden ben türkü dinler gibi dinlerdim
hep?
Kışlar yine aynı kışlar mı
dersiniz? Bu kışlarda hala masal anlatacak nineler kaldı mı bilmem ki? Dedeler
nerde şimdi? Öyküler neden suskun? Neden çocukların kışlarını, Pepe doldurur şimdi bilir misiniz?
Biz bize kalırdık kış gecelerinde.
Ninem de benimdi, dedem de. Hikâyeleri, öyküleri bellerdik onlarda. Bellerken
hissederdik her bir şeyi. Gecelerin korkusunu kışlardan tanır, kışlarda yıkardık
acıları. Ağlasak da göstermezdik. En azından küfretmezdik. Yazdan hissederdik kışların
tabiatını. Kış gazabının ninemin hikâyelerinde söneceğini anlardık. Kimsenin
yolunu kesmez, kimsenin arabasını ateşe vermezdik. Kışın vahşiliğine rağmen
yapmazdık. Bu vahşilikte bellerdik günahı, sevabı. Şimdinin göbekli
dindarlarından daha dindardık belki de... Vatan millet diye nutuk çekenlerden
bin kat vatanseverdik. Yoksa biz
zır deli miydik? .!.
Ninemin masalları kaval dinlemekten
güzeldi. Dedemin öyküleri de. Kavalcılar çoğaldı kışlarda. Kışlar hükümsüz,
yazlar küs şimdi. Eli kaval tutmayan ithal etme yoluna gidecek alimallah. Ne
korkunç!
Dedemin nesli, Ebemin nesli
nerdesiniz, nerelerdesiniz? Türküleri türkü gibi, ağıtlar ağıt. Ya öyküleri?
Topyekûn ders gibi ders!
Kimi tosunluğun, kimi hasımlığın
peşinde şimdi. Eline rüzgârın hükmünü geçiren milletin dövülmüş harmanını
savuracak bir anda. Kim savuracak, kimler savrulacak kaval sesleri arasında.
Kim üşütecek, kim yakacak? Duygular bile karışık. Duyguları onaracak kaç milli
öykü kaldı ki? Küresel masallarla çocuklar repçi, gençler maykıl ceksın. Ben
mi? Dilsiz üşütük.
Ninemin masalları dedemin öyküleri
nerdesiniz? Yetiş imdada! Ben ölüyorum… Ben ölüyorum! Sağlıcakla.
1 yorum:
Halil abi bizleri geçmişe götürdün yine.İçeride odun sobaları yenerken etrafında bağdaş kurup oturup çay içmek ne güzel olurdu.Hey gidi günler hey..T.KAZGI
Yorum Gönder