Ben anlattıkça tepeden bakışları
artıyor kimilerinin. Sanırsın bir eli yağda bir eli baldaydı. Vücut dili ben
sanayici oğluyum der gibi. Sevsinler seni kardeşim. Bu ülkenin çivisini üretecek bir tesis yoktu. Yetmişli yıllarda
üretilebilen gırgır süpürgesinin sayısı bile kayıtlarda apacık. Buzdolabı öyle,
çamaşır makinesi öyle. Üstünü sarıp sarmalayacak bez üretilemiyordu
imkansızlıktan.
Benim anlatımlarım senin
gerçeklerin aslında. Benim yazdıklarım topyekün yaşadıklarımız. Senin
bakışların neyin de nesi. Aslı inkar
yamultur insanı. Görmezlikten gelmek, yok saymak yepyeni sorunları bela eder
başımıza.
Dokumacı ninelerimiz, iş bilen
cefakar analarımız, çileleri göğüsleyen atalarımız olmasaydı zordu işler, ne
haber!…
Cephelerdeki imkansızlığı,
sıtmadan, tifodan, veremden daha nice hastalıktan ölen niceleri unutursak
çaresizliğimiz çoğalır. Yalın ayak cepheden cepheye koşan, yarı aç, yarı tok,
uykusuz bir neslin torunuyum ben. Onların tavrı övüncüm, öğünümdür her daim.
Onların bu tavrıdır göğsümü kabartan. Onların kahramanlığıdır onca hikayeyi
yazdıran. Unutmamak, unutturmamaktır işin aslı.
İki kadeh atıp kaykılmak niye. Gece
klüplerinde boy gösterip pozlar vermeyi büyüklüğün yanında kahramanlık mı
sanırsın? Işıklı marka tezgahlarda kasılıp kendini tükettiğini fark mı
bellersin. Unuturken herkesin unuttuğunu mu var sayarsın. Vah ki,
vah! Ben vahlar çekerken, Çanakkaleyi, Dumlupınarı yeniden bir düşün istersen.
Ninemin sokağın havasını bile
değiştiren, yağ kokan, ura kokan gözlemelerini unutmadım ben hala. Anamın
aşlama çorapları gözümün önünden
gitmiyor hiç. İçirik dolu döşekleri hiç yok saymıyorum sen saysan bile.
Öküz güttüğüm günlere olmamış gibi davranmıyorum. Ayva yaprağının suyunu çay
niyetine nasıl yudumladığımı çok iyi biliyorum. Akbaşlı otundan medet umuşları
gün gibi hatırlıyorum.
Ninemin gözlemesi mis kokardı
miiisss! Yareni bir başka, ayranı tadındaydı. Kuru ekmeğin yanında bazlamanın
tadı bir başkaydı. Ustaydı eller,
azimleri azmimdi. Onların yaşam biçimiydi belki de bizi biz yapan. O azimle öğünürüm ve de güvenirim çok şeye. O azimle sahip çıkarım geçmişe. Sağlım
inekleri güden çocuklar gördükçe işte benim kahramanım derim. Koyun güden
çobanları yürekten alkışlayıp madalyalar takmak isterim. Öğünlerin yavanlığı
ülkemin yabanlığına sevketmez her daim. Gökdelenlerin ışıltısı yaşamın rengini
kaybettirmez. Her yazıya oturuşumda anamın sözleri aklımdan hiç çıkmaz. “Ne
oldum delisi” olmanın, “har vurup harman savurmanın” sonunu bilirim ben.
Anamdan bilirim bunca sözü hatta onca hatırayı. Bundan gocunmam, gocundurtmam..
Üst perdeden vuranlara aldırmam, aldırtmam.
Kış gecelerinde eğlencelik diye
tavalarda kavrulmuş nohutları hatırlarım sıcak sıcak. Un helvasını özlerim.
Kendine has rengiyle iğdeleri, al yanaklı elmaları, gevrek ekmekleri rüzgarlar
taşır bana yeniden. Anadolu toprağının köy kokan en doğal sütleri, ev
peynirleri, cücem erikleri varsıllığımdır benim. İsim yapmış ithal ürünler
unutuşlarımızın eseri. Unuttukça bozuluyor akıl sağlığımız. Unuttukça
güçleniyor en markalar… Güçlendikçe güceniyorum ben. Kendinden olana burun
kıvırmak ihanetidir insanın. Yabana tutunuş aldanışıdır yüksek duruşluların. Ah
ki ah!
Üretmediğimizle esiri oluruz
başkalarının. Üretmediğimizle bağlanırız bel bağlamadıklarımıza. Bel
bağlanmayacaklara özendikçe çoğalır özentilerimiz. Burun kıvırıp tepeden
baktıkça yok olur değerlerimiz. Üretmedikçe yaban kalırız öze.
“Kendim ettim kendim buldum/ Gül
gibi sararıp soldum” türküsünün bu kadarcık sözü ne demek istendiğinin özeti
belki de.
Gökyüzü
yüksek, yeller ıpılık, kırların kokusu tatlıdır. Gerçek olan hep güzeldir. Siz
tepelerden baksanız da… Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder