22 Kasım 2013 Cuma

DURUŞ



Ben anlattıkça tepeden bakışları artıyor kimilerinin. Sanırsın bir eli yağda bir eli baldaydı. Vücut dili ben sanayici oğluyum der gibi. Sevsinler seni kardeşim. Bu ülkenin çivisini  üretecek bir tesis yoktu. Yetmişli yıllarda üretilebilen gırgır süpürgesinin sayısı bile kayıtlarda apacık. Buzdolabı öyle, çamaşır makinesi öyle. Üstünü sarıp sarmalayacak bez üretilemiyordu imkansızlıktan.
Benim anlatımlarım senin gerçeklerin aslında. Benim yazdıklarım topyekün yaşadıklarımız. Senin bakışların  neyin de nesi. Aslı inkar yamultur insanı. Görmezlikten gelmek, yok saymak yepyeni sorunları bela eder başımıza.
Dokumacı ninelerimiz, iş bilen cefakar analarımız, çileleri göğüsleyen atalarımız olmasaydı zordu işler, ne haber!…
Cephelerdeki imkansızlığı, sıtmadan, tifodan, veremden daha nice hastalıktan ölen niceleri unutursak çaresizliğimiz çoğalır. Yalın ayak cepheden cepheye koşan, yarı aç, yarı tok, uykusuz bir neslin torunuyum ben. Onların tavrı övüncüm, öğünümdür her daim. Onların bu tavrıdır göğsümü kabartan. Onların kahramanlığıdır onca hikayeyi yazdıran. Unutmamak, unutturmamaktır işin aslı. 
İki kadeh atıp kaykılmak niye. Gece klüplerinde boy gösterip pozlar vermeyi büyüklüğün yanında kahramanlık mı sanırsın? Işıklı marka tezgahlarda kasılıp kendini tükettiğini fark mı bellersin.  Unuturken  herkesin unuttuğunu mu var sayarsın. Vah ki, vah! Ben vahlar çekerken, Çanakkaleyi, Dumlupınarı yeniden bir düşün istersen.
Ninemin sokağın havasını bile değiştiren, yağ kokan, ura kokan gözlemelerini unutmadım ben hala. Anamın aşlama çorapları gözümün önünden  gitmiyor hiç. İçirik dolu döşekleri hiç yok saymıyorum sen saysan bile. Öküz güttüğüm günlere olmamış gibi davranmıyorum. Ayva yaprağının suyunu çay niyetine nasıl yudumladığımı çok iyi biliyorum. Akbaşlı otundan medet umuşları gün gibi hatırlıyorum.
Ninemin gözlemesi mis kokardı miiisss! Yareni bir başka, ayranı tadındaydı. Kuru ekmeğin yanında bazlamanın tadı bir başkaydı. Ustaydı  eller, azimleri azmimdi. Onların yaşam biçimiydi belki de bizi biz yapan.  O azimle öğünürüm ve de güvenirim çok şeye.  O azimle sahip çıkarım geçmişe. Sağlım inekleri güden çocuklar gördükçe işte benim kahramanım derim. Koyun güden çobanları yürekten alkışlayıp madalyalar takmak isterim. Öğünlerin yavanlığı ülkemin yabanlığına sevketmez her daim. Gökdelenlerin ışıltısı yaşamın rengini kaybettirmez. Her yazıya oturuşumda anamın sözleri aklımdan hiç çıkmaz. “Ne oldum delisi” olmanın, “har vurup harman savurmanın” sonunu bilirim ben. Anamdan bilirim bunca sözü hatta onca hatırayı. Bundan gocunmam, gocundurtmam.. Üst perdeden vuranlara aldırmam, aldırtmam.
Kış gecelerinde eğlencelik diye tavalarda kavrulmuş nohutları hatırlarım sıcak sıcak. Un helvasını özlerim. Kendine has rengiyle iğdeleri, al yanaklı elmaları, gevrek ekmekleri rüzgarlar taşır bana yeniden. Anadolu toprağının köy kokan en doğal sütleri, ev peynirleri, cücem erikleri varsıllığımdır benim. İsim yapmış ithal ürünler unutuşlarımızın eseri. Unuttukça bozuluyor akıl sağlığımız. Unuttukça güçleniyor en markalar… Güçlendikçe güceniyorum ben. Kendinden olana burun kıvırmak ihanetidir insanın. Yabana tutunuş aldanışıdır yüksek duruşluların. Ah ki ah!
Üretmediğimizle esiri oluruz başkalarının. Üretmediğimizle bağlanırız bel bağlamadıklarımıza. Bel bağlanmayacaklara özendikçe çoğalır özentilerimiz. Burun kıvırıp tepeden baktıkça yok olur değerlerimiz. Üretmedikçe yaban kalırız öze.
“Kendim ettim kendim buldum/ Gül gibi sararıp soldum” türküsünün bu kadarcık sözü ne demek istendiğinin özeti belki de. 
Gökyüzü yüksek, yeller ıpılık, kırların kokusu tatlıdır. Gerçek olan hep güzeldir. Siz tepelerden baksanız da… Sağlıcakla. 

Hiç yorum yok: