Köylerde her mevkinin her tarlanın
bir adı vardır. Adı olan sadece tarlalar mı?
Evin kedi köpeğinin, ahırdaki ineğin- öküzün hatta hatta tavuğun bile bir
adı bulunur. Arazideki kimi yaşlı ağaçlar adıyla anılınca şıp diye bilinir.
Dahası çeşmelerin, şırıl şırıl akan minnacık derelerin.
İsimler belirleyici, belleticidir.
Olmasa anlatmakta, tarif etmekte zorlanırsınız. Kişileri tanımakta isim
tek başına yeterli değildir. Hasanlar, ahmetler, ayşe ve fatmalardan onlarca
olunca başka belirleyiciler devreye girer. Sülale adı, lakaplar gibi. Köy yerinde hatta civarda
“Bakkalların Halil” olarak daha iyi bilinirim mesela. Sade Halil deseler onca
halil içinden bir çırpıda ayırmak zo mu zor.
İki öküzümüz vardı. Biri Gökmen diğerine
Kabak derdik. Hayvanca hayvan adından söz edilince bilirdi. Gökmen cesurdu.
Kabak nedense gevşekti her daim. İşine gelmediğinde ya da biraz zorlandığında
yatıverirdi. Bunu birazda hinliğinden yapardı sanki. Kır eşekte çok iyi
bilirdi hinliği. Tökezlemiş gibi yapıp
yatıverirdi. Dakikalarca kaldırabilirsen kaldır. Anam “huylu bu huylu!..”
derdi. Ardından “kulağına ermesin sattırcen bunu” lafını diline dolardı. Satmak yine de mümkün olmaz mecburen işe güce
dehlerdi.
Velhasıl karakter yalnız insan da
olmuyor. Hayvanlar da da oluyormuş. Avludaki Ak köpek komşunun tavuğunu, evdeki
Kara kedi kümesten yumurtayı kapardı. Komşu şikayete geldiğinde, niye geldiğini bilir, süklüm püklüm dururdu
karşımızda hayvanca hayvan. Yaptığının kötülüğünü bilir, yinede vazgeçirmek
mümkün olmazdı. Ah ki ah! Hayvanca hayvanda gördünüzmü karakteri.
Kötüyü anlatmanın, örnek vermenin insaflıca
olmadığını düşünebilirsiniz. Bu konuda cümleye hak veririm. Hatta düşüncelerine
gönülden katılırım. Ama iyiyi örnek verirken kötülük göz ardı edilmiş oluyor.
Hep iyinin güzelin, güzelliğin anlatımı insanı yanlış algıya sevkedebiliyor.
Herşeye iyi gözle bakarken cin çarpar gibi çarpılıveriyorsunuz. Kabak öküzün
gevşekliği, Gökmen öküzün cesurluğuyla yitip gidiyor. Kabak öküzün gevşekliği olmasa
çok işleri alt ederdik oysa. Kır eşeği tanımamış olsak Adını Ablez koyduğumuzun
kıymetini bilemezdik. Şimdi anladınız mı Gökmen’in cesurluğundan ziyade
Kabak’ın gevşekliğinden dem vuruşumu? Koskoca profesörü bile çarpıveriyor
hinler. Nasılda atıyor attırıyor kayışı. Of ki of!
Kabak öküzün gevşekliği Gökmen
öküzün cesurluğuna yüklenirdi. Rahmetli babam Kabak öküzden taraftaki kayışı
Gökmen öküzden yana kaydırıverirdi. Yan,i Kabak öküzün kuvvet kolu Gökmenden
daha uzun kalırdı. Çek oğlum çek! Akşam ahırda bir tas arpa ona, bir tas buna.
Hay daaaa! Gördünüz mü olanı. Hep böyle olurdu nedense. Bu yüzden haksızlık
derdim Anama.. Huylu huyunu yapacak, Gökmenle aynı oranı alacak. Oldumu
ya.. Şarkılar bile bu yüzden hayret
ifade ediyor belki de. “Neler oluyor hayatta” derken şarkının
sözü; hayretin ifadesi mi, yoksa olanı sıradanlaştırmanın, bunlara alış demenin
bir başka yolu mu bilmem ki. Ben de şaşırıp kalıyorum işte böyle. Neler
birbirine karışmıyor ki hayatta. İnsan nelere şaşırmıyor ki.
Haketmediği halde kimlerin kuvvet
kolu daha uzun düşündünüz mü hiç. Kim Kabak(!), kim Gökmen(!) farkeder misiniz?
Aldırmayın siz yine de. Neler oluyor
hayatta deyip şaşırmak yeter de artar çok şeye.
Sahi birde bostan çardağımız vardı
bizim. Oluk altı tarlasına kurmuştuk onu. Tarlanın yöneyi kuzey batıya meyilliydi. Bu yüzden çardağın
yarısı toprağa gömülü kalırdı. Üzeri çalı çırpı gibi eğreti şeylerle örtülüydü.
İçinde ekmek torbası asılı dururdu. Esasen tek başına gölgelikten öte geceleri
yaban hayvanlarından korurken yatmak içindi. Çocuksa düşlerime yıldızlar
şahitlik ederdi. Ağustos böceklerinin
zırıltısına en çok da bu tarlayı beklerken bozulurdum. Uykuya daldığım anlarda
Eçin adıyla bildiğimiz böceğin cırıltısıyla uyanırdım. Uyandığımı sanırdım ben
belki de. Nasıl hikaye ama… Sağlıcakla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder