16 Kasım 2013 Cumartesi

GÖKMEN ÖKÜZ


Köylerde her mevkinin her tarlanın bir adı vardır. Adı olan sadece tarlalar mı?  Evin kedi köpeğinin, ahırdaki ineğin- öküzün hatta hatta tavuğun bile bir adı bulunur. Arazideki kimi yaşlı ağaçlar adıyla anılınca şıp diye bilinir. Dahası çeşmelerin, şırıl şırıl akan minnacık derelerin.
İsimler belirleyici, belleticidir. Olmasa anlatmakta, tarif etmekte zorlanırsınız. Kişileri tanımakta isim tek başına yeterli değildir. Hasanlar, ahmetler, ayşe ve fatmalardan onlarca olunca başka belirleyiciler devreye girer. Sülale  adı, lakaplar gibi. Köy yerinde hatta civarda “Bakkalların Halil” olarak daha iyi bilinirim mesela. Sade Halil deseler onca halil içinden bir çırpıda ayırmak zo mu zor.
İki öküzümüz vardı. Biri Gökmen diğerine Kabak derdik. Hayvanca hayvan adından söz edilince bilirdi. Gökmen cesurdu. Kabak nedense gevşekti her daim. İşine gelmediğinde ya da biraz zorlandığında yatıverirdi. Bunu birazda hinliğinden yapardı sanki. Kır eşekte çok iyi bilirdi  hinliği. Tökezlemiş gibi yapıp yatıverirdi. Dakikalarca kaldırabilirsen kaldır. Anam “huylu bu huylu!..” derdi. Ardından “kulağına ermesin sattırcen bunu” lafını diline dolardı.  Satmak yine de mümkün olmaz mecburen işe güce dehlerdi.
Velhasıl karakter yalnız insan da olmuyor. Hayvanlar da da oluyormuş. Avludaki Ak köpek komşunun tavuğunu, evdeki Kara kedi kümesten yumurtayı kapardı. Komşu şikayete geldiğinde,  niye geldiğini bilir, süklüm püklüm dururdu karşımızda hayvanca hayvan. Yaptığının kötülüğünü bilir, yinede vazgeçirmek mümkün olmazdı. Ah ki ah! Hayvanca hayvanda gördünüzmü karakteri.
 Kötüyü anlatmanın, örnek vermenin insaflıca olmadığını düşünebilirsiniz. Bu konuda cümleye hak veririm. Hatta düşüncelerine gönülden katılırım. Ama iyiyi örnek verirken kötülük göz ardı edilmiş oluyor. Hep iyinin güzelin, güzelliğin anlatımı insanı yanlış algıya sevkedebiliyor. Herşeye iyi gözle bakarken cin çarpar gibi çarpılıveriyorsunuz. Kabak öküzün gevşekliği, Gökmen öküzün cesurluğuyla yitip gidiyor. Kabak öküzün gevşekliği olmasa çok işleri alt ederdik oysa. Kır eşeği tanımamış olsak Adını Ablez koyduğumuzun kıymetini bilemezdik. Şimdi anladınız mı Gökmen’in cesurluğundan ziyade Kabak’ın gevşekliğinden dem vuruşumu? Koskoca profesörü bile çarpıveriyor hinler. Nasılda atıyor attırıyor kayışı. Of ki of!
Kabak öküzün gevşekliği Gökmen öküzün cesurluğuna yüklenirdi. Rahmetli babam Kabak öküzden taraftaki kayışı Gökmen öküzden yana kaydırıverirdi. Yan,i Kabak öküzün kuvvet kolu Gökmenden daha uzun kalırdı. Çek oğlum çek! Akşam ahırda bir tas arpa ona, bir tas buna. Hay daaaa! Gördünüz mü olanı. Hep böyle olurdu nedense. Bu yüzden haksızlık derdim Anama.. Huylu huyunu yapacak, Gökmenle aynı oranı alacak. Oldumu ya..  Şarkılar bile bu yüzden hayret ifade ediyor belki de.  “Neler oluyor hayatta” derken şarkının sözü; hayretin ifadesi mi, yoksa olanı sıradanlaştırmanın, bunlara alış demenin bir başka yolu mu bilmem ki. Ben de şaşırıp kalıyorum işte böyle. Neler birbirine karışmıyor ki hayatta. İnsan nelere şaşırmıyor ki.
Haketmediği halde kimlerin kuvvet kolu daha uzun düşündünüz mü hiç. Kim Kabak(!), kim Gökmen(!) farkeder misiniz? Aldırmayın siz yine de.  Neler oluyor hayatta deyip şaşırmak yeter de artar çok şeye.

Sahi birde bostan çardağımız vardı bizim. Oluk altı tarlasına kurmuştuk onu. Tarlanın yöneyi  kuzey batıya meyilliydi. Bu yüzden çardağın yarısı toprağa gömülü kalırdı. Üzeri çalı çırpı gibi eğreti şeylerle örtülüydü. İçinde ekmek torbası asılı dururdu. Esasen tek başına gölgelikten öte geceleri yaban hayvanlarından korurken yatmak içindi. Çocuksa düşlerime yıldızlar şahitlik ederdi.  Ağustos böceklerinin zırıltısına en çok da bu tarlayı beklerken bozulurdum. Uykuya daldığım anlarda Eçin adıyla bildiğimiz böceğin cırıltısıyla uyanırdım. Uyandığımı sanırdım ben belki de.  Nasıl hikaye ama… Sağlıcakla…

Hiç yorum yok: