9 Şubat 2025 Pazar

YANAĞIMDAKİ GÖZYAŞI

 

Anamın ölümüyle başladı sözlerin bendeki anlamı. Hiç dikkat etmediğim, dinlememiş gibi gözüktüğüm sözler tıpır tıpır dökülüyor önüme. Hiç bir işe yaramayan insanlar için, yer ve duruma göre; “ölüye ağlamaz diriye gülmez” derdi. Başka ne derdi? “Akmaz, kokmaz” lafını sık kullanırdı. Her iki sözde içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini ortaya koyması açısından önemlidir. Mana derinliği oldukça yüksektir.  Hareketsiz ve monoton şekilde öylesine duran bir insanın veya eşyanın kime ne faydası olur ki! Canlı, cansız faydası olmayan şeyler için “ha varlığı, ha yokluğu” demek geliyor içimden. Etkisi olmayan şeyin dikkate değer toplumsal katkısı da yoktur.

Böyleleri için kimi zaman toplumda “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi dayanak yaratacak sözlerde söyleniyor. Kimseye dokunmuyor ki, sana dokunsun kardeş! Hareketsizlik ve sessizliği önemli bir özellikmiş gibi algı yaratmaya çalışanlarda oluyor. “ ağzı var, dili yok” diyor mesela.

Gelişen ve dijitalleşen dünyada ortaya çıkan meseleler hakkında Allah rızası için bir çift sözü olmaz mı insanın. Bir komşunun işinin ucundan küçücük de olsa tutulmaz mı?

Akıp kokmamanın bencilliği aşan boyutu da var yeğenim. Bir çiğnemlik sakızı komşusuna ikram edemeyene ne denir bilmem ki! Mesele almak olunca ühhü!, “yeter” demez. Akıp kokmayanların cimrilikleri de hat safha da. Kurnazlığa varan duruşları da artısı.  Gözlemlerim odur ki böyleleri, duygusal anlamda bile tıkanıklık yaratan parazit durumundadırlar. Bu tipler her halükarda kazançlı çıktıkları için durumlarında değişiklik yaratmak da istemezler.

Düşünseler de söylemezler, kar edecekleri günü öylece beklerler.

Bakın çevrenize, inceleyin, gözden geçirin. Onlarcasını keşfedersiniz. Doğumla başladı ölümle bitti dünya.  Kime, neden, nasıl, niçin, hangi tonda, hangi biçimde ve amaçla fayda sağladın?

Derin sessizlik….. akıp, kokmayanın nesi olur ki? Akıp kokmayanların bir dilim ekmeği hep fazla olduğu için maddi birikimde yapıyor.  Tosbağa gibi kasıla kasıla yürümeleri yok mu bir de. Görevlisi yapsın diye evinin önündeki çöpe dokunmuyor. Eğilirken beli incinecek.  Tövbe tövbe! Kenarda durmanın, dokunmamanın faydasını yutmuş yalamış böyleleri. Yutmuş yalamış olanları “efendi” diye de işe yerleştirilmelerine vesile oluyoruz üstelik. Gelir girişini belli seviyede tutmak için adres paylaşımı yapıyor uyanıklar. Yaa,  sessiz sedasız “efendi” bunlar. Akıp kokmayı bırak, söğüşleyecek ortam arıyor kimileri.

Hal bu ki bizim toplumumuzun benimsediği çok kıymetli milli ve dini değerleri vardır. Komşuluk hakkı da bunlardandır.  “komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım” hadisi şerifi kulaklarımda çınlıyor. Çınlıyor da, algılar bozuldu, hak kavramı yozlaştı birader. Kimi akıp kokmuyor, kimi hakka inanmıyor. Gücüne göre “çalışmak” ibadet ölçeğindeyken, çalışmıyor yeğenim. Dini ve milli öğretiler bile düzgün kişiliğin oluşmasında etki yapmıyor artık.

Akıp kokmayanların; ölüyle, diriyle de işleri olmuyor. “o zaten öyledir” deyip geçiştiriyoruz. Hâlbuki bu türlerin dünya nimetlerine karşı zaafları da yükseklerde oluyor. Almaya alışkın oldukları için, “vermek” gibi bir dertleri olmuyor. Vermek, gönül zenginliğidir en başta. Vermeyi sadece maddi olarak da düşünmemek gerek.   Sevgi, saygı göstermek hatta bir selam bile, akıp kokabilmenin içinde olan değerlerdendir. Gönül zenginliği dediğimiz iç zenginlik de böyledir.

Ben de, ne yaparsınız ki; kelimelerin savurduğu duyguda kimi zaman içim, dışımı kemirip duruyor. Bu kemirme,  içinde yaşadığımız ve sınırı olan dünyada güzelliklerin üst seviyede olması arzusundan kaynaklanıyor.   Arzuların bedenime yüklediği yükle yüreğim yoruluyor. Gözyaşlarım yanaklarımda uçuşurken, akıp- kokmayanlar keyif çatıyor. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: