Anamın ölümüyle başladı sözlerin bendeki anlamı. Hiç dikkat etmediğim, dinlememiş gibi gözüktüğüm sözler tıpır tıpır dökülüyor önüme. Hiç bir işe yaramayan insanlar için, yer ve duruma göre; “ölüye ağlamaz diriye gülmez” derdi. Başka ne derdi? “Akmaz, kokmaz” lafını sık kullanırdı. Her iki sözde içinde yaşadığımız toplumun gerçeklerini ortaya koyması açısından önemlidir. Mana derinliği oldukça yüksektir. Hareketsiz ve monoton şekilde öylesine duran bir insanın veya eşyanın kime ne faydası olur ki! Canlı, cansız faydası olmayan şeyler için “ha varlığı, ha yokluğu” demek geliyor içimden. Etkisi olmayan şeyin dikkate değer toplumsal katkısı da yoktur.
Böyleleri için kimi zaman toplumda
“bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi dayanak yaratacak sözlerde söyleniyor.
Kimseye dokunmuyor ki, sana dokunsun kardeş! Hareketsizlik ve sessizliği önemli
bir özellikmiş gibi algı yaratmaya çalışanlarda oluyor. “ ağzı var, dili yok”
diyor mesela.
Gelişen ve dijitalleşen dünyada
ortaya çıkan meseleler hakkında Allah rızası için bir çift sözü olmaz mı
insanın. Bir komşunun işinin ucundan küçücük de olsa tutulmaz mı?
Akıp kokmamanın bencilliği aşan
boyutu da var yeğenim. Bir çiğnemlik sakızı komşusuna ikram edemeyene ne denir
bilmem ki! Mesele almak olunca ühhü!, “yeter” demez. Akıp kokmayanların
cimrilikleri de hat safha da. Kurnazlığa varan duruşları da artısı. Gözlemlerim odur ki böyleleri, duygusal
anlamda bile tıkanıklık yaratan parazit durumundadırlar. Bu tipler her
halükarda kazançlı çıktıkları için durumlarında değişiklik yaratmak da
istemezler.
Düşünseler de söylemezler, kar
edecekleri günü öylece beklerler.
Bakın çevrenize, inceleyin, gözden
geçirin. Onlarcasını keşfedersiniz. Doğumla başladı ölümle bitti dünya. Kime, neden, nasıl, niçin, hangi tonda, hangi
biçimde ve amaçla fayda sağladın?
Derin sessizlik….. akıp, kokmayanın
nesi olur ki? Akıp kokmayanların bir dilim ekmeği hep fazla olduğu için maddi
birikimde yapıyor. Tosbağa gibi kasıla
kasıla yürümeleri yok mu bir de. Görevlisi yapsın diye evinin önündeki çöpe
dokunmuyor. Eğilirken beli incinecek.
Tövbe tövbe! Kenarda durmanın, dokunmamanın faydasını yutmuş yalamış
böyleleri. Yutmuş yalamış olanları “efendi” diye de işe yerleştirilmelerine
vesile oluyoruz üstelik. Gelir girişini belli seviyede tutmak için adres
paylaşımı yapıyor uyanıklar. Yaa, sessiz
sedasız “efendi” bunlar. Akıp kokmayı bırak, söğüşleyecek ortam arıyor
kimileri.
Hal bu ki bizim toplumumuzun
benimsediği çok kıymetli milli ve dini değerleri vardır. Komşuluk hakkı da
bunlardandır. “komşuyu komşuya mirasçı
kılacak sandım” hadisi şerifi kulaklarımda çınlıyor. Çınlıyor da, algılar
bozuldu, hak kavramı yozlaştı birader. Kimi akıp kokmuyor, kimi hakka
inanmıyor. Gücüne göre “çalışmak” ibadet ölçeğindeyken, çalışmıyor yeğenim.
Dini ve milli öğretiler bile düzgün kişiliğin oluşmasında etki yapmıyor artık.
Akıp kokmayanların; ölüyle, diriyle
de işleri olmuyor. “o zaten öyledir” deyip geçiştiriyoruz. Hâlbuki bu türlerin
dünya nimetlerine karşı zaafları da yükseklerde oluyor. Almaya alışkın
oldukları için, “vermek” gibi bir dertleri olmuyor. Vermek, gönül zenginliğidir
en başta. Vermeyi sadece maddi olarak da düşünmemek gerek. Sevgi, saygı göstermek hatta bir selam bile,
akıp kokabilmenin içinde olan değerlerdendir. Gönül zenginliği dediğimiz iç
zenginlik de böyledir.
Ben de, ne yaparsınız ki;
kelimelerin savurduğu duyguda kimi zaman içim, dışımı kemirip duruyor. Bu
kemirme, içinde yaşadığımız ve sınırı
olan dünyada güzelliklerin üst seviyede olması arzusundan kaynaklanıyor. Arzuların bedenime yüklediği yükle yüreğim
yoruluyor. Gözyaşlarım yanaklarımda uçuşurken, akıp- kokmayanlar keyif çatıyor.
Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder