Düşünmek, insana mahsus özelliklerdendir. Sorup sorgulamak da. Peki hayat nedir öyleyse? Doğmak, büyümek, gelişmek ve günü geldiğinde ölmek midir hayat? Doğumla ölüm arasındaki geçen süre boyunca alıp verdiğimiz soluktan, yiyip içtiklerimizden haz duymak mıdır kısaca? Üzüntülerin, tartışmaların, duygusallığın, mutluluğun veya mutsuzluğun, düşündüklerimizin, yazdıklarımızın, okuduklarımızın, elde etmeye çalıştıklarımızın toplamı mıdır yoksa?
Kimim ben, ne yapıyorum, neden
doğdum, neden yaşıyorum gibi sorular sordunuz mu kendinize? Hayatın anlamını
gerçekten sorguladınız mı?
Sırf yemek, içmek, uyumak her gün
aynı hareket ve tavır içinde yaşam sürecini tamamlamak mı mesele?
Zor sorular bunlar kardeş! Zor
soruların cevapları da zordur yeğenim!
İçinde yaşadığınız toplum, üzerinde
yaşadığınız toprak için neler diliyor ve istiyorsunuz. Her gün üzerinden gelip
geçtiğiniz sokaktaki her bir hanede yaşayan insanlar için arzu ettikleriniz
nelerdir? Bana nemi diyorum veya diyorsunuz? Sorular, düşünceler ve düşler
birbirini kovalıyor yeğenim.
Tüm bu soruların ışığında kendimce
belli noktalara işaret etmeyi insani duruş ve görev sayıyorum.
On bir şubat doğum günüm. Önemsemem
ama kova grubundanım. Bizim yaş
gruplarının doğum günü kutlaması, partisi şusu busu olmaz. O kültürle
yetişmedik çünkü. Akşam, hanımla birlikte sessiz sedasız oturuyoruz. Kapı zili
çaldı. Misafir gelmesinin geçtiği bir saat.
Mesele uzun sürmeden anlaşıldı. Doğum günü pastasıydı sessizliği bozan.
İçimde bir huzur, bir sevinç, bir gurur! Aradan iki gün geçti. Kapıda kargo.
Allah Allah! Bir bot, bir ayakkabı. Bunlar söylenecek anlatılacak şeyler değil
belki ama bazen küçük ayrıntılar büyük sevinçlerin habercisidir. Dünyanın
tapusu verildi sanki. Maddi şeylerin heva ve hevesi değil mesele. Mesele
topluma ne tür insan kazandırdığınla alakalı. Onlara verdiğin kattığın değer,
bilinç ve eğitimle alakalı şeyler. Dünyaya gelmesine vesile olduklarının yaşam
içindeki davranış şekilleri. Bundan kıymetli ne olur ki! Huzur vermeyen ortamda
dünya senin olsa ne yazar. Geride bıraktığın neslin hayırlı ve hayırsızlığı
üzerine azıcık kafa yormak olayı açığa kavuşturuyor aslında.
İşin ana fikri, dünyaya gelmesine
vesile olduğumuz çocuklara yeterli ehemmiyet ve önemi göstermek, maddi servete
verilecek önemden daha kıymetli kardeş. Yeterli ilgi gösterilmediğinde anne
babaya tasdiknameyi veriveriyor çocuklar.
Allah korusun!
“Para yok” denildiğinde deliren, en
yakınlarına sövüp sayan, kös kös yatıp, efelenmeyi marifet sayan, çevresine güven vermeyen, buna rağmen
mangalda kül bırakmayan çocukların ebeveyni olmak ister misiniz?
Yanardağların fokurdamasını önlemek
insan yetiştirmenin önemini bilmekten geçiyor.
Paranız az olsa da, çocuklarınıza
ilgi tam olsun birader. “Düşünmek insana
mahsustur” lafını en başa bu yüzden yapıştırdık. Bazı şeyler, yemek içmekten
öncelikli. Paradan puldan çok daha kıymetli.
Gündüz kuşağındaki televizyon
programlarında seyredilen serserilikler, insan yetiştirme de anne babaların
ilgisizliğinin, düşüncesizliğinin, kaygısızlığının ya da kayıtsızlığının
eseri. Of off!
Benim bunları yazmam bir şey
değiştirecek mi? Düşünmüyorum değiştireceğini. O türler okumuyor ki zaten. Kendin
yaz kendin oku. Biz yazarak, sorumluluğu azalttığımızı sanıyoruz belki de. Kim
bilir? Hayırlısıyla…
1 yorum:
Yazılarını okuyoruz.Okumakla kalmıyor çevremize dilimiz döndüğünce anlatıyoruz bile .
Yazmaya devam
Bu günkü yazınızı okudum.Çok güzeldi
Toplumun temel taşı ailedir Temel taşı sağlam olursa o ülke de sağlam olur
Doğum günün kutlu olsun
Yorum Gönder