13 Şubat 2025 Perşembe

ÇEVREDEKİ YANARDAĞLAR

 

Düşünmek, insana mahsus özelliklerdendir. Sorup sorgulamak da. Peki hayat nedir öyleyse? Doğmak, büyümek, gelişmek ve günü geldiğinde ölmek midir hayat? Doğumla ölüm arasındaki geçen süre boyunca alıp verdiğimiz soluktan, yiyip içtiklerimizden haz duymak mıdır kısaca? Üzüntülerin, tartışmaların, duygusallığın, mutluluğun veya mutsuzluğun, düşündüklerimizin, yazdıklarımızın, okuduklarımızın, elde etmeye çalıştıklarımızın toplamı mıdır yoksa?

Kimim ben, ne yapıyorum, neden doğdum, neden yaşıyorum gibi sorular sordunuz mu kendinize? Hayatın anlamını gerçekten sorguladınız mı?

Sırf yemek, içmek, uyumak her gün aynı hareket ve tavır içinde yaşam sürecini tamamlamak mı mesele? 

Zor sorular bunlar kardeş! Zor soruların cevapları da zordur yeğenim!

İçinde yaşadığınız toplum, üzerinde yaşadığınız toprak için neler diliyor ve istiyorsunuz. Her gün üzerinden gelip geçtiğiniz sokaktaki her bir hanede yaşayan insanlar için arzu ettikleriniz nelerdir? Bana nemi diyorum veya diyorsunuz? Sorular, düşünceler ve düşler birbirini kovalıyor yeğenim.

Tüm bu soruların ışığında kendimce belli noktalara işaret etmeyi insani duruş ve görev sayıyorum.

On bir şubat doğum günüm. Önemsemem ama kova grubundanım.  Bizim yaş gruplarının doğum günü kutlaması, partisi şusu busu olmaz. O kültürle yetişmedik çünkü. Akşam, hanımla birlikte sessiz sedasız oturuyoruz. Kapı zili çaldı. Misafir gelmesinin geçtiği bir saat.  Mesele uzun sürmeden anlaşıldı. Doğum günü pastasıydı sessizliği bozan. İçimde bir huzur, bir sevinç, bir gurur! Aradan iki gün geçti. Kapıda kargo. Allah Allah! Bir bot, bir ayakkabı. Bunlar söylenecek anlatılacak şeyler değil belki ama bazen küçük ayrıntılar büyük sevinçlerin habercisidir. Dünyanın tapusu verildi sanki. Maddi şeylerin heva ve hevesi değil mesele. Mesele topluma ne tür insan kazandırdığınla alakalı. Onlara verdiğin kattığın değer, bilinç ve eğitimle alakalı şeyler. Dünyaya gelmesine vesile olduklarının yaşam içindeki davranış şekilleri. Bundan kıymetli ne olur ki! Huzur vermeyen ortamda dünya senin olsa ne yazar. Geride bıraktığın neslin hayırlı ve hayırsızlığı üzerine azıcık kafa yormak olayı açığa kavuşturuyor aslında.

İşin ana fikri, dünyaya gelmesine vesile olduğumuz çocuklara yeterli ehemmiyet ve önemi göstermek, maddi servete verilecek önemden daha kıymetli kardeş. Yeterli ilgi gösterilmediğinde anne babaya tasdiknameyi veriveriyor çocuklar.  Allah korusun!

“Para yok” denildiğinde deliren, en yakınlarına sövüp sayan, kös kös yatıp, efelenmeyi marifet sayan,  çevresine güven vermeyen, buna rağmen mangalda kül bırakmayan çocukların ebeveyni olmak ister misiniz?

Yanardağların fokurdamasını önlemek insan yetiştirmenin önemini bilmekten geçiyor.

Paranız az olsa da, çocuklarınıza ilgi tam olsun birader.  “Düşünmek insana mahsustur” lafını en başa bu yüzden yapıştırdık. Bazı şeyler, yemek içmekten öncelikli. Paradan puldan çok daha kıymetli.

Gündüz kuşağındaki televizyon programlarında seyredilen serserilikler, insan yetiştirme de anne babaların ilgisizliğinin, düşüncesizliğinin, kaygısızlığının ya da kayıtsızlığının eseri.  Of off!

Benim bunları yazmam bir şey değiştirecek mi? Düşünmüyorum değiştireceğini. O türler okumuyor ki zaten. Kendin yaz kendin oku. Biz yazarak, sorumluluğu azalttığımızı sanıyoruz belki de. Kim bilir? Hayırlısıyla…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazılarını okuyoruz.Okumakla kalmıyor çevremize dilimiz döndüğünce anlatıyoruz bile .
Yazmaya devam
Bu günkü yazınızı okudum.Çok güzeldi
Toplumun temel taşı ailedir Temel taşı sağlam olursa o ülke de sağlam olur
Doğum günün kutlu olsun