9 Şubat 2025 Pazar

DUYGULARIN TRAŞI

 

Evin penceresinden görünen tarla ve yolların soğuktan kaskatı kesildiğini görünce düşünceye dalıyor insan. Dalarken zamanda yolculuğa soyunuyorsun. Bu soyunuşla yüreğindeki iç sesleri birbirine dolanıyor. Dolanışlar berbat hissedişleri kümeliyor üzgün, üzüntülü. Vakit geriye sarkıyor, sarkan vakitlerde eski zaman hayallerinin sisli ortamında nefes alıp vermeye çalışıyorsun.

Kimi yaşadıklarını yazarken, kimi yaşayamadıklarını yazarmış. Kimileri yaşadı mı, yaşamadı mı belirsizken, anlatının zorluğu çıkıyor ortaya. Tenin buz kesiyor, soğuktan kaskatı kesilmiş toprak gibi kıpırtısız kalıyorsun.

Yaşananlar anlamsız mıydı? Gereklimiydi? Sorular soruları çoğaltırken, hava kararmaya, şehrin üst noktasındaki hastaneyi yalayarak gelen bulutlar çoğalmaya başlıyordu. İçimde hüzünden yumaklar oluşuyordu.  Ne fizik, ne kimya, ne matematik ne coğrafya umurumda değildi. Duygu adına birikenlerin hiç biri, umurumda olmayanları kabullenecek ölçekte hiç değildi. Eşgare yaşananları elemeşkere duyguya dökmekti. Belki de o duyguyu tekrar kendi içinde yaşarken anamın, “gitsin gitsin gelmesin o günler” sözünü hatırlamak, hatırlatmaktı.

Neler biriktirmişim yüreğimde. Dinlemiş, notlar almışım kardeş. Patlak Hasan’ın un değirmenin yeni dişlenmiş döner taşının una karışmış kırıntılarının gıcırtısını dişlerimin arasında hissediyorum yeğenim! Bu gıcırtının bugüne ulaşmış frekansını duygu duygu ölçüyorum. Hak ediş veya etmeyişleri daraya koyuyorum. Daraya koyup yazarken katılaşan bedenimi yumuşatmaya çalışıyorum hece hece. Açık kalan duygusal yaraları iyileştirmeye meylediyorum kelime kelime. Yazmanın huzur veren yanını keşfettiğimden bu eylemi inatla sürdürmeye gayret ediyorum.

Yazmak da kolay iş değil.  Yürekte duygu adına biriken ne varsa karşıya aktarmak, hissedişleri çoğaltmak hiç basit değil. Hayatını, zamanını, işini gücünü bu amaç için harcamak gerekiyor. Kendince bir dünya kurmayı göze alabilmek gerekiyor.

Evin penceresinden soğuktan katılaşmış toprağı, kayganlaşmış yolları gözlerken, sobanın içinde çıtırtı çıkararak yanan odunu, çaydanlığın içinden dışarı yayılan çayın kokusunu, düdüklü den üç yüz iki tahliyesi gibi tısıldayıp mutfağa yayılan proteinin buhar kokulu lezzetinin farkında olmak yada olabilmek hissedişin gücü biraz da. Hey gidi hey!

Zamanı gölgemle ölçen ben, beslenmelerimi dahi dijital saatle belirliyorum. Zaman tünelinde en yoğun duygu seliyle anlamlandıramadıklarımı yeniden anlamaya özen gösteriyorum. Dışarıda keskin soğuk eşliğinde, kimlerin nasıl yandığını ve yanıldığını ölçüye vuruyorum. Cümlenin içine giren kelime dışarıdakine bakakalıyor. Cümlenin içindekiler, dışındakiler.  Kümeler, kümeleşmelerde böyle değil mi?

Duygu yoğunluğu ilmek ilmek birbirine girdikçe, ev içindeki dağınıklığa dönüşüyor duygular. Heyecan artıyor, kalbin ritmi hızlanıyor, soluk kesiliyor. Bu kesiliş esnasında radyodaki türkü araya giriyor.

Mısıri kuruttinmi/ Ambarda duruttinmi/Nenen çarık giyerdi/ Bunları unuttinmi.

Üşüyordum. Üşümelerim daha da arttı. Dedemin çarığı, arpa başaklarını kesip döverek tüketen ninelerin çaresizliği gözümde toplandı. Dün ve bugün! Sen ve ben! Saten çarşaf,  yumuşacık yastık ve yorgan, dahası ergonomik döşekler! Yan gelip yatmalarım! Değmeyin keyfime! Dedelerimin cephesi, ninelerimin çilesi! Uf, uff! Oflar ve uflar üşüşen duyguların traşı kardeş.

İçimde delice dağlar yükseliyor. Derin uçurumlar beliriyor. Azgın sular akıyor. Karanlık mağaralarda yarasalar kovalıyorum.  Bu duygular içinde yeldirirken cama konan yoz güvercinin masumiyeti farklı duygulara yelken açtırıyor. Yazmak zor iş! Okumaksa ciddiyet ister. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: