Çiftçiliğin icabı olan işler benim işimdi. Aralıksız harman dövdüğümüz günler saman tozağını en çok yuttuğumuz günlerdi. Yılmadık, isyan etmedik, tevekkülle gayreti birleştirip toprağın etrafında dönüp durduk. Yağmuru gözlerken, afetlerinden Allaha sığındık. Biz harmanın telaşında kendimizden geçerken, yakınımızdaki kaplıcaya şen şakrak geçen aileleri görürdük. Bu görüşler yutkunuşlarımızı artırırdı. Bu esnada kaynardı içimizde kazanlar.
Anamın işleri zaten bitmezdi.
Bulguru kaynatmasından dövmesine, çorabından dokumasına, belirgadından
turşusuna, yufkasından tarhanasına, söküğünden çamaşırına hatta evin kirecinden
badanasına kadar. Dahası avlunun temizliğinden, sokağın süpürülmesine
varıncaya. Ühhüü, yığınla iş anlayacağın. Bungunluğundan dudaklarında belinler
belirirdi insanların.
Zaman kısa iş çok! Analık duygusu
mesuliyetlerin en büyüğüydü. Mesuliyeti bildi mi insan, emaneti yüklenmenin
sorumluluğunu da bilirdi. Bilmezsen?
Perişanlığa, perişanlık eklenirdi.
Aerodinamik döşeklerde kim rahata
uykular uyuyorsa geçmişe dönüp anamı, anaları hatırlasın kardeş! Alkışların en
büyüğünü hak ettikleri halde görmemiş olanlara birer Fatiha yollasın en
azından. Şartların omuzlarına yüklediği sorumlulukla kendinden vazgeçip, iş
delisi oluyordu insanlar. Kimse bu
anlatıları palavra filan sanmasın. Bunlar en gerçekçi istatistiktir yeğenim.
Bunları anlat anlat bitmez. Niye
anlatıyorum? Senin rahatlığının nereden geldiğini açığa vurmak için.
Gevşekliğin huzur değil, muzur getireceğine işaret etmek için. Anlatmasam?
Vebali yeter cancağızım!
Anamın pamuk, yün atmada kullandığı
yayı tokmağı, bükmek için çıkrığı vardı. Evin yazlık dediğimiz bölümünde atma
ve bükme işlerine anamın hüzün yüklü türküleri eklenirdi. Evim evim ayeydin
evim türküsü en sevdiği türkülerdendi. Bungunluğuna
bungunluklar eklense de evinin aydınlığı bir başkaydı anam için.
Köy sessizliğinde günün ağarmaya
yüz tutunca ayağa dikilirdi anam. Ellerinde nasırlar abdestini alırken yüzünü
tırmalasa da tebessümü elden bırakmazdı. Yün atmak, pamuk atmak derdi elindeki
kirişten yaya vurmaya. Her vuruşun yarattığı titreşimle yumuşaklık yünün,
pamuğun özüne yayılırdı. Zamanını alsa da bu işler, üstesinden gelmenin iç
huzuru yeterdi. Yün ve pamuk atmasının ardından çıkrıkla yünden ipler
üretmenin, bükmenin telaşesi başlardı. Çıkrığı döndürüp, iğe iplerin dolanışını
seyretmek sanat eseri seyretmek gibiydi. Hem sabır, hem ustalık anamdaydı
cancağızım. Çıkrığın sesi anamın türkülerine ritim tutardı. O nasırlı eller tam
bir sanatçı eliydi yeğenim. Yün atmak, ip bükmek emekti. Yaşamak dediğin alın
teri ve emekle bellolurdu. Alın terinden beslenmek hayatın en güzel yanıydı.
Huzurlu, dingin. Zor ama kaygısız.
Anam başlı başına sabırdı, azimdi,
hayata nasıl tutunacağını gösteren öğretmendi. Ortaya koyduğu her ürün
hayatının dışa vurumuydu. Üstüme giydiğim yün kazak insanı sarmalayan sevgiydi.
Ördüğü yün eldiven, yün çorap, üstümdeki dokuma göynek anamın hayatının örgüsüydü
aslında.
Ben ve benim gibiler o örgünün
içinde büyüdük yeğenim. Eğer sabrın, azmin, inancın, mücadele ruhunun, insani duruşun bir
kırıntısı varsa üzerimizde sahibi anamdır. Ya babam? Kuleli terazinin
kefelerine karşılıklı koysan ağdırmazlar ebbabım!
Mesele odur ki, hayat birlik ister.
Hayat bütünlük ister. Yün atma, çıkrık
çevirme sürecini anlatırken sabrın, hayata tutunuşun, direncin, emeğin, mücadelenin
ölçüsünü ortaya koymaktır meram. Analık ve babalık hissini ortaya dökmektir
diğer yandan. Velhasıl sevgiyle kucaklamak kucaklatmaktır. Sağlıcakla.