Halil
Oral/Tavşanlı
Bu ülkeyi sevmek için şair olmak
gerekmez. Dağ ve ovalarını anlatmak için bilgin olmaya da hiç gerek yoktur.
Yetmiş yaşın üstüne geldiği halde dağ ve yaylalarda keçi güden ninelere sorun
bu coğrafyayı. Şairden de, bilginden de daha samimi anlatsın size. Hangi
derenin suyu engin, hangi yayla daha bereketli desin bir bir. Anlatırken
sevinsin şiirler.
Oturduğun yerden ahkâm kesmek,
hamasi söylemlerde bulunmak kolaydır. Oturduğu yerden nutuk çekip bu coğrafyayı
sevdiğini söyleyenlerin sevgisini ölçmek bile zordur. Yayladaki nine öyle
mi? Sorun anlatsın sevginin ne demek
olduğunu. Anlattıkça en kısa sürede anlarsınız sevdayı. İçindeki sevdalar Anadolu için, kaygıları
millet içindir.
Ben dahi, şiirlerimde hileye
başvururken o tertemizdir. En çocuksu duygularla, hatta en çocuksu düşlerle
avutur kendini çok vakit. Kimsenin kimseyi tanımadığı, insanların günlük çıkar
ve hazları dışında hiçbir şeyle ilgilenmediğini gördükçe yıkılır. Yıkılırken
yıkar ağıtları. Bu haliyle bilginlerden daha bilgin, şairlerden daha engindir.
Kar zarar hesabını, güttüğü
keçiden
bilse de, parmak hesabıyla ölçülere
vursa da her bir şeyi, dinleyin. Dinlerken yoksulluğunuzu, dinlerken
yoksunluğunuzu anlayın.
“Dağdaki çoban” gözüyle baktığınız,
belki de yok saydığınız, yok sayarken küçümsediğiniz nineler boyasız ve sırsız
halleriyle gerçek âşıktır aslında.
Çilesi tam tamına memleket içindir.
Kim bu nine? Kim bu memleket
aşığı? Kim bu coğrafi unsurlara
varlığıyla zenginlik, enginlik hatta dinginlik katan keçi çobanı? Kim,
hakikaten kim? Merak mı ettiniz? Yaylalara çıkın göreceksiniz. Yazlık
vakitlerden zaman ayırabilirseniz, bu kış kıyamette sıcak odalarınızdan
çıkabilirseniz göreceksiniz. Şehrin buz tutan sokaklarında kaymaktan
kurtulabilirseniz tanıyacaksınız.
Keçi ağılından vilayetlere,
vilayetlerden imparatorluğa giden yol kimin yolu sayarsınız. Günümüzde hangi ana, ninelerin
aşkına(çilesine) talip? Yaylalar bu
kadar genişken, şimdi betonsu evlere hapsolup hapşırıyor çoklar. Hapşırdıkça
yıkılıyor evler. Hapşırdıkça “çok yaşa” naraları yükseliyor bedavadan.
Yayladaki nine sporcu çevikliğinde
desem, yalan değil. Ne beslenmede rejime, ne de spor aletine ihtiyacı yok. Tek
ihtiyaç duyduğu şey elindeki çomak. Dayanağıysa yüreğindeki sevda. Hey gidi
hey!
Nineler şairlerden daha şair,
bilginlerden daha alim. Attığı her adım sosyal duruşa, söylediği her söz sosyal
faydaya dair. Yığdığı harmanlarda daneler görülmüştür hep. Biz kolaycılığın
boşluğuna düştükçe azalıyor daneler. Biz ninelerin yolundan saptıkça, özü terk
ettikçe “Ferhatlıktan” çıkıyor âşıklar.
Çiçek arasına ayrık otları girdikçe bozuluyor duygular. Bozulan her
duygu, hedeflerin şaşmasına çanak tutuyor gün gün. Yayladaki çeşmeler boşa
akıyor yıl yıl. Ot otluğunu, çiçek çiçekliğini unutuyor karmaşa içinde. Kimi
milliyetçiliğe, kimi vatanseverliğe soyunsa da ne fayda. Yaylaların başındaki
sisi hangi yapmacık duygu değiştirebilir?
Sevda dilde kuru bir sözcük, duygu güne dair olunca ne anlamı olur ki!
Kaç Ferhat, kaç Şirin vardır bu
ülkede. Vilayetlerin sultanlığından
imparatorluğun sultanlığına soyunanlarla övünürken biz, nice fethin içeriği
bile değiştiriliyor ne haber. Kuru aşklar, türlü hile ve cambazlıklar fetihlere
sis gibi indiriliveriyor. Öz değişiyor,
malzeme eksiliyor. Malzemesi eksik olan hangi yemek tuzladıkça tatlanır?
Betonsu evlerde üretimsiz, hedefsiz
hapşırdıkça “çok yaşa” deseler de; nereye kadar yaşanır bilmem ki.
Ferhat’sak Ferhatlığımızı,
Şirin’sek Şirinliğimizi gerçek anlamda bilmek gerek. Bu da tarihe bakarak,
biraz da ninelere kulak kabartarak olur herhalde. Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder