31 Ekim 2024 Perşembe

GECELERİN ÖLÜMÜ

 

Oldum olası rahmetli anamın dedikleri dilime dolanıp duruyor. İyi ki demiş. Dedikleri gün gün çınlıyor kulaklarımda.  Çıkıp çıkıp geliyor akıl hanemden sözler. “Geçinmeye gönlü olmayanın bahanesi hazırdır, ne yapsan nafile” derdi.  İyi ki demiş. Demiş de aklımın bir köşesinde iz bırakmış, yeğenim!.  Bırakmasa, cümleye başlamak bile zorlaşacaktı.  Sözü buradan al, götür götürebildiğin yere. İçindekini de,  meramını da .anlat anlatabildiğince.,

Demek ki geçinmeye gönlü olmayanlar varmış dünyada.  Bir de kavgaya meyilliler var benim gördüğüm. İkisi bir arada, üçü bir arada olan yok mu? Alâsı var alâsı!. Baş etmesi zor, söz dinletmek, anlatmak hepten zor! Kiminin kalbi meyilli kavgaya kardeş. Bu meyle, arsızlık da eklendi mi ühhüüü, kork korkabildiğin kadar.

Geceler inliyor, inleyen gecelerde ölümler kol geziyor yeğenim. Yarasa kılıklılar öldürmekten yana saf tutuyor da, zıddına saf olamıyor insanlık.

Yarasa kılıklıların geçinmeye niyetlerinin olmadığı apaçık ortada artık. Onların iç hayatını, düşünce dünyalarını keşfe çıkmaya hiç gerek yok. Bahane üretme kolaylığına düşmeden, küçük engelleri gözümüzde büyütmeden kesintisiz çalışmamız lazım. Nerde?.  Herkes kendi alanında, kendi imkanları içinde. Çalışmanın verdiği zevkin doyumsuzluğunda… Vakti geciktirmeden, boşa harcamadan, harcanmadan.. Gecelere ölüm dökenleri durdurmanın tek yolu el birlik çalışmak kardeşim.

Ülkeler; füze sayılarıyla, harp sanayisiyle, teknolojik imkânlarıyla konuşuluyor artık.  Teknolojik imkânlara sahip değilsen huzurun hayalini kurmak boş bu yüzyılda.

Gelecek bize bağlı. Her birimize. Bana, sana ona.. Dünyada olan biteni görüp de, zamanı boşa harcarsak vay halimize!

Günü nasıl değerlendirdiğimize bakalım. Her bireyin günün bir saatini fazladan uykuyla geçirdiğinde ülkede boşa geçen zamanı hesaba vurmak zor değil. Seksen beş milyonun günlük bir saatlik kaybı seksen beş milyon saat eder. Bu zamanı yıla, aya,  güne vur artık. Hem bedeni hem beyni tembelleştirmenin zamanı değil. On yılda on beş milyon genç yaratmanın övüncüyle marşlar okuyan bir milletin heba edilecek zamanı olmamalı cancağızım!.

Zamanı kullanma biçimi bir tercihtir. “Zamanı öldürmek” diye de bir deyim vardır.  Tercihimiz hanginden yana? Zamanı öldürmekten yana tercih yapan, kendini öldürür kendini. Kendini öldürmek bütünlüğe zarar vermektir bir yandan.

Durup dururken zengin olmak, mutlu olmak ya da ünlü olmak mümkün mü? Yan gelip yatarak olur mu bu işler? Yan gelip yatarken indiriyor adamlar evi barkı. Nerde indiriyor? Yanı başımızda, güney yamacımızda, alt tarafımızda..

Olup bitenlerden ders çıkarmak ferdi görevimiz. Olanlara acımak yetmez. Düşmanın vicdanlısı vicdansızı olur mu? Oluyor! Aç bırakmayı bile silah olarak kullanıyor. İnsanlık rafa kalkıyor insanlık. Onun için hazırlıklı olmak, çağın teknolojik gelişimlerini yakalayıp  bir adım ötesine geçmek lazım ehbabım!.

Velhasıl günde iki saati boşa harcamak ayda geceli gündüzlü iki buçuk gün eder.  Yılda tam tamına otuz gün. Adamların otuz günde kaç insan, kaç çocuk, kaç kadın katlettiğine, kaç kişiyi evinden barkından ettiğine bir bakın.

Geceler yanı başımızda ölüm kusuyor. “Anam, anam Garibemmm!” Çalışıp kusturmayalım. Sağlıcakla.

21 Ekim 2024 Pazartesi

DURUŞ VE ZAMAN

Ömür, insana verilen tek kullanımlık banka çeki gibi. Çeki nasıl kullanacağı insanın kendi istek, arzu ve duruşuna bağlı.

Zaman akıp gidiyor. Gecesi var gündüzü var. Yazı var kışı var.    Bahsettiğimiz şeyler hep zamanla ilgili şeyler kardeş. Zamanı kullanmak irademizle alakalı değil midir?.  Doğru kullandın kullandın,  ah vah edecek, zamanı geriye döndürecek teknoloji yok. Bu sebeple zaman dediğimiz vakti iyi, doğru ve güzel harcamak lazım.

Eline geçen parayı doğru kullanmak, doğru alanlara yatırım yapmak gibidir zaman. Haybeye harcarsan, eh işte sonuç örneklerinden bildik.Sonuç kısaca hüsrandır hüsran!

Hemen hemen hepimiz biliriz de,  arada düşünmeyenlerimiz ya da yanılgıya düşenlerimiz olur.  Hesapsızlıklar, düşünmeyişler, yanılgıya düşmeler; zamanı çalan, boşa harcatan duruşlardır.  Sonunda ah vahların getirisi yoktur yeğenim!

İşi, düşü ve duruşu olanın şansı da olur.  İş, düş ve duruşla ilgili kaygısı olmayanların istikamet yanlış, varış  noktası boştur, boşluktur.

Goethe; “Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir” der.

Ya insanlığını kaybeden? Uf! Uf!.  Düşüncesi bile korkunç…

Son günlerde ajanslara gündem oldu.  Yeni doğan Çetesi….  Bu çetenin elemanları sözde insan. Zamanı ve imkânları nasıl kullanmışlar, insanlığı nasıl harcamışlar gördünüz mü? Bu harcama şeklinde; onur nerde,  vicdan nerde, düşünce nerde, akıl nerde, hak nerde, hukuk nerde? İnsana ait olan ne varsa rafa kalkmış cancağızım. Parasal düşlerin, nefsin, şeytani duruşların, yanlış düşüncelerin, iradesizliğin, aç gözlülüğün esaretinde zamanı nasıl harcamışlar gördük, duyduk. Ah vah etseler, pişmanlık duysalar da nafile. Zaman aktı gitti. Akan zaman içinde gideni geri döndürmek imkânsız. Sadece insana duyulan güveni sarmış olmaları, tüketmeleri bile vahşice. Onlara verilen ömür denen zaman, hatta diplomalı imkân ancak bu kadar kötüye kullanılabilir. Yazıklar olsun! Bu kadar kötünün, kötülüğün bir araya gelebilmiş olması da ayrıca düşünülmesi gereken mevzuu!

İnsanın korkması gereken önemli değerlerden biri, insan olma amacından sapmaktır. Saptı mı, sapıttı mı; sadece bu dünya değil, teee uzak gibi görünen ahret de gider kardeş. İnsan olmamız zaaflarımız olmasını gerektirmiyor. Olsa bile; Allah akıl, fikir düşünce vermiş emm’oğlu.

İnsanın arzusu en yakın çevresinden başlayarak iyi insan olmaktır. Yakın çevreden; ülkeye, dünyaya katkı yapabilmektir. İnsan; iyiliğin, güzelliğin, birliğin beraberliğin, huzurun, hayrın anası olabilmelidir. İnsan; insanlığı kendi içinde oluşturabilmeli, bunu da duruşuna yansıtmasını bilmelidir.

Bir veya bir kaç kötü dünyayı nasıl kirletiyor bir yılı aşkın bir süredir Ortadoğu’da görüyoruz. Ölüm ölüm ölüyor, öldürülüyor insanlar. Yurtlarından yuvalarından edilip, sürüm sürüm sürülüyor. Bombalar patlıyor, evler yıkılıyor. Bu kötülükler karşısında insan olarak bizden iltifat mı bekliyor kötüler. Dünyanın esenliğini bomba ve füzelerle ateş edip bozanlar sadece benim eleştirime değil Allahın gazabına da uğrayacaklardır. Kötülerin davranışlarına hayran hayran bakıp omuz verenler de cezasız kalmayacaktır.Kimilerinin zaafları ve zamanı kullanma biçimi sadece kendisine değil dünyanın huzurunu bozuyor durduk yere. Kendi asabını bozan insanlar var bir de. İlaç da,  doktor da faydasız böylelerine. Zamanın bile farkında değiller ki. Velhasıl başa bela.. Zamanı ve kendini bilenlerden olmak dileğiyle..

10 Ekim 2024 Perşembe

KENDİMİZE HEDİYE

Öneminden dolayı dilime dolanan güzel sözleri paylaşmasını severim. Namus ve ahlak kazanılan para, pul hatta altından daha değerliymiş. Ya öylemi? Evet, aynen öyle kardeşim.  Namus ve ahlakın bana göre diğer adı dürüstlüktür.  Dürüstlüğün konuları arasına girer namus ve ahlak.

Bugün ihtiyaç duyduğumuz ana konular arasında en başta yer alan meseledir dürüstlük.  Füze ve bombaları, masum insanların üstüne sıkan, iletişim araçlarını bomba haline getirip patlatarak ölüm saçan hilebazlar güçlü gözükseler de dürüst değillerdir.

Dünyanın top yekûn ahlakı rastgele bir şeydir biraz da. Hatta toplumsal ahlak da öyledir. Toplumu oluşturan bireylerin fert fert duruşlarının, ahlaka bakışlarının, dürüstlüklerinin toplamıdır gerçek olan.

Dürüst olmayanların cepleri para dolu olsa da yüreklerinde huzur yoktur huzur! Huzurun olmadığı yerde mutluluk mu olur yeğenim.

Kimi insanlar kendilerince güçlülük pozu yaratmaya hatta gücün elbisesini sırtlarına yapıştırıp bayrak gibi sallamaya meyilli oluyorlar.  Basınım diyor güç gösterisi yapmaya, zenginim diyor daha fazla güç devşirmeye,  siyasetçiyim diyor hava atmaya, zincirlerin hissedarıyım diyor şişkinliğini göstermeye kalkışıyor.  İşin kolay ve havalı tarafı belki de bu. Nefsi okşayan bir yanı da  var ya değme keyfine!.. Böyle bir keyfe heveslenmediğimiz için bu keyif nasıl bir keyiftir ancak fikir yürütebiliriz. Fikri olanın aklı da yerindedir. Gerçek şan, şöhret, hatır itibar, zenginlik, güç, aşk, mutluluk, dürüst olmanın sonucundadır. Dürüstlüğün olmadığı yerde hile ve üç kağıt hortlar cancağızım. Üçkâğıt ve hile dünyayı sarsar dünyayı! İnsanlığı öldürür gün gün.

Savaş adı altında işlenen cinayetlere bakın. Helalinden kazanmak varken haramdan servet düzenleri araştırın. İnsan güçlü olmak adına dürüstlükten, ahlaklı olmaktan, gerçek olandan vazgeçer mi? Haramın binası olmaz derdi anam!  Beş harfli bu “HARAM” kelimesinin içine giren konuları tasavvur edin. Ühhüü! Say da say. Hem maddi hem manevi şeyler. Her türlü kul hakkı! Haram bile dürüstlüğün olmadığı yerde fışkırır çıkar. Esnaf olmanın en temel ilkelerinden biri de dürüstlüktür. Velhasıl her yerde, her alanda dürüstlük kardeşim. Aklıma gelmişken söyleyeyim; siyasette bile.   

Anam, küçük yalanlarımızı bile çok kolay yakalar asla affetmezdi. Yalancının mumunun yatsıya kadar yanacağını bilir, kulak mememizden tuttuğu gibi yüksek sesle üstüne basa basa dillendirirdi kulağımıza. Yalanın,  hilenin ve dürüst olmamanın çirkinliğini aklımıza şırınga ederdi.

Yalanla, hileyle, üçkâğıtla, aldatmayla, parayla, pulla veya buna benzer pek çok yolla güçlü olabilirsin, güçlü görünebilirsin hatta kâr ettim sanabilirsin. Huzuru, zor bulursun zor!

Anam aklıma geldi mi, dilimden zor düşüyor birader.  ‘Sonuna bak derdi Anam” mesela. “Allahın da bir bildiği var” derdi zaman zaman.

Gücün peşinde koşanlar dürüstlüğü terk ettikleri an, dünyanın başı beladadır.  Bugün olduğu gibi. Etrafımız kan gölü. Allah hayır etsin.

Son günlerde dünyadan gelip geçmiş “Meşhurların Son Anları” adlı kitap var elimde. Görünen o ki; bu dünyayı misafir bilenlerde göçmüş, kendilerini dünyanın hâkimi bilip daimi kalacakmış gibi davrananlarda. Hırsa, enaniyete, gurura kapılanlar da.  Nefsinin arzularına boyun eğenlerin, saltanatına, servetine, şöhretine güvenenlerin yanı sıra iyilikle, güzellikle insan olmanın değerleriyle ve huzurla ömür geçirenlerde göçmüş.  Aradaki fark, çoğunun son anlarında, yaşadıkları, izledikleri amaçta gizli.

Ahlaklı olmak, namusluca ve dürüstçe yaşam sürmek insanın kendine verdiği hediyedir. Sağlıcakla..

9 Ekim 2024 Çarşamba

ÖKSÜRÜĞÜN GICIĞI

İlkokuldan, liseye defalarca tarihimizle ilgili dersler okuduk.  Ne biz tarihi anladık ne de tarih

Bizi. Tarihin dersi söz konusu olunca, tarihten mevzu açılınca sıkıldık, sıkıştık. Bak ben söyleyeyim coğrafya da öyle. Dersi kaynatmanın, lafı geçiştirmenin gayretinde olduk çoğu kez. Tarihi bilmeyen, donanımı olmayan aklımla ben; dedelerimizin pozuna, duruşuna efeliğine bürünüyorum. Hak edilmeyen elbise de, söz de eğreti kalırmış insanın üzerinde. Üstünden geçinmek diye tam da buna denir herhalde.  Kendi adıma ifade edeyim bunu. Kafalarımızda gelgitler var kardeşim. Gelgit denen şey sularda olmuyor sadece.  Düşüncelerimizde,  aklımızda, davranışlarımızda an be an gerçekleşse de farkında değiliz yiğidim.  Bu durum, ya huy oluşturdu bizde, ya da vurdumduymazlık. 

Dedelerimin zaferleri yetiyor bana! Zafer kutlamalarının resmi günlerinde marşlar kulağıma girsin çıksın yeter yeğenim. Onun ötesine geçmeyeyim ben. Rap’li repliklere alışkın kulakların çoğu, anlamaz bile neyin ne olduğunu.

Atalarım Eflak’tan Boğdan’a tüm Balkanlara, Mora’ya, Kırım’a, Hicaza, Suriye’ye, Mısır’a, Yemen ve Trablusgarp’a Cezayir’e ve dahası nice ülkeye yerleşirken bizlerin kalbine, aklına yerleşmeyen o kadar çok şey var ki! Tarih deyince sıkılıyor çocuklar, coğrafya deyince tatillik mekânlardan öte geçmiyor donanım. Bu iddiaya itiraz etmeye yeltenenler; göstermelik davranışlar yanıltmasın sizi.

İlim, bilim, sanat, felsefe, topyekûn meseleler... Kalabalıkların içinde olduğumdan biliyorum. Okumayı hayatta sevmem! Diyor kişiler. Sadece avam değil, üniversite bitirmişler de aynı söylemde. Bi diploma almış ya.. ezberden(!) ötesine geçmeye gerek yok.

Davulda tokmak da denk olmalı. Okumuşla avam arasında da görünmez bir perde, kim neden koyuyorsa… Oda camları perdeli, kapılarda sıra,  tıklatmadan girmek zor. Diplomanın havası odanın dışına koridorlara taşıyor yeğenim. Tek başına diploma da demeyelim, etiket demek daha doğru yaklaşım herhalde.  İlk mektep mezununun altında çalışan bir sürü diplomalı da var çünkü. Liyakat nerde?.  Öhhö, Öhhö!.. Bu da öksürüğün gıcığı.

Düşman uyumazmış! Yaşam içinde sık kullandığımız bildik laflar bunlar. Uyumuyor ya! Füzelerin sesleri yakınlardan geliyor kardeş. Gözleri de bizdeymiş! Gökyüzünde alev topları yeryüzünü yakıyor. Protestolar yetmez, laf ebeliğimiz kurtarmaz bizi. Tarlada, bağda bahçede benim yaptığım üretime bile “ne çalışıp duryon!” diyenler, sosyal ve kültürel alanda yaptığım fedakârca çalışmalarımı aptallığıma verenler top sizde…

Sanayi toplumu yaratma adı altında köyleri boşalttıranlar,  kuş gribi var deyip köy köy tavuklarımızı itlaf ettirenler,  sınırlarda mayınları söktürenler, pandemi deyip; aşının çinini almanını bedenlerimize şırınga edenler, bizi evlerimizde aylarca kapatanlar,  navigasyon deyip sokak sokak, hane  hane internette sergiletenler. Bunların dünya için gerekli olduğunu söyleyip anarşi yetmedi savaş..  sırtlarına semer geçirecek ülke arıyor çağdaş demokrasi cambazları!.

Fert fert bu ülkenin bireyleri olarak; sırtımızı yorganla, sıkıntımızı uykuyla örtme vakti  değil. Tembelliğin, uyuşukluğun, boş işlerin zamanı hiç değil. Gözlerimizi kapatıp eylemsiz dualara kapılmanın da vakti değil. Yoksa saldırganlıklar gelip kapımıza dayanır. Dayanır da, sığınacak kapılar, doyuracak topraklara hasret kalırız.

Kendini bu ülkenin insanı olarak görenler; bırakın ağzınız açık uyumayı.  Boş boş duruşlar,  kimilerinin ağzını sulandırıyor olabilir. Sağlıcakla…

6 Ekim 2024 Pazar

AĞANIN YERİ

Anadolu insanı sağduyu sahibidir. Görür, bilir, hisseder. Neyin önemli, neyin önemsiz olduğunu taa çocukluğunda tam da hayatın içinde kavrar. Süt verenle vermeyeni, yumurtlayanla yumurtlamayanı, kaytaranla kaytarmayanı,  üretenle üretmeyeni, hava derdinde olanla olmayanı, köşe kapmaca oynayanla oynamayanı, uyuyanla uyumayanı, değerliyle değersizi, iş yapıyormuş gibi yapıp da yapmayanı. Ühhüü!, karşıya aptal muamelesi yapanı yapmayanı. Say da say.  

Sonra, Anadolu insanı değerlerine son derece düşkündür. Çünkü içinde yaşadığı şartlar, daha doğduğu gün yoğurmaya, kişiliğini şekillendirmeye, tüm ince duyguları, en muhlis duruşu, en müstesna sevgileri giydirmeye başlar. Aşık atmasını, lades oyunlarını bilir, kimin nasıl ütebileceğini öğrenir ama ütmek yüklendiği terbiye ve ahlaka en ters gelen şeydir. Yani aldanmayı aldatmaktan daha tercih edilebilir bulur.

Anadolu insanı muhlis ve munistir.  Bu değer yapısı üstünden silinmemiş olanlara, aptal muamelesi yapmaya kalkışanlara, bu tür insanları görünce şeker bulmuş çocuk gibi sevinip ütmeye kalkanlara içten içe, kıs kıs gülmesini de bilir.  Sigorta yaptırmamış olsa da,  ufacık meselelerde bile atılmaya çalışılan kazıkları göre göre,  kazığın nasıl bir yemek olduğunu tanımlar Anadolu insanı.

Bazen en masum kılıflara sokup yutturulmaya çalışılır kazıklar. Ufacık çıkar, ufacık adamlık ve basit rollerin hayaliyle şirinlik esvabına bürünüp gerçek yüzünü örtmeye çalışanlar; Açtır, açıktadır.  Bu açlıkla; hizaya sokmaya, kendilerince sınıflara bölmeye, basit bir araya gelişlerde bile kafalarında bir oturtma(!) düzeni oluşturmaya çalışmaları iç dünyalarını ele verir kardeşim. 

Biz gözlerimizi kapatıp, yüreğimizden bölgemiz için,  ülkemiz için, insanlık için, gelecek için dualar ederken, en samimi duygu ve davranışları sergilemeye çalışırken kumda oyun kurmalar bir esintiye bakar Çeşnici başları. Bilmek lazım Anadolu insanını, tanımak lazım…

“Üst kata Çıkamazsınız, aile yeri” “ burası ağanın, burası paşanın, burası sultanın” Kaç parçaya bölündü gördünüz mü?  Günlük yaşamda yapılan bölüntüleri daha da  çoğaltmak mümkün de….Neyse..

Hani bir olmak, beraber olmaktı, hani ayırmamak, ayrılmamaktı.  Her şey herkes için, hepimiz içindi.  Ya, işte en basit meselelerden başlıyor bölüntü yeğenim. 

Anadolu insanı hislidir. His çok da insanı bir şeydir. Hisler; günlük yaşam içinde kafalardaki soru işaretlerini de çoğaltır. Soru işaretleri yaşamı tümüyle aydınlatmasa da aralar, aralık bırakır. Daha doğru yollar yürümeye vesile olur cancağızım. İnsan neden ve niçin doğduğunu bilirse, hayat çizgisini daha düzgün çeker. Her birimizin çekmeye çalıştığı çizgiyi kullar fark etmese de Yaradan bilir.

Velhasıl; dürüstlüğü, samimiyeti, vicdanı,  insani değerleri başarı için bir kenara koyanların kapsamı karanlık sonu hüsran olur. Samimiyetin adamlığı ender değerlerden ve de insanın kendi olmasını sağlayan esvaplardan biridir. 

Üst katta oturmak isteyenler, alt katta oturanları kendi uşağı sanmasın. “Komşum” diye bakmasını bilmeli. Birilerinin fabrikasyon düşleri herkese uymayabilir. 

Anadolu insanı bilendir!.. Sağlıcakla..

4 Ekim 2024 Cuma

DEFİNE AVCILARI


Ne çabuk geçiyor zaman. Ne çabuk unutuluyor insan.  İzler ne çabuk siliniyor.  Yel gibi, rüzgar gibi, şimşek hızında kardeş!.. Vızzzzt!.  Anlamıyor, anlayamıyorsun zamandaki hızı. Doksan dokuzun nisanındaydı babamın göçü.  Yirmi beş koca yıl geçmiş üstünden. Sel gibi  akmış gitmiş. Akarken, zamandan neleri silmiş neleri süpürmüş vakit. Unuttuklarım, unutamadıklarım, hatırladıklarım, hatırlayamadıklarım.. Azar azar, gıdım gıdım.  Bir de bakmışsınki koskoca aylar, yıllar, asra uzanan yollar. Meğer az sandıklarım çıkarmış çoğa.  Meğer zaman unuttururmuş en belledim sandıklarını. Uf, uf!....

 Bu tür düşünceler hep beni bulur. Düşündükçe dökülür başımdaki saçlar. Düşündükçe varırım çaresizliğimin farkına.  

İnsanlar öldükçe göçermiş köyler. Köylerden göçerken başlarmış kentler yıkılmaya. Babam varken ter kokardı köyler. Babam sağken savrulurdu samanı başakların.  Yabası, diğreni, döğeni,  kalburu, eleği tam tekmil olurdu. Döğenle fıldır fıldır dönerdik. Dönerken yenerdik en zorluğu.

Şairim demem ama kendimce şiirlerim var. “ Böyle Büyüdük” dediğim en sevdiklerimden. En unuttuğum anlarda hatırlatır unuttum sandıklarımı. O hatırlamayla çakar şimşekler, o hatırlamayla yeniden ve bir daha çökerim nedense. Gözlerim dolar, boğazım düğümlenir de “gık” bile diyemem. Nefesim kesilir, saatlerce gerim gerim gerilirim. Bu gerilmenin sonucu belki de gözümdeki kısılmalar.  Omzumdaki çökmelere bile sebep budur kardeşim. Kim bilir!.. Gerilmenin sonucu olmuyor mu depremler. Depremin sonucu oluşmuyor mu çökükler. Gördün mü benzetmeyi, gördün mü tepkimeler dizisini.

Köyler kalabalıktı. Köyler şen şakraktı. Her sabah zor olanı yenmek, yenilenmekti bir yandan. Babamın kendi imalatı “yalk araba”nın üstündeki saman çitinin karnı genişti. Hatta samanı teptikçe daha da genişlerdi. Resmini bile çekemeden çürüdü koca çit. Yalk arabanın kanatları şehir yerinde odun sobasına yakıt oldu..Ya boyunduruğun söveleri.. Aynı kaderi yaşadı yeğenim.. Anlayacağın deprem oldu deprem!.

Dört çocuk büyüttü anam köy yerinde. Bir çocuğu doyurmanın, hatta adam gibi yetiştirmenin kaygısında şehirde çoklar. Köyleri küstürdüğümüz gün başladı aslında kaygılar. Köyleri darılttığımız an sıraya girdi çökerten depremler. Artçıları geliyor sinsi sinsi, ölçek ölçek, boy boy. 

Ter kokan köylerden, is kokan kentlere göçtükçe çöktü çok şey! Vee, neleri unutmadık ki! Unuttukça, hangi yar başındaki hüznün karanlığında boğulur insan. Ekmekli yaşam alanıdır köyler. Şehirlerin aylak alanına alıştıkça insan, karamsarlığa teslim eder kendini.

Biz, bizi tutamadık köyde.  Şırıl şırıl suyu, tertemiz doğayı öksüzleştirip şehirlerin isli büyüsüne kapıldık.

Şimdi unutuyoruz köye dair çok şeyi. Unutuyoruz ataların ayak izlerini. Unutmak, unutturmaktır bir diğer yandan. Ben bu yüzden çoğaltmaya çalışıyorum köye dair şiirleri. Bu yüzden söylemeye çalışıyorum köylere dair türküleri. Ne varsa köyde, köylerde. Köyler define, köyler hazine. Define avcıları nerede nerelerdesiniz?   Sağlıcakla.