5 Aralık 2012 Çarşamba

LAF LAFI AÇARKEN


Laf lafı açıyor çoğu zaman. Konuştukça anlaşılıyor bazı şeyler. Anlaşıldıkça neyi nasıl yapacağının karar aşamasına geliyor insan. Meseleler netleşiyor, çözüm
kolaylaşıveriyor. Kimi marka diyor, kimi arka. Hepsinin kökü azme, çalışıp üretmeye plan ve programa dayanıyor. Öncelikle sahip olduğumuz kaynakların tespitinden geçiyor asıl yol.
Kaynak tespitinin ardından üretmeye geliyor iş. Var olan kaynaklarla üretim yoluna girebilmesi gerek insanların. Ürettikçe markalaşma yolunda adımlar atılacağı kesin.
Çocukluğumun hayvan sürüleri gözlerimin önüne geliyor şu an. Bu sürüler değişik sebeplerle tükeniş noktasına geldi. Hayvan sürüsüne sahip olanlar paralarını harcayacak yer bulamıyordu o günlerde. Sürüleri tükettikçe hayvan üreten nesil de tükenişe girdi. Sürüyü otlatacak hayvanın dilinden anlayan çoban bulmak bile neredeyse zor.
Daha önceki yıllarda yaptığım araştırmalardan hatırladığım kadarıyla bölgemiz hala yetmişli yılların tavuk sayısına ulaşabilmiş değil. Sığır öyle, manda öyle. Ya koyun ve keçide ki durum?
Gökten yağan yağmur, yerde yeşeren ot bile ağlıyor çoğu zaman. Coğrafyamız bazı ülkelerle kıyaslandığında hayvancılık açısından sıkıntılı görünebilir. Buna rağmen özellikle koyun ve keçi için uygun bir coğrafyaya sahip olduğumuz kanaatindeyim.
Basit hesaplarla kazancı ortaya koymak mümkün. Yüz koyunla işe başlayan, üçüncü yılın sonunda 2700 başa ulaşabilir. 2700 baş koyunun maddi değerini yıla ve aya bölerek aylık gelir hesabı ortaya çıkarılabilir. Baş hesabından verilen devlet destekleri de ortada. Fakat bu işi yapacak nesil bitti. Tekrardan bu işlere özendirecek, sevdirecek, teşvik edecek gönüllere ve sorumlulara ihtiyaç var şimdi.
Tüketmeye meyilli insanın üretmeyince karşılaşacağı durum ortadadır. Üretim esas olarak ekonomiyi canlandıran bir hadisedir. Üreten sayısı arttıkça ülke ekonomisi güçlenecektir. Azaldıkça da tersinin olacağı kesin. Ürettiğimiz çoğu zaman kendi tüketimimize yetmiyor olmalı ki, et ve hayvan ithalatı yapılıyor. Kendi ihtiyacımızı karşılayacak hayvan sayısına ulaşmak bile yeterli. Kimi Avrupa devletleri de sanırım bunu yapıyor. Ama nasıl olacak bu?  Büyük mağazaların et marketlerinden ithal et yemeye devam mı edeceğiz? Gönlüm buna razı olmuyor işte. Eğer rakamlar beni yanıltmıyor ve doğru hatırlıyorsam tükettiğimiz etin bile yaklaşık%10-15 ini anca üretiyoruz. Üretmeden tüketmek nereye kadar sağlıklı. Bunu herkes düşünmeli.
Oluşmadan gelişmek olmaz. Küçük de olsa hayvancılığı yeniden oluşturmalıyız. Bütün gelişmiş ürünler, markalar oluşumun eseridir. Hayvan sayımızın yeterli olmadığından bahsediyorsak, yılların kötü planlama ve yönetimidir sebep.
Bu ülkede yaşayan her birey üretimsizliğin yaşamı zorlaştıran yanlarını kendi kendine de olsa düşünmelidir. Üretimsizliğin kilitlerini çözecek yine kendi içimizdeki anahtarlardır. Herkes niçin var olduğunun sorularını kendine sormalıdır. Düşünce oluşunca geliştirme yolunda adım atmak da boynumuzun borcudur.
“Gökten yağan yağmur, toprakta yeşeren ot ağlaşıyor” dedik. Bunu derken bütün hammaddelerin doğada varlığını vurgulamak istedik. Hammaddeyi doğru dürüst kullanmak ve keşfetmek insana kalıyor. Havuz başlarında kıpırtısız el açıp beklemenin ne kendimize ne ülkeye faydası var. Kendiliğinden zenginlik Allaha mahsus. Beyin ve beden bizde var edilmişse fayda sağlamanın düşüncesini oluşturup geliştirmek bize kalıyor. Bu düşünceyle üretimi sürekli ve yeterli hale getiremezsek vay halimize. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: