Laf lafı açıyor çoğu zaman.
Konuştukça anlaşılıyor bazı şeyler. Anlaşıldıkça neyi nasıl yapacağının karar
aşamasına geliyor insan. Meseleler netleşiyor, çözüm
kolaylaşıveriyor. Kimi
marka diyor, kimi arka. Hepsinin kökü azme, çalışıp üretmeye plan ve programa
dayanıyor. Öncelikle sahip olduğumuz kaynakların tespitinden geçiyor asıl yol.
Kaynak tespitinin ardından üretmeye
geliyor iş. Var olan kaynaklarla üretim yoluna girebilmesi gerek insanların.
Ürettikçe markalaşma yolunda adımlar atılacağı kesin.
Çocukluğumun hayvan sürüleri
gözlerimin önüne geliyor şu an. Bu sürüler değişik sebeplerle tükeniş noktasına
geldi. Hayvan sürüsüne sahip olanlar paralarını harcayacak yer bulamıyordu o
günlerde. Sürüleri tükettikçe hayvan üreten nesil de tükenişe girdi. Sürüyü
otlatacak hayvanın dilinden anlayan çoban bulmak bile neredeyse zor.
Daha önceki yıllarda yaptığım
araştırmalardan hatırladığım kadarıyla bölgemiz hala yetmişli yılların tavuk
sayısına ulaşabilmiş değil. Sığır öyle, manda öyle. Ya koyun ve keçide ki
durum?
Gökten yağan yağmur, yerde yeşeren
ot bile ağlıyor çoğu zaman. Coğrafyamız bazı ülkelerle kıyaslandığında
hayvancılık açısından sıkıntılı görünebilir. Buna rağmen özellikle koyun ve
keçi için uygun bir coğrafyaya sahip olduğumuz kanaatindeyim.
Basit hesaplarla kazancı ortaya
koymak mümkün. Yüz koyunla işe başlayan, üçüncü yılın sonunda 2700 başa
ulaşabilir. 2700 baş koyunun maddi değerini yıla ve aya bölerek aylık gelir
hesabı ortaya çıkarılabilir. Baş hesabından verilen devlet destekleri de
ortada. Fakat bu işi yapacak nesil bitti. Tekrardan bu işlere özendirecek,
sevdirecek, teşvik edecek gönüllere ve sorumlulara ihtiyaç var şimdi.
Tüketmeye meyilli insanın
üretmeyince karşılaşacağı durum ortadadır. Üretim esas olarak ekonomiyi
canlandıran bir hadisedir. Üreten sayısı arttıkça ülke ekonomisi güçlenecektir.
Azaldıkça da tersinin olacağı kesin. Ürettiğimiz çoğu zaman kendi tüketimimize
yetmiyor olmalı ki, et ve hayvan ithalatı yapılıyor. Kendi ihtiyacımızı
karşılayacak hayvan sayısına ulaşmak bile yeterli. Kimi Avrupa devletleri de
sanırım bunu yapıyor. Ama nasıl olacak bu?
Büyük mağazaların et marketlerinden ithal et yemeye devam mı edeceğiz?
Gönlüm buna razı olmuyor işte. Eğer rakamlar beni yanıltmıyor ve doğru
hatırlıyorsam tükettiğimiz etin bile yaklaşık%10-15 ini anca üretiyoruz.
Üretmeden tüketmek nereye kadar sağlıklı. Bunu herkes düşünmeli.
Oluşmadan gelişmek olmaz. Küçük de
olsa hayvancılığı yeniden oluşturmalıyız. Bütün gelişmiş ürünler, markalar
oluşumun eseridir. Hayvan sayımızın yeterli olmadığından bahsediyorsak,
yılların kötü planlama ve yönetimidir sebep.
Bu ülkede yaşayan her birey
üretimsizliğin yaşamı zorlaştıran yanlarını kendi kendine de olsa düşünmelidir.
Üretimsizliğin kilitlerini çözecek yine kendi içimizdeki anahtarlardır. Herkes
niçin var olduğunun sorularını kendine sormalıdır. Düşünce oluşunca geliştirme
yolunda adım atmak da boynumuzun borcudur.
“Gökten
yağan yağmur, toprakta yeşeren ot ağlaşıyor” dedik. Bunu derken bütün
hammaddelerin doğada varlığını vurgulamak istedik. Hammaddeyi doğru dürüst
kullanmak ve keşfetmek insana kalıyor. Havuz başlarında kıpırtısız el açıp
beklemenin ne kendimize ne ülkeye faydası var. Kendiliğinden zenginlik Allaha
mahsus. Beyin ve beden bizde var edilmişse fayda sağlamanın düşüncesini
oluşturup geliştirmek bize kalıyor. Bu düşünceyle üretimi sürekli ve yeterli
hale getiremezsek vay halimize. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder