30 Ocak 2012 Pazartesi

ÇALAR SAATİN TINISI




Halil Oral/Tavşanlı

Bu sene yaz geç geldi nedense.  İlk yaz yüzünü göstermekte oldukça gecikti. Yağmur ve kırağıların arkası bir müddet kesilmeyince yazlık meyve ve sebzelerin yetişmesinde de üreticiler sıkıntı yaşadı. Kimileri eşyadan eşyaya koşup dururken üretici köylüler tarladan tarlaya koşuşturup durdular.  Gecikmeli olsa da, bazı ürünleri yetiştirmede sorunlar yaşansa bile, yaz genişlik ve bolluk yaratmasını bildi yine. Bu bolluğu kimler ne kadar algılamıştır başlı başına araştırma konusu. Yüreğinde yoksulluk besleyenlerin
yaz günlerindeki genişlik ve bolluğu fark etmesini beklemek boş hayal olur mu bilmem.
Bir baş soğanı ekmeğe yaren edebilen, domatesi ekmek arasına dilimleyip iştahla tüketebilen, kavun-ekmekle öğün savuşturup yüreğinde zenginlik yaşayan kaç kişi olmuştur? 
Ya da kavurucu sıcakların ramazan ayına rastlamasıyla, harareti dondurmaların bile kesemediği bir vakitte; tatil kredisi çekip, hatta orucu bile terk edip sahil kentlerine koşan kaç kişi iç yoksulluğu yaşamıştır. Yine bu da yapılacak ciddi araştırma ve anketlerle ortaya çıkabilecek bir sonuç. Neyse..
Yazları bir başka sevmişimdir hep. Toprağa atılan her tohumun renk renk, dal dal şavkıdığı ortamdır yazlar. İzleyip gözledikçe,  her yaprağa ve köke dair düşünceye dalmışımdır.  Meyveyi besleyen her köke saygı duymuşumdur nedense.  Kimileri marka araba peşinde ya da sahil kasabalarında kumda kızarma gayretindeyken; köylü pazarında kışlık kurutmasını denkleştirebilenlerin yüzündeki huzuru görmek içime huzur salmıştır. Mahalle arasındaki tarhana sergileri, balkonlardaki biber dizileri, güneşe bırakılmış kış kurutmalık domatesler, buzdolabı poşetine demetlenmiş yazlık ürünler sevincime sevinç katmıştır.
Ramazan ayı yaz ortasına rastlayınca, üstüne üstlük Somali’de açlık yaşayan insanlar adına düzenlenen kuru simitli iftarlara katılınca iç zenginliğini nasıl yaşamaz insan. Ülkemin bolluğu yaşadığı yazlara nasıl sevinilmez ki!
Yazlarda ürettiklerini şehrimin pazarında gözlere ve gönüllere sunmaya çalışan birinin gönül zenginliğini kim tasavvur edebilir? Benim şehrimde yaz günlerinde kim aç ve açıkta kalabilir?
Her hanede kırılan fasulyenin “çıt” diyen sesini, tencerede fokurdayan biber aşının kokusunu, elle bölünüp yenen domatesin lezzetini yeniden duyar gibiyim. Bu duyuştur bana iç huzuru yaşatan.
Ziraatın görevlileri varsın üretene alkış tutmasın. Gerçek üreticiden varsın yeniden pazarcı kimlikleri istensin. Üretenin azalmaya yüz tuttuğu ortamda varsın kimlik için bedeller alınsın. Kimin umurundaki. Alınan bedeller yazların sevincini nasıl unutturabilir? Köylü pazar ve sergilerini iple çeken ve bu sergilerden alışveriş edip gözleri parlayanların vücut dilleri resmi alkışlardan çok daha değerli.
Alkış tutan elleri gördükçe ellerim toprak kokuyor. Varsın koktukça bağlasın nasırını. Halkın yüzü yazlarda gülecekse kimlik bedeli ödemeye razıyım ben. Ellerimin nasırıyla sofralar kurmaya,  tencerenin sıcak kulpunun bir köşesinden tutmaya talibim. Bu yönde binerim gayret atına. Dokunduğum bitki ağırlığınca ferahlıyorum çünkü.  Yazlardan ümid ediyor bu yüzden himmet diliyorum dilemem gerekenden. Toprağa dokundukça azalıyor endişem. Toprağa dokundukça ufkun parlak olacağını biliyorum. Gönül eri olanın garip olmayacağını hissediyorum. Bu yüzden yazlarda kuş gibiyim.
Sokak aralarında tarhana kokusuyla,  salça kokusu birbirine karıştıkça, yerlinin doğal aroması damaklarda kaldıkça yoksulluğum biter içimde.
Ne var ki, kimsesizleşen topraklar gönül yaramdır bir taraftan. İçimde gün gün büyüyen bu hastalık çaresizliğimdir. Çaresizliğimi sakız etsem ne fayda? Hangi reçete buna çaredir? Kim bu derdin gönül erliğine soyunmaya hazır? Tarladaki domates, teşhisi konamayan dertten muzdaripken, toprağı pıtrak otları mı boğacak? Çalar saat vurur, tınısı havada kalır. Toprak boğulmadan gönül erleri parmak kaldırsın?
Yazları seviyorum… Sağlıcakla

Hiç yorum yok: