10 Kasım 2025 Pazartesi

YAŞAYIP GİZLEDİKLERİM!

 

Savaşlardan çıkmış, yokluklarla boğuşan bir ülkede hayat birlik, beraberlik demekti. Ağlamak birlik, gülmek birlikti. Açıkçası; anca beraber, kanca beraberdi cancağızım. Birbirine kulak vermekti.

Harmanlar dövüldü, seçler savruldu bir vakit. Sabanla taşlı tarlalar imar edilip ekmek çıkarmaya çalışıldı.  Cılız merkeple getirilen iki kucak odun kör nacaklarla yarılıp ocak başlarında alevlenip aşlar pişirildi.  Birikmiş sıcak küllere soğanlar gömüldü, kuru ekmeğe eşlik etmecesine. Olan, olmayana borçluydu. Hey gidi hey!

Önceleri her şey; herkes için, hepimiz içindi. Gün gün değişti çok şey. Zayıf bir çift öküzün çektiği sabanın izine dökülen tohum çoğu karınların doymasına yetmedi.

Demirli deresine aşağı akan Hotanlı suyu, can simidi olurdu çoğu zaman. Ekilen sebzeleri açılan arklarla beslediği gibi, kurulan kaydırmayla tutulan balıklar protein kaynağıydı. Bayramlık sofraydı açıkça. Hotanlı gidince değişti çok şey! Kışın ortasında ekmeklik buğday biterdi. Merkebin, koşumluk öküzlerin samanı tükenirdi samanı. 

Bunları yaşamayana anlatmak zordur. Topraklar verimsizdi, imar etmek imkânsızlıktı. Yokluklar dağ yarması gibidir kardeş! Olmaya, gelmeye görsün insan başına.

“Dutlar erdi mi köpek ölümleri azalır” denirdi. Dutların ermesi insanlar içinde ayrıcalıktı. Yaa!,  Bu sözün sosyolojisi, psikolojisi üzerine bile tezler yazılır yeğenim. Köpeğin önüne “yavan ekmek” atsan dönüp bakmıyor şimdi.

 Kışın ortasında bir çuval borç buğday alanlar bir yaz ödemekte zorlanırlardı gerçekten. Karacakaşlı 1939 doğumlu Hasan Yerli Amcanın Mustafa Uysala anlatımlarında dediği gibi “yoksullar varlıklıların kölesiydi”. Borçla borç ödersin. Çalış çalış bitmez. Gülmesini unuturdu insanlar. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyıktı! Ühhü! Hangi birini anlatmak lazım ki! Sosyal ve siyasi baskılar, ayrıcalıklı kimi ailelerin makineli tüfeğiydi birader! Kimi kaçamak güler bunlara! Kaçamak gülmelerin olduğu yerde haksızlık hukuksuzluk diz boyudur diz! Kaçamak gülenler, güneşin yüklü doğacağını anlayamazlar bir vakit. Hala dedelerinin ödünç verdikleri bir çuval buğdayın ödenip ödenmediğinin hesabında kalırlar.  

Ay, gecenin bulutuna girince ortalık puslanır. Bu puslanma uzun sürmez. Gelir geçer! Bir çuval borç alınan buğdaya, bir yaz çalıştırılan insanlar bu haksızlığı gördü, yaşadı, duydu. Şimdi bazı şeyleri yazmanın sırası işte.

Her insan bir kitaptır. Yaşamı, bir büyük hikâyedir okuyup anlayabilene. Kendi hayatımın tek başına önemi yoktur. Ama yaşadığım büyüdüğüm coğrafyanın hatta doğup büyüdüğüm köyü cebimde taşırım ben. Açar açar okurum kimi zaman. Yaşanmış güzelliklere baktığım kadar yapılan ihanetlere de göz atarım. İçimde biriken sesler o kadar çok ki! Kimine hasretken kimine nefret! Yaşamın hıçkırıkları derin sular gibi hüzünle akarken, sevinçleri düğün davulu gibi gümbür gümbür kulaklarımda. Şiir ve türkülere bağlanışım biraz da bu yüzden işte. Patlağın Değirmeni’nde öğütülen unun dişlerim arasında gıcırdayan sesi, kızılçamdan yarılmış dikmenin yanarken çıkardığı ses kadar acıklı. Aldığı kurbanlığın parasını bir dahaki bayrama çalışarak ödeyemeyen adamın kaygısı yüreğimde geziniyor hala.

Onca börtü böcekle oynamışlığım olmuştur. her birinden insan olarak çıkardığım dersler vardır. Renk renk, desen desen uçuşan kelebekleri de gözlemişimdir. Kelebekleri varlıklı romantikler sevdiği için mesafe koymuşumdur nedense. Kimi varlıklıların bitmez tükenmez fırsatçılığını gözlemiş olmanın sonucu olsa gerek.

Nine ve dedelerimden masallar dinleyerek terbiye almış biri olarak şiir ve anlatıya yönelmiş olmam normal midir sizce? Benim kendimce yorumladığım; kötüler kaybederken, iyiler, masumlar, aşkı olanlar kazanıyordu. Sevdanın şifalı ortamına, vicdanımın ve dost diyebileceğim seslerin içine sığınmak en güzeli. İnsan biraz da yaşayıp gizledikleridir! Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: