Savaşlardan çıkmış, yokluklarla boğuşan bir ülkede hayat birlik, beraberlik demekti. Ağlamak birlik, gülmek birlikti. Açıkçası; anca beraber, kanca beraberdi cancağızım. Birbirine kulak vermekti.
Harmanlar dövüldü, seçler savruldu
bir vakit. Sabanla taşlı tarlalar imar edilip ekmek çıkarmaya çalışıldı. Cılız merkeple getirilen iki kucak odun kör
nacaklarla yarılıp ocak başlarında alevlenip aşlar pişirildi. Birikmiş sıcak küllere soğanlar gömüldü, kuru
ekmeğe eşlik etmecesine. Olan, olmayana borçluydu. Hey gidi hey!
Önceleri her şey; herkes için,
hepimiz içindi. Gün gün değişti çok şey. Zayıf bir çift öküzün çektiği sabanın
izine dökülen tohum çoğu karınların doymasına yetmedi.
Demirli deresine aşağı akan Hotanlı
suyu, can simidi olurdu çoğu zaman. Ekilen sebzeleri açılan arklarla beslediği
gibi, kurulan kaydırmayla tutulan balıklar protein kaynağıydı. Bayramlık
sofraydı açıkça. Hotanlı gidince değişti çok şey! Kışın ortasında ekmeklik
buğday biterdi. Merkebin, koşumluk öküzlerin samanı tükenirdi samanı.
Bunları yaşamayana anlatmak zordur.
Topraklar verimsizdi, imar etmek imkânsızlıktı. Yokluklar dağ yarması gibidir
kardeş! Olmaya, gelmeye görsün insan başına.
“Dutlar erdi mi köpek ölümleri azalır”
denirdi. Dutların ermesi insanlar içinde ayrıcalıktı. Yaa!, Bu sözün sosyolojisi, psikolojisi üzerine
bile tezler yazılır yeğenim. Köpeğin önüne “yavan ekmek” atsan dönüp bakmıyor
şimdi.
Kışın ortasında bir çuval borç buğday alanlar
bir yaz ödemekte zorlanırlardı gerçekten. Karacakaşlı 1939 doğumlu Hasan Yerli
Amcanın Mustafa Uysala anlatımlarında dediği gibi “yoksullar varlıklıların
kölesiydi”. Borçla borç ödersin. Çalış çalış bitmez. Gülmesini unuturdu
insanlar. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyıktı! Ühhü! Hangi birini
anlatmak lazım ki! Sosyal ve siyasi baskılar, ayrıcalıklı kimi ailelerin
makineli tüfeğiydi birader! Kimi kaçamak güler bunlara! Kaçamak gülmelerin
olduğu yerde haksızlık hukuksuzluk diz boyudur diz! Kaçamak gülenler, güneşin
yüklü doğacağını anlayamazlar bir vakit. Hala dedelerinin ödünç verdikleri bir
çuval buğdayın ödenip ödenmediğinin hesabında kalırlar.
Ay, gecenin bulutuna girince
ortalık puslanır. Bu puslanma uzun sürmez. Gelir geçer! Bir çuval borç alınan
buğdaya, bir yaz çalıştırılan insanlar bu haksızlığı gördü, yaşadı, duydu. Şimdi
bazı şeyleri yazmanın sırası işte.
Her insan bir kitaptır. Yaşamı, bir
büyük hikâyedir okuyup anlayabilene. Kendi hayatımın tek başına önemi yoktur.
Ama yaşadığım büyüdüğüm coğrafyanın hatta doğup büyüdüğüm köyü cebimde taşırım
ben. Açar açar okurum kimi zaman. Yaşanmış güzelliklere baktığım kadar yapılan
ihanetlere de göz atarım. İçimde biriken sesler o kadar çok ki! Kimine
hasretken kimine nefret! Yaşamın hıçkırıkları derin sular gibi hüzünle akarken,
sevinçleri düğün davulu gibi gümbür gümbür kulaklarımda. Şiir ve türkülere
bağlanışım biraz da bu yüzden işte. Patlağın Değirmeni’nde öğütülen unun
dişlerim arasında gıcırdayan sesi, kızılçamdan yarılmış dikmenin yanarken
çıkardığı ses kadar acıklı. Aldığı kurbanlığın parasını bir dahaki bayrama
çalışarak ödeyemeyen adamın kaygısı yüreğimde geziniyor hala.
Onca börtü böcekle oynamışlığım
olmuştur. her birinden insan olarak çıkardığım dersler vardır. Renk renk, desen
desen uçuşan kelebekleri de gözlemişimdir. Kelebekleri varlıklı romantikler
sevdiği için mesafe koymuşumdur nedense. Kimi varlıklıların bitmez tükenmez
fırsatçılığını gözlemiş olmanın sonucu olsa gerek.
Nine ve dedelerimden masallar dinleyerek
terbiye almış biri olarak şiir ve anlatıya yönelmiş olmam normal midir sizce?
Benim kendimce yorumladığım; kötüler kaybederken, iyiler, masumlar, aşkı
olanlar kazanıyordu. Sevdanın şifalı ortamına, vicdanımın ve dost diyebileceğim
seslerin içine sığınmak en güzeli. İnsan biraz da yaşayıp gizledikleridir! Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder