11 Kasım 2025 Salı

SARI KAFA!

Köyümüzün kenarında Hotanlı Deresi vardı. Bu dere Ayvalı Köyünün batı kesimlerinin minik vadilerinden akan küçük kaynak sularının Sekbandemirli Köyü güneyinde oluşturduğu yatakla Emet Çayına ulaşırdı. Yolu uzadıkça tarım arazilerinin sulanmasında önemli katkıları oldu yıllarca. Değişen iklim şartları, madencilik ve ormanlardaki kesim şekilleri bu derenin yıl yıl cılızlaşmasına sebep oldu. Son olarak derenin Sekbandemirli bölümünde gölet oluşturuldu. Kapalı sistem borularla çiftçilerin hizmetine sunuldu. Hotanlı Deresi, Kışlademirli Köyü’nün kenarından Emet Çayı’na doğru uzanırken bizim çocukluğumuzun aslında tam da ortasından geçti. Dere kumlarında ne oyunlar kurduk, ne oyunlar geliştirdik bir bilseniz. Islanan kumdan çanak çömlekler, kumdan kaleler, evler, kurduğumuz bentlerde yüzmeler, kurbağa balıklarına özel havuz kurmalar, dereden ayrıştırılıp yolu değiştirilen suya asma köprüler, şelaler, çökertme havuzları, bağlar bahçeler, çam kabuğundan sallar, gemiler...

Saçlarım sararırdı güneşte fazla kalmaktan.  Sararan o saçlar enselerde, kulak üstlerinde düzensiz kızılçam ormanı gibi olurdu. Rahmetli anam işten güçten bizi okşamaya vakit bulamasa da arada, “ sarı kafam” diye latife yaptığı olurdu. Sarı kafalılık iyimiydi, kötümüydü bilemesem de,  sahiplenme içgüdüsünün yarattığı huzur dolardı içime.

Kafayı “kırktırmak” denirdi. Birkaç ayda kırktırıp geçerdik saçları. Şimdiki çocuklar model yaratıyor kafa traşında. Zaman zaman iç çekişlerim oluyor mu, oluyor. Şans mı, şansızlık mı insan karar veremiyor yine de.

Sancılı dönüşüm yıllarını yaşadık biz. O yaşlarda yaşamın o olduğunu sanıyorduk belki de. Şimdilerde geriye dönüp baktığımda anlayabiliyorum sancıların neler neler olduğunu.

Okulsuz, yolsuz, elektriksiz, aşsız, ekmeksiz, giyim kuşamsız, iletişimsiz bir yaşam. Kıt imkânlar. 

Ocak başında yanan kızılçam dikmesiyle ısınan ve aydınlatılan evler. Ya, işte böyle kardeş! Odundan çıkan alevler, kireç boyalı odaların duvarlarında gölge oyunu gibi dans ederdi. Alevin duvara düşen hareketlerini uzun süre izler, kendimce düşüncelere dalardım ben. Alevin duvardaki dansını tutmaya çalışırdım ellerimle. O alevlerin içinde dönüştü belki de çok şey! O alevlerin içinde harlandı yürek yangınlarım. Hayatımın seyir defteri alevlerin duvardaki kavgasıyla şekillendi kim bilir? Alevlerin kavgasının ardından karanlık çökmesini o yaşlarda bellemiştim belki de! İnce yolla, dar kapılardan geçtik biz, naber! Hey gidi hey! Kanaat ve sabır tutunduğumuz daldı.

Tüm bunlara rağmen, çocukluğumun köylerini insansızlaşan köylere tercih ediyorum. Kara lastiğin yerini spor ayakkabılar, iskarpinler, sabanın yerine en modern toprak işleyiciler gibi değişimleri sözde çağdaş yaşam şartlarını yakalamış olsak da samimiyeti yitirdik yiğidim! Samimiyet ortadan kalkınca insani tüm değerler alt üst oluyor. Hızlı yaşamın, hızlı tüketimin çarkları sorgulamaya duvarda dans eden alevi yakalamaya fırsat tanımıyor yeğenim!

Bunun sonucudur ki dağılan dağılana, göçen göçene, yiten yitene, kaybolan kaybolana! Benim kararsızlığımda burada başlıyor.   Dün mü, bugün mü? O mu bu mu? Bugünün kötülükleri içinde iyi olanı yaşatmak, aramak bulmak zorlaştı cancağızım. Tavırlar tavır değil, düşünceler düşünce!

Çocukluğum sancılı dönemlere rastladı deyip dert yanarken,  Hotanlı Deresinde kurduğumuz saf, arı su bentlerinde özgür kulaç atışların da farkına varıyor insan. O yaşların tüm imkânsızlıklarına rağmen gürültü içinde yalnızlaşan bugünün dünyası için çok daha fazla kaygılanıyorum nedense!

Anlatımlar benimmiş gibi gözükse de aslında her birimizin. Benim gözleyip ifade ettiklerimi yaşayan kimler varsa onlarındır. Hayatın peşinde koşarken; Yaşadıklarımıza dikkat kesilmek, desen desen, bölüm bölüm işaret buyurmak yazanın sorumluluğu olsa gerek. Ah “sarı kafam” ah! Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: