Köyümüzün kenarında Hotanlı Deresi vardı. Bu dere Ayvalı Köyünün batı kesimlerinin minik vadilerinden akan küçük kaynak sularının Sekbandemirli Köyü güneyinde oluşturduğu yatakla Emet Çayına ulaşırdı. Yolu uzadıkça tarım arazilerinin sulanmasında önemli katkıları oldu yıllarca. Değişen iklim şartları, madencilik ve ormanlardaki kesim şekilleri bu derenin yıl yıl cılızlaşmasına sebep oldu. Son olarak derenin Sekbandemirli bölümünde gölet oluşturuldu. Kapalı sistem borularla çiftçilerin hizmetine sunuldu. Hotanlı Deresi, Kışlademirli Köyü’nün kenarından Emet Çayı’na doğru uzanırken bizim çocukluğumuzun aslında tam da ortasından geçti. Dere kumlarında ne oyunlar kurduk, ne oyunlar geliştirdik bir bilseniz. Islanan kumdan çanak çömlekler, kumdan kaleler, evler, kurduğumuz bentlerde yüzmeler, kurbağa balıklarına özel havuz kurmalar, dereden ayrıştırılıp yolu değiştirilen suya asma köprüler, şelaler, çökertme havuzları, bağlar bahçeler, çam kabuğundan sallar, gemiler...
Saçlarım sararırdı güneşte fazla
kalmaktan. Sararan o saçlar enselerde,
kulak üstlerinde düzensiz kızılçam ormanı gibi olurdu. Rahmetli anam işten
güçten bizi okşamaya vakit bulamasa da arada, “ sarı kafam” diye latife yaptığı
olurdu. Sarı kafalılık iyimiydi, kötümüydü bilemesem de, sahiplenme içgüdüsünün yarattığı huzur dolardı
içime.
Kafayı “kırktırmak” denirdi. Birkaç
ayda kırktırıp geçerdik saçları. Şimdiki çocuklar model yaratıyor kafa
traşında. Zaman zaman iç çekişlerim oluyor mu, oluyor. Şans mı, şansızlık mı
insan karar veremiyor yine de.
Sancılı dönüşüm yıllarını yaşadık
biz. O yaşlarda yaşamın o olduğunu sanıyorduk belki de. Şimdilerde geriye dönüp
baktığımda anlayabiliyorum sancıların neler neler olduğunu.
Okulsuz, yolsuz, elektriksiz,
aşsız, ekmeksiz, giyim kuşamsız, iletişimsiz bir yaşam. Kıt imkânlar.
Ocak başında yanan kızılçam
dikmesiyle ısınan ve aydınlatılan evler. Ya, işte böyle kardeş! Odundan çıkan
alevler, kireç boyalı odaların duvarlarında gölge oyunu gibi dans ederdi.
Alevin duvara düşen hareketlerini uzun süre izler, kendimce düşüncelere
dalardım ben. Alevin duvardaki dansını tutmaya çalışırdım ellerimle. O
alevlerin içinde dönüştü belki de çok şey! O alevlerin içinde harlandı yürek
yangınlarım. Hayatımın seyir defteri alevlerin duvardaki kavgasıyla şekillendi
kim bilir? Alevlerin kavgasının ardından karanlık çökmesini o yaşlarda
bellemiştim belki de! İnce yolla, dar kapılardan geçtik biz, naber! Hey gidi
hey! Kanaat ve sabır tutunduğumuz daldı.
Tüm bunlara rağmen, çocukluğumun
köylerini insansızlaşan köylere tercih ediyorum. Kara lastiğin yerini spor
ayakkabılar, iskarpinler, sabanın yerine en modern toprak işleyiciler gibi
değişimleri sözde çağdaş yaşam şartlarını yakalamış olsak da samimiyeti
yitirdik yiğidim! Samimiyet ortadan kalkınca insani tüm değerler alt üst
oluyor. Hızlı yaşamın, hızlı tüketimin çarkları sorgulamaya duvarda dans eden
alevi yakalamaya fırsat tanımıyor yeğenim!
Bunun sonucudur ki dağılan
dağılana, göçen göçene, yiten yitene, kaybolan kaybolana! Benim kararsızlığımda
burada başlıyor. Dün mü, bugün mü? O mu
bu mu? Bugünün kötülükleri içinde iyi olanı yaşatmak, aramak bulmak zorlaştı
cancağızım. Tavırlar tavır değil, düşünceler düşünce!
Çocukluğum sancılı dönemlere
rastladı deyip dert yanarken, Hotanlı
Deresinde kurduğumuz saf, arı su bentlerinde özgür kulaç atışların da farkına
varıyor insan. O yaşların tüm imkânsızlıklarına rağmen gürültü içinde
yalnızlaşan bugünün dünyası için çok daha fazla kaygılanıyorum nedense!
Anlatımlar benimmiş gibi gözükse de
aslında her birimizin. Benim gözleyip ifade ettiklerimi yaşayan kimler varsa
onlarındır. Hayatın peşinde koşarken; Yaşadıklarımıza dikkat kesilmek, desen
desen, bölüm bölüm işaret buyurmak yazanın sorumluluğu olsa gerek. Ah “sarı
kafam” ah! Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder