Samimiyetin terk ettiği yüreklerde derin bir boşluk ve çukurdan öte ne kalır? Ortaya çıkan çukurları elle, kürekle doldurmak mümkün gözükmüyor. Ne acı, ne kötü! Aynı sınırlar, aynı bayrak, aynı toprak üzerinde yaşayan insanlar birbiriyle yarışır durumda. İçimizdeki bölünmüşlüğe, yüreklerdeki çukura kazma vuruyor her bir insan.
Her birimiz birer ana, birer
babadan dünyaya gelmişken, aynı havayı solumuşken, okul bahçelerinde oyunlar oynamışlığımız
bilinirken, aynı öğretmenlerden alfabeyi öğrenmişken senlik- benlik kavgaları
nasıl hortladı yeğenim!
Kültür, yaşayan bir şeydi, aynı
zamanda gelişen! Şaka gibi kaybolan değerler cancağızım! Birbirimizle “yakan
top”, “saklambaç”, “mendil saklamaca” oynar gibiyiz. Çocukluğumuzun okul bahçelerinde, sokak
aralarında öğrendiğimiz bu oyunların algısı bile farklı oluşmuş her birimizde.
Birlikte oynadığımız arkadaşımızı
yakmak, bazı gerçekleri saklamak, birbirimize lazım olduğumuzda da saklanmak!
Vay be! “Böyle düşünmemiştik” dense de,
her birimizin davranışı kendini ele veriyor cancağızım!
Yüreğimizdeki çukurlar çoğaldıkça,
içimizdeki kalite bozuluyor. Üstümüzü örten esvap etiketli, diplomalar çift
yıldızlı olsa n’olur? Öteki berikini, beriki diğerini ütmenin hatta alt etmenin
hevesinde. Kültürel birikimlerimiz, yaşam şeklimiz, duruşlarımız, dini ve ahlaki tutumlarımız, davranış
şekillerimiz insanlığımızın etiketiydi oysa. Her şey birbirine karıştı birader!
Makam sahipleri bile koltuklardan
birbirini ittirmek, düşürmek için zemin oluşturuyor. İtiş kakışların arasında
huzur olur mu Allah aşkına? İlim- bilim için aynı okulları okuyanlar farklı
kimliklerin de adamı olup çıktılar. Gerçi bu türden şeylerin tarihsel
örneklerini çoğaltmak da mümkündür. Kimi sinsi dünya devletlerinin yüzyıllardır
üzerimizde ne tür oyunlar oynadığı, ilim – bilim öğrensin diye gönderilen
insanları nasıl kendi saflarına çekip, kendi çıkarlarına hizmet ettirdiklerini
tarih notlarından okumuşuzdur. Hatta yakın yıllarda yaşadıklarımız verilebilecek
örneklerdendir.
Biz, senlik- benlik derdindeyken
kimileri iki bin yıllık tarihsel hedeflerinden vazgeçmiyor yeğenim! Biz, birbirimize yakan top fırlatmanın
kaygısızlığındayken hedefleri uğruna sinsice planla dünyayı kana bulayanları
bilmek, görmek lazım.
Ülkemiz topraklarında bir zaman
dilimini yaşayan insanlar olarak bireysel hırslarımızı, çıkarlarımızı, minnacık
payelerimizi, etiketlerimizi, gösterişlerimizi bir kenara bırakarak ülkemize
gerçek anlamda hizmet etmenin gayretinde olmak, fabrikalar kurmak kadar dev bir
adımdır herhalde.
Haberlerde, programlarda güncel
konu, aşk- meşklerimizden bile kan
çıkıyor, ölüm çıkıyor birader. “Türkanların”,
“Bayramların” (!), “Narin’i öldürenlerin” duruşuna anlam vermekte
zorlanıyor benim gibiler.
“ Çok gülen, sonunda
ağlarmış!” Ağlamayalım kardeş!
Ağlamamanın yolu fert fert hepimizin duruşundan, davranışından, gayretinden,
özverisinden, yaşam şeklinden, düşünce yapısından, hissedişinden geçiyor.
Değersiz ve bencil davranış biçimlerinin hepimizin canını yakacağı muhakkak.
Nisan yağmuru kadar bereketli olmalı düşüncelerimiz. Yanı başımızdakini duygusal yönden bile
ezmek, üzmek, yok saymak birliği bozmaya yeter artar. Dertler böyle çoğalır
cancağızım.
İçten tebessümler bile yeter artar
huzuru çoğaltmaya. Gün gelir yırtılmış, üst üste birikmiş takvim yaprakları
arasında yitirdiğimiz değerleri anımsayıp iç geçirmeler eksikliğimizi örtmez. Yüreklerimizde
boşalan çukurlarda engin ovalar yaratmaya ne dersiniz? Sağlıcakla.