Kışın üşüten soğuğu karşısında bedeni fizyolojik olarak ısıtacak ocak arar insanlar. Kışın don, kar ve ayazının meşakkatli yanları var mıdır? Vardır. İnsanın özgür hareketini bile engeller. Meşakkatli alanları aşmanın uğrunda olanları severim. Uğrunda olmak, hedefe odaklanmaktır. Hedefi olmayandan ne beklenir ki? Zorlukları görmeyenler, zorsuz bir yaşamın yaratıcısı olamazlar! Kışı yaşamayan, bahara da yaza da doğru anlam yükleyemez. Yazı yaz yapan, kışın tam da kendisidir belki de.
İnsanı insan yapan, kökten aldığı
terbiyedir, ahlaktır. Terbiye ve ahlaka
ilimde eklendi mi korkma. Terbiyesiz ilmin genel yararından bahsetmek de
zordur. Hayatın gerçek olan çeşmesine giden yolun çileyle karılmış olmasının
tadı bir başkadır. Kolay olan kolay kaybedilir kardeşim.
Çilenin, zorlukların insanı
olgunlaştıran bir yanı vardır. Bu vatan çileyle yoğrulmuştur. Çilesini
bilenler, vatan ve bayrak kavramlarını göğsünde muska gibi taşırlar.
Bilmeyenler için alelade bir kavramdır yeğenim. Bilmeyenlerin gönlünde hangi
sevda ateşi yanar ki?
Ey güzeller güzeli, toprakların en
güzeli! Çiçeklerin en güzelini, nebatatın en lezzetlisini sunan, askerin üzüm
hoşafı içerek savunduğu güzel toprak! Üzerinde dört döndüğüm, parayı buğday
olarak, kavun olarak, patates olarak, narenciye olarak, yağ olarak, su olarak,
yakacak olarak sunan güzel! Para yapay bir şey olsa da sen o kadar doğalsın
ki!.... nerenden tutup nasıl öveceğimi hangi şiirle, ne türden övüneceğimi bile
bilemiyorum...
Ben vatanı bilirim, ben bayrağı
görürüm. Bunu bilmenin zenginliği, enginliği, dinginliği ve dahi yürekliliği
içindeyim. İçimde yaşayan bu definenin gücüyle kaplumbağa ağırlığı ve
kostaklığında yürür dururum. Bu yürüyüş esnasında fark ederim tıslayan
kirpileri, güzel ötüşlü kuşları, benim alım daha al, benim mavim daha mavi
diyerek çalım satan kır çiçeklerini, arıları, kelebekleri… bunun yanında ağzından su akan uyuz çakalları
fark ederim.
Baharın, denizlerime alçaldıkça
yaza döndüğünü, gözlerim göğe baktıkça göğerdiğini görürüm kardeş. Bu bakışla
salarım uzayın derinliklerine astronotlarımı. Bugün, kendini saklayıp öten çalı
bülbülünü taklide yeltenen ben; bu toprağı,
güzelim Anadolu’yu kusursuz yazıya dökebilsem keşke. Dünyada şeytani
filmler çevirmeye kalkanlara inat, bu toprağın ekmeğini yiyip suyunu içenlerin
gönüllerine bir fazla sevda düşürebilsem.
Bu torağın çocuğuyum ben. Bereket
fışkırtan mevsimlerin hayranıyım. Aklı düşüklere sınır taşıyım. Mevsim kış,
Filistin ayaz! Yemen kar boran!.. Kırağı döküyor her ağaç.. Füzelerin
gürültüsünde gümbürtüye gidiyor huzur! Bıçkın bildiklerimiz biçiliyor
korkakça.. air h ki ah!
Ilıkça yazılar yazacaktım bugün.
Kıştan meşakkatten dem vurup, yurdumun çiçekli bahçelerinde bırakırken etrafta
olup biteni görmezlikten gelecektim. Sınır boylarında nöbetçi askerime kalleş
kurşun sıkanları sessiz buğuzlarımla mahvedecektim. İçimdeki öfke sağanağı
düşüncemin rengini değiştirdi an an! Süslü çiçek bahçelerinden kırağı döken
ağaçlara saldı adım adım. Sizi gidi eşek arıları, sizi gidi kan içiciler!
Anamın aşa katacak yağ, ayağıma
giydirecek çorabın olmadığı günlerden dem durunca “- ne diyon sen?” dercesine
bakıyor yeni yetmeler. Yedi düvelin üstümüze çullandığı günleri dedelerim
kelimeler boğazlarında boğumlanırken anlatırlardı.Çorabı bulamadığım, dokuma
fistanla dolaştığım günler taaa o günlerin acısıydı ne haber!....
Baş koymuşum Türkiyemin Yoluna!!!!!
Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder