7 Şubat 2017 Salı

OYUNLARI BOZMAK


Şu okul şarkıları çın çın eder durur kulaklarımda. Ben okul şarkılarını mırıldandıkça “Çocuk bu çocuk!” der Anam. Angaralı Durguttan şıngırdaklı türküler okusam ne der bilmem. Ya da dilini bile çözemediği hiçbir zaman da çözemeyeceği hafif batı müziği fırlatsam n’olur? Bakışında hangi ifadeler belirir kestirmek zor. Adı bile “hafif”le başlıyor baksana. Hafiflik anama göre değil kardeşim. Dokuz sekizlik yöre türkülerinin içi bile yaşanmışlıklarla doludur. Hele Kütahya türküleri tavırlıdır, ağırdır. Zeybeği desen yine öyle.
Hatırlayın okul şarkılarını. Erken yatarım, erken kalkarım diye başlar bir tanesi. Hakikaten erken yatar, erken kalkardık biz. Sabah ezanıyla başlardı anamın ayak tıpırtıları. O tıpırtı arasına yüksek sesle ilahiler serpiştirirdi. İlahinin melodik esintisiyle uykulardan uyanırdık. Horanda ilahi tedavisiyle sabah sofrasına toplanırdı.  Sabah sofrası da ne ki,  tarhana sofranın kralı. Görev taksimi, iş- güç kesintisiz devam ederdi. Göbeğimize güneşin doğduğunu hatırlamam velhasıl.
Ya şimdi?. Gevşedik kardeşim.  Mide bağırsak sistemi sıkıştırmasa yirmi dört saat yatağından çıkmayacak çok insan var. Gözlemleyin, yalansa yalan deyin.Gün yetmiyor, iş bitmiyor.. Gevşekliğin rehavetinde rahatlıktan medet umar hale geliyoruz. Gevşemenin sağlık yönünden faydaları mutlaka vardır. Gevşekliğin asla!. Toplumumuzda gevşeklik gösteren insanlara lakap bile takıldığı olmuştur. Takılan bu lakap toplumun bir ceza yöntemidir de. Gevşeklik göstermeye meyilli olanlara örnek olsun diyedir bir diğer yandan bu ceza.
Yapılacak işler listesi uzun. Ailemiz adına, köyümüz, kentimiz, ülkemiz hatta coğrafyamız adına işler çok mu çok. Bizim gevşememizi ya da gevşekliğimizi fırsata dönüştürmeye kalkan başka coğrafyalar var. Gevşeklik esaret olup çıkar karşımıza. Sonrasını tahayyül etmek zor olmasa gerek.
Dünya coğrafyası mevsimleri bilmezken dört mevsim biliriz biz. Çiçeklenen ağaçları, yeşillenen yerleri tanırız. Kışlarda biriktirirken bereketi, yazlarda çağım çağım çağlarız. Göz kırpan idare lambasını tanıdığımız kadar on dört numara gaz lambasını biliriz. Yüz mumluk elektrik ampulünün aydınlığını keşfederiz. Keşfederken yeni keşiflere hazırlanmak şiarımız olmalı kardeşim. Güneş minare boyu yükselirken idare lambasının şavkına mahkûm olmamalıyız. Sambanın hafifliğinde değil, zeybeğin tavrıyla yüreklenmeliyiz.
Derelerin şırıltısında dört mevsimin huzurunu gönlümüzde tutarak, durmanın ölümden beter olduğunu bilmeliyiz. Hey gidi hey!
Durunca poyraz bir çırpıda yıkar adamı, lodos çarpar!..
Yayla tümsekleri, ovalar, bu toprak buluşma noktamız olmalı. Ormanlar oğlak melemesiyle, ovalar kuzu sesleriyle daha şen olmaz mı? Olur kardeşim. Toprak mutemedimizdir bizim. Güneş hava su zenginliğimizdir.
Bir türkümüz vardır ve türkülerimiz ders gibidir ders. Güzeldir, anlamlıdır. “O tepeden bu tepeye oyun olur mu?” diye başlayan türküyü siz de hatırlarsınız. Sonraki sözleri malum.

Coğrafyadan coğrafyaya oyunlar oluyor.  Gevşedikçe oyunlar artar. Türlü türlü, boy boy. El ele verirsek değişir çok şey. Uzaktan oyun oynama cesaretini bulamaz hiç kimse Her birimize iş düşüyor şimdi. Hafifliğin, gevşemenin zamanı değil. Durmanın hiç değil. Nefeslenmekse çalışmakla olur. Oyunları bozmaksa…Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: