Şu okul şarkıları çın çın eder
durur kulaklarımda. Ben okul şarkılarını mırıldandıkça “Çocuk bu çocuk!” der
Anam. Angaralı Durguttan şıngırdaklı türküler okusam ne der bilmem. Ya da
dilini bile çözemediği hiçbir zaman da çözemeyeceği hafif batı müziği fırlatsam
n’olur? Bakışında hangi ifadeler belirir kestirmek zor. Adı bile “hafif”le
başlıyor baksana. Hafiflik anama göre değil kardeşim. Dokuz sekizlik yöre
türkülerinin içi bile yaşanmışlıklarla doludur. Hele Kütahya türküleri
tavırlıdır, ağırdır. Zeybeği desen yine öyle.
Hatırlayın okul şarkılarını. Erken
yatarım, erken kalkarım diye başlar bir tanesi. Hakikaten erken yatar, erken
kalkardık biz. Sabah ezanıyla başlardı anamın ayak tıpırtıları. O tıpırtı
arasına yüksek sesle ilahiler serpiştirirdi. İlahinin melodik esintisiyle
uykulardan uyanırdık. Horanda ilahi tedavisiyle sabah sofrasına
toplanırdı. Sabah sofrası da ne ki, tarhana sofranın kralı. Görev taksimi, iş-
güç kesintisiz devam ederdi. Göbeğimize güneşin doğduğunu hatırlamam velhasıl.
Ya şimdi?. Gevşedik kardeşim. Mide bağırsak sistemi sıkıştırmasa yirmi dört
saat yatağından çıkmayacak çok insan var. Gözlemleyin, yalansa yalan deyin.Gün
yetmiyor, iş bitmiyor.. Gevşekliğin rehavetinde rahatlıktan medet umar hale
geliyoruz. Gevşemenin sağlık yönünden faydaları mutlaka vardır. Gevşekliğin
asla!. Toplumumuzda gevşeklik gösteren insanlara lakap bile takıldığı olmuştur.
Takılan bu lakap toplumun bir ceza yöntemidir de. Gevşeklik göstermeye meyilli
olanlara örnek olsun diyedir bir diğer yandan bu ceza.
Yapılacak işler listesi uzun.
Ailemiz adına, köyümüz, kentimiz, ülkemiz hatta coğrafyamız adına işler çok mu
çok. Bizim gevşememizi ya da gevşekliğimizi fırsata dönüştürmeye kalkan başka
coğrafyalar var. Gevşeklik esaret olup çıkar karşımıza. Sonrasını tahayyül
etmek zor olmasa gerek.
Dünya coğrafyası mevsimleri
bilmezken dört mevsim biliriz biz. Çiçeklenen ağaçları, yeşillenen yerleri tanırız.
Kışlarda biriktirirken bereketi, yazlarda çağım çağım çağlarız. Göz kırpan
idare lambasını tanıdığımız kadar on dört numara gaz lambasını biliriz. Yüz
mumluk elektrik ampulünün aydınlığını keşfederiz. Keşfederken yeni keşiflere
hazırlanmak şiarımız olmalı kardeşim. Güneş minare boyu yükselirken idare
lambasının şavkına mahkûm olmamalıyız. Sambanın hafifliğinde değil, zeybeğin
tavrıyla yüreklenmeliyiz.
Derelerin şırıltısında dört
mevsimin huzurunu gönlümüzde tutarak, durmanın ölümden beter olduğunu
bilmeliyiz. Hey gidi hey!
Durunca poyraz bir çırpıda yıkar
adamı, lodos çarpar!..
Yayla tümsekleri, ovalar, bu toprak
buluşma noktamız olmalı. Ormanlar oğlak melemesiyle, ovalar kuzu sesleriyle
daha şen olmaz mı? Olur kardeşim. Toprak mutemedimizdir bizim. Güneş hava su
zenginliğimizdir.
Bir türkümüz vardır ve türkülerimiz
ders gibidir ders. Güzeldir, anlamlıdır. “O tepeden bu tepeye oyun olur mu?”
diye başlayan türküyü siz de hatırlarsınız. Sonraki sözleri malum.
Coğrafyadan coğrafyaya oyunlar
oluyor. Gevşedikçe oyunlar artar. Türlü
türlü, boy boy. El ele verirsek değişir çok şey. Uzaktan oyun oynama cesaretini
bulamaz hiç kimse Her birimize iş düşüyor şimdi. Hafifliğin, gevşemenin zamanı
değil. Durmanın hiç değil. Nefeslenmekse çalışmakla olur. Oyunları bozmaksa…Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder