29 Ocak 2017 Pazar

KOL BAĞI ŞEKER-BİTLİ HELVA



Yatıp kalktıkça biraz da yaş ilerledikçe, çocukluk günlerim selvi kavaklar gibi gözlerimin önüne dikiliveriyor.  Pekmez savuran analar, bulgur kaynatan bacılar, buğday yıkayan kadınlar film şeridi gibi sıra sıra geçiyor.  Pekmez kazanı da bulgur kazanı da rastgele ateşten indirilmez birbirlerine kıvama gelip gelmediği konusunda danışırdı insanlar. Pekmezin köpüğü, bulgurun pişmişi kazan çevresinde kendilerince oyun kuran çocuklara düşerdi ilk. Hem göz hakkıydı hem ilk sabi çocuklar tattığında bereketinin artacağına inanılırdı. Her evde çamaşır kazanından pekmez ve bulgur kazanına her boyu bulunurdu. Hatta kazan enikleri bile. “Kazan eniği” deyince eni boyu ölçüleri kendiliğinden bilinirdi. Şimdi “ kazan eniği” sorsan güler çok kimse. Hatta evlerde kazan kalmadı kazan. Endüstri aldı götürdü çok şeyi. Bahçelerde kütür kütür erikler, asmalarda altın rengi üzümler, kışlara has küp küp turşular. Kış gecelerinin ikramıydı karlı pekmezler. Patlamış mısır, kavrulurken odaya kokusu yayılan nohutlar. Çatı arasına serilmiş muşmulalar, elmalar, ayvalar. Külde gömülerek pişirilmiş ayvalar sıcacık haliyle kış hastalıklarını bile tedavi ederdi. Kokuları evlere sinerdi. Perşembe günleri konu komşuya mutlaka hediye verilirdi. “Küreci Elması”nın yağı kabuğuna vururdu. Kütürt! diye ısırınca kendine has kokusu da tadı da içimize akardı. Cücem eriğinin hoşafı, haşhaşlı böreğin yanında şıra gibiydi şıra. Ye babam ye! Her gıdanın damak şaklatan bir güzelliği vardı velhasıl.
Sonraları güveyiler kayınvalidelerine yörede “kaba şeker” diye bilinen Konya şekeri getirmeye başladı. Çocuklara renk renk türkülere bile konu olan halkalı şekerler. Bizim yörede halkalı şekere kendilerince bir isim takılmıştı, Kolba (kolbağı ) şeker. Bilezik gibi çocukların kollarında gezerdi şekerler. Çocuk dayanamadığı an kolundan çıkarıp yerdi. Yanaklar şeker boyasından görünmezdi. Boyaları kattığımız gün mü değişti çok şey bilmem ki..  Bir de “bitli helvası” çıktı kayınvalidelerin. Helvacı Burhan hala yapıyor bunu ama ne kadar müşterisi var sormak lazım. Çikilota paketleri sanırım daha revaçta şimdi. Velvasıl kaba şekerden, bitli helvaya ordan çikilotaya. Gelişmek diye buna denir herhalde. Meyveler desen boy boy renk renk vakitli vakitsiz yurt dışından ithal. Küreci elmasının kökünü kuruttuk. Nohut Amerikan, makarna İtalyan. Buna can mı dayanır. Dayanmıyor işte. Şekeri ayrı, kolesterolü ayrı, böbreğin taşı, karaciğerin, kalbin ritmi ayrılaştı. Başkalaştı çok şey kardeşim. Sağlık bozuldukça yeni ilim dalları aranıyor. Hastane koridorları tıklım tıklım. Doktorlar yetmiyor sıra almaya. Of of!
Çocukların uçurtma uçurmaya, seksek, dokuz kiremit oynamaya vakti yok vakti. İp atlasa.. I-ıh! İllaki tablet… İçinde türlü oyunlar. Oyunların içinde türlü türlü tuzaklar kim bilir. Vallahi gözleri kadar ruh dünyaları bozulacak çocukların. Hani okulların bahçelerinde oyun alanları. Nerde kaldı kendimize has oyun çeşitlerimiz? Tablet yarışları aldı başını gidiyor.  Obezite çağın hastalığı olma yolunda. Hımbıllık başımızın belası.  Hata kudret çocuğa su istesek duymazlığa vuruyor işi. Tekrarlasak, “kendin alamıyor musun” diyecek. Sübhanallah!..

Modernlik adı altında o kadar şey yuttuk ki…. O yüzden çocuk kalmak istiyorum belki de. Ben çocuk kalmayı sürdürdükçe gülüyordur kimileri kıskıs. Gülüşleri fark ettikçe gamlanıyorum. Gamlandıkça dertlere karıyorum. Kardıkça türkülere vuruyorum kendimi. Bu bulgur bıldır ki bulgur diye diye kendimi avutuyorum.  Eskilere dalıp dalıp gidiyorum. Daldıkça geri kafalılığımı yüzüme vuruyor kimiler. Hatta öne sürdüğüm en ileri düşlere bile  “hadi ordan” dercesine tepki veriyor masanın başındakiler. Ne yaparsınız ufkumuz bu! Hastane önünde incir agacı/ doktor bulamadı bana ilacı. . Sağlıcakla

Hiç yorum yok: