22 Ocak 2017 Pazar

AŞKIN KÖŞKÜ



Aklım erdiğinde hatırladığım resimler arasındadır evimizin yarım yamalak hali. Uf uf, ne evdi ama. Dillendirdiğimiz türküler kadar gerçekti her şey. Sevdalar, hasretler, acılar, ağıtlar, yokluklar, ölümler, doğumlar sevinçler umutlar hepsi iç içeydi. Tüten bir bacası vardı evimizin. Pencerenin kurumuş cam macunu çatlağından rüzgâr hücum ederdi içeri. Rüzgârın hışmını kesmek için öteberi gererdik geceleri cama. Saç sobanın kızaran karnı içimizi ısıtırdı içimizi. Sobanın öfkesi geçtikçe kaplardı ortalığı serinlik. Sobanın üstünde her daim var olan güğümün cızırtısı içlerde müziğin ritmi olurdu. Ortaya kotarılmış, tahta kaşıklar saldığımız çorbanın dumanı hep üstünde olurdu. Mis gibi kokardı çorbalar kardeşim.
Anamın beni kenarları yamulmuş galvaniz kaplı leğende yıkadığını hatırlarım bir de. Sabunun gözü nasıl yaktığını taa o günlerden bilirim. Özel mayalanmış toprakla sıvanmış duvara kireci sürdük mü aylarca temizlik kokardı evler.
Yazlık dediğimiz bölümde kirişle pamuk atar yün çırpardı anam. Döşeklere, yer minderlerine doldurdu mu bir de, huzurlu uykular çekerdik. Komşuya boş gidilmez, boş gelinmezdi. Of of!
Evimizin hemen altından Hotanlı deresi akardı. Kimi zaman bu dereye “Kaydırma” denen tuzak kurardık. Balıklar içine girdimi çıkamazdı. Balık, bayramı olurdu sofranın.
Hapmış antibiyotikmiş bilmezdik, tanımazdık. Ihlamuru, adaçayını papatyayı, akbaşlıyı kaynatır içerdik. Giysilerimiz bile ev dokumasıydı. Endüstri ürünü hiçbir şey bulunmazdı evde. Hepsi topraktan kendi ürettiğimizdendi. Huzurluyduk, mutluyduk.
Ya şimdi? Köyde tüketilen yumurta bile endüstri ürünü. Evler sanayi ürünü maddelerle kaplı. İçerdeki ozon gazı dışarı çıkacak delik bulamıyor kardeşim. Özel aşı yaptıranlar bile en basit grip salgınına maruz kalıyor. Hastaneler dolup dolup taşıyor. Operatör doktorların elinden bıçak düşmüyor bıçak. Psikiyatri kliniklerinin önü tıklım tıklım. Doğumlar normal değil. Her ne kadar ömrün uzadığı ifade edilse de çoklar mutlu değil. Mutsuzluk hepimizi kasıp kavuracak bir gün. Birkaç yaşına yeni girmiş çocuk bile sinir küpü sinir. İsteğini yerine getirtmek için hop oturup hop kalkıyor. Vardan da yoktan da anlamıyor, anlatılamıyor.
Beş- altı yaşlarımızda üretimin bir ucundan tutmasını öğrenmiştik biz. Bu yüzden bilirdik varlığı yokluğu belki de.
Şehre göçen üretimi unutuyor son yıllar nedense. Emekli olan Osman amca birkaç aileye bakmak zorunda olduğundan dem vuruyor. Ama geride bıraktığı toprağına el sürmüyor. Çınar altında oturmakla, havuz başında tünemekle olmaz ki bu iş. Ya da her gün dere boylarında olta savurmakla geçiştirilmez ki gerçekler. Vakıfların el uzattığı aileler kendi gerçekleriyle yüzleşip kendi imkânlarını fırsata cevirseler çok şey değişecek çok. Böyle şeyler yazınca sevimsiz de buluyorlar insanı. Sen kendine baksana kardeşim deyip üstüme yürüyecekler bile çıkar içlerinden. Oysa örnek alacakları o kadar çok şey var ki..Çalışmayı ibadet belleyip yapışacakları o kadar çok iş var ki.. I-ıh hazırı beklemek en kolayı. Heres şehirden kaçmak istiyor kimse köye dönmüyor kardeşim. Devletin sunduğu onca imkana, köylerde yaptığı onca yatırma rağmen hem de.

Bugünün kahramanı kendisi için de olsa bir üretimin ucundan tutandır, tutturandır. Aylaklığın esiri olanlar camilerin çehresine bile zarar verebilecek olanlardır. Üretimsiz, kıpırtısız öylesine duranlar yüzünden bıçak gün gelip dine dayanacak korkarım. Elimizde imkânlar varken hilekârların oyununa düşmemek gerek. Elimizdeki topraklar başlı başına üretim sahasıdır. İnsan demek aşk demektir. Aşkı olmayanın köşkü olmazmış. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: