Aklım erdiğinde hatırladığım
resimler arasındadır evimizin yarım yamalak hali. Uf uf, ne evdi ama.
Dillendirdiğimiz türküler kadar gerçekti her şey. Sevdalar, hasretler, acılar,
ağıtlar, yokluklar, ölümler, doğumlar sevinçler umutlar hepsi iç içeydi. Tüten
bir bacası vardı evimizin. Pencerenin kurumuş cam macunu çatlağından rüzgâr
hücum ederdi içeri. Rüzgârın hışmını kesmek için öteberi gererdik geceleri
cama. Saç sobanın kızaran karnı içimizi ısıtırdı içimizi. Sobanın öfkesi
geçtikçe kaplardı ortalığı serinlik. Sobanın üstünde her daim var olan güğümün
cızırtısı içlerde müziğin ritmi olurdu. Ortaya kotarılmış, tahta
kaşıklar saldığımız çorbanın dumanı hep üstünde olurdu. Mis gibi kokardı
çorbalar kardeşim.
Anamın beni kenarları yamulmuş
galvaniz kaplı leğende yıkadığını hatırlarım bir de. Sabunun gözü nasıl
yaktığını taa o günlerden bilirim. Özel mayalanmış toprakla sıvanmış duvara kireci sürdük mü aylarca temizlik kokardı evler.
Yazlık dediğimiz bölümde kirişle
pamuk atar yün çırpardı anam. Döşeklere, yer minderlerine doldurdu mu bir de,
huzurlu uykular çekerdik. Komşuya boş gidilmez, boş gelinmezdi. Of of!
Evimizin hemen altından Hotanlı
deresi akardı. Kimi zaman bu dereye “Kaydırma” denen tuzak kurardık. Balıklar
içine girdimi çıkamazdı. Balık, bayramı olurdu sofranın.
Hapmış antibiyotikmiş bilmezdik,
tanımazdık. Ihlamuru, adaçayını papatyayı, akbaşlıyı kaynatır içerdik. Giysilerimiz
bile ev dokumasıydı. Endüstri ürünü hiçbir şey bulunmazdı evde. Hepsi topraktan
kendi ürettiğimizdendi. Huzurluyduk, mutluyduk.
Ya şimdi? Köyde tüketilen yumurta
bile endüstri ürünü. Evler sanayi ürünü maddelerle kaplı. İçerdeki ozon gazı
dışarı çıkacak delik bulamıyor kardeşim. Özel aşı yaptıranlar bile en basit
grip salgınına maruz kalıyor. Hastaneler dolup dolup taşıyor. Operatör
doktorların elinden bıçak düşmüyor bıçak. Psikiyatri kliniklerinin önü tıklım
tıklım. Doğumlar normal değil. Her ne kadar ömrün uzadığı ifade edilse de
çoklar mutlu değil. Mutsuzluk hepimizi kasıp kavuracak bir gün. Birkaç yaşına
yeni girmiş çocuk bile sinir küpü sinir. İsteğini yerine getirtmek için hop
oturup hop kalkıyor. Vardan da yoktan da anlamıyor, anlatılamıyor.
Beş- altı yaşlarımızda üretimin bir
ucundan tutmasını öğrenmiştik biz. Bu yüzden bilirdik varlığı yokluğu belki de.
Şehre göçen üretimi unutuyor son
yıllar nedense. Emekli olan Osman amca birkaç aileye bakmak zorunda olduğundan
dem vuruyor. Ama geride bıraktığı toprağına el sürmüyor. Çınar altında
oturmakla, havuz başında tünemekle olmaz ki bu iş. Ya da her gün dere
boylarında olta savurmakla geçiştirilmez ki gerçekler. Vakıfların el uzattığı
aileler kendi gerçekleriyle yüzleşip kendi imkânlarını fırsata cevirseler çok
şey değişecek çok. Böyle şeyler yazınca sevimsiz de buluyorlar insanı. Sen
kendine baksana kardeşim deyip üstüme yürüyecekler bile çıkar içlerinden. Oysa
örnek alacakları o kadar çok şey var ki..Çalışmayı ibadet belleyip
yapışacakları o kadar çok iş var ki.. I-ıh hazırı beklemek en kolayı. Heres
şehirden kaçmak istiyor kimse köye dönmüyor kardeşim. Devletin sunduğu onca
imkana, köylerde yaptığı onca yatırma rağmen hem de.
Bugünün kahramanı kendisi için de
olsa bir üretimin ucundan tutandır, tutturandır. Aylaklığın esiri olanlar
camilerin çehresine bile zarar verebilecek olanlardır. Üretimsiz, kıpırtısız
öylesine duranlar yüzünden bıçak gün gelip dine dayanacak korkarım. Elimizde
imkânlar varken hilekârların oyununa düşmemek gerek. Elimizdeki topraklar başlı
başına üretim sahasıdır. İnsan demek aşk demektir. Aşkı olmayanın köşkü
olmazmış. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder