9 Kasım 2016 Çarşamba

DİLSİZ DİNLERKEN


Her iki dedem güngörmüş insanlardı. Anlatmaya başladıklarında dilsiz dinlerdik. Saatleri tutar, zihnimizde harman ederdik sözlerini. Savaşlara, yokluklara, dair anlatımlar ibretlikti. Hikaye ve masalların doğruluğa sevk eden yanları vardı. Onlar anlattıkça bir olmanın sırrına ererdik. Bir olmak, birbirimizin acısına süs olmaktı. Fikrin harmanında acıları bölüşmekti. Kader ve kederde ortaklaşa davranabilmekti. Sıkıntı anlarında kucaklaşabilmekti. Birbirimizin elini tutabilmekti.  Dost uyusa da düşmanın uyumadığını bellemekti. Anlattıkça anlardık çok şeyi. Hey gidi hey!..
Gözler uzaklara dalar, Balkanlardan, Trablus’tan, Kore’den Arap yarım adasından,  Çanakkale’ye, oradan Dumlupınar’a uzayıp giderlerdi.  Giderken dostu düşmandan ayırt etmeyi ihmal etmezlerdi. Vatan sevgisi dillerinde duaydı. Dualar öğün aşıydı kısaca.  
Bizi bizden çalmalara uyanık kalmamızı sağlamaktı her kelam. Üst başları eski olsa da sözleri yeniydi. Referans noktaları belliydi. Hak kokardı, hukuk kokardı, kitap kokardı, vatan kokardı anlatımları. Onlar anlattıkça şekillenmişti çok şey. Onlar anlattıkça güveçte pişer gibi pişti duygularımız. Pişerken pişirildik. Yarenlerle oyun arkadaşlığından öte kan kardeşi ilan ederdik birbirimizi. Kardeşliğin gereklerini yerine getirmenin gayretinde olurduk. Birbirimizin ellerini öyle tutardık ki, benim kanım onun, onun kanı benim damarlarım da dolaşıyor gibi olurdu. Komşunun işi benim, benim işim komşunundu. 
Hal böyleyken kapıldık ayrılık rüzgârlarına. Usul usul ve sessizce esen rüzgârla düşürdüler ayrı. İpe sapa gelmez düşünceyle ele avuca sığmayan tavırlara büründük. Önce hanelerde odalara ayrıldık sonra ibadethaneleri bölüştük. Neresinden tutmaya kalksam bölük börçük kardeşim.. Başımızın üstünde yer verdiklerimiz, yemeyip yedirdiklerimiz vurdu ilk darbeyi. Şeytanla yol arkadaşlığına koyulanlar tüm değerlerimizi ütüp gitmek istedi. Üterken yıkmak… Bizim biz olmamızı hazmedemeyenlerin değirmenine su taşıdılar durduk yerde.. Biz büyürken üzerimize olmayan, dar gelen ne varsa bir bir geride bırakırken haddini bilmezlik de ne... Kandırılmış insanlar hortladı gecelerin orta yerine. Bizden bildiklerimiz bize saldırdı. Düşmanın eliyle olmasa bile düşmanın diliyle düştü bombalar. Düşerken düşürmeye meylettiler. Of ki, of!
İnancımız, imanımız tamdı bizim. Örfümüz yerli yerindeydi. On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan marşları söyleyerek her bir yurttaşla öğünmüştük. Ya şimdi? Güven tükendi güven. Bizi bizden ayırdılar. Her güne yeni şüphelerle uyanır olduk. Ayarları bozuldu kimilerinin. Aylardır kalemimi ısırıyorum ayarı bozulanları gördükçe. Atalardan aldığımız öğütle insanlığın acısına ağıtlar yakarken, Gazze de, Türkistanda her nerede zulüm gören varsa acısını içimizde biriktirirken merhametsizlerin hışmına uğradık durduk yerde. İçimizdeki merhametsizlerin dehşet zindanlarını kavrayamadık. Kavradıklarımızın mermi dolu yüreklerini bilirdik de, bağrımızda zemin tutanlardan şüphe dahi etmezdik. Soframızda oturanların ekmeğimizi bölüşenlerin kardeş kanı içmeye niyetlendiğini bilemezdik.
Ey bu memleket için can veren yiğitler! Bu nokta da en azından sizi selamlamadan, adınızı bir kez olsun anmadan bu yazı çok eksik kalırdı çok.. Toprağınız da sizin kadar engin olsun.
Yarasa kılıklılara geçit vermediniz ya! Yiğitliğinizle bizlere örnek oldunuz ya!
Şimdi dedemin hikayelerini, anılarını, anlattıklarını yeniden hatırlama vakti. İkinci dünya savaşından beri kendi topraklarında savaş görmeyenlerin bölgemizdeki ayak oyunlarını bilmek bellemek gerek. İçimizdeki işbirlikçilerini tanımak gerek.
Karakoç üstadın dediği gibi; Olmalı gardaşlık Lale gül gibi/Resulü Zişanla Cebrail gibi/Bizi bize düşman edip el gibi/Bu hale koyana gardaş mı deyim.

Kime gardaş diyeceğimizin, kimi dost belleyip sarılacağımızın farkına vardıracak şuur ve bilincin içimize dolması dileğiyle. Sağlıcakla

Hiç yorum yok: